Yerel Demokrasi, Katılım ve Siyasal Özne

Yetkilendirme gücüne sahip olan halktan, lideri takip etmek/onaylamak zorunda olan halka doğru geçiş, sistemi demokrasi olmaktan uzaklaştırıyor. Yerel seçimler de genel işleyişin bir kopyası olmanın ötesine geçemiyor.

yerel demokrasi

Yerel seçimler yaklaşırken yerel demokrasi ve onun öznesi seçmen/halk katılımı, yeniden üzerine düşünülmesi gereken bir konu haline geldi. Genellikle yerel düzeyden gösterilen katılımın, demokrasinin gelişmesi için bir fırsat olduğu vurgulanır. Yerel seçimler de bu açıdan halkın sorunlarına daha doğrudan çözüm üretilmesi açısından önem kazanır. Ama sorun, halkın katılım kanallarının gerçekten açık olup olmadığı, halk yönetiminin seçim anları dışında devreye sokulup sokulmadığı eksenlerinde kilitleniyor. Burada düşünmemiz gereken nokta, esasen yönetim gücüne sahip demokratik siyasal öznenin kim olduğu? Kısacası halk kimdir, ne yapar sorusu demokrasinin durumunu düşünürken yeniden önümüze çıkıyor. 

 

Bu kısa yazıda yukarıdaki soruya şu eksenlerde yanıt arıyorum: Halkın seçmen ya da temsil edilen olarak rolü, siyasetin yönlendirilmesinde artık yeteri kadar etkili bir unsur olmaktan çıktı. Bu durum da liberal demokrasilerin halkın rızasını alarak yönetmek ilkesinin yetersizleştiği bir durumla bizi karşı karşıya bırakıyor. Yetkilendirme gücüne sahip olan halktan, lideri takip etmek/onaylamak zorunda olan halka doğru geçiş, sistemi demokrasi olmaktan uzaklaştırıyor. Yerel seçimler de genel işleyişin bir kopyası olmanın ötesine geçemiyor. 

 

Halkın sesini duyurmak, katılımını sağlamak, onun onayını almak için yaptığımız temsilci/yönetici seçme işi, liberal demokrasinin minimumlarını sağlasa da demokrasi çıtasını bu seviyenin üstüne taşımak için temsil eden ile edilen arasındaki boşluğu dolduracak başka malzemelere de ihtiyaç olduğu kesin. Sivil toplum kuruluşları, paydaşların görüşünü almak, yönetişim mantığı kısmen bu boşluğu doldurmak için 1990’ların sonlarından itibaren öne çıkan eksenlerdi. Ancak gelinen noktada, bu alanların para/güç/iktidar ilişkilerinin kıskacında kalması, demokrasiyi tabandan demokratikleştirecek asıl olgu olan toplumsal hareketlerin, eylem ve protestoların önemini gösteriyor. Bu kez de eylem ve protestoların niteliği, sistemi daha iyi hale getirip getirmediği, bunların Türkiye’de olduğu gibi kriminalize edilip şeytanlaştırılması, güvenlik sorunu haline getirilmesi ile karşılaşıyoruz. Ne seçimler ne hareketler eliyle demokratikleştirebilen siyasal işleyiş, elitlerin kendi aralarındaki uzlaşma ve çekişmesinde tıkalı kalıyor. 

 

Seçim Geleneği

 

Türkiye’de uzun bir seçim geleneği var. Eski dönemlerden bu yana, ulaşımın, iletişimin daha sınırlı ve sıkıntılı olduğu günlerde dahi halkın önüne sandık koyup görüşünü sormak, verilen oyları saymak, ilan etmek için yapılan işlerin kıymetli olduğu belirtilmeli. Bugün bile seçim güvenliği, sayım ve ilan konusunda sıkıntılar yaşarken önceki on yıllardaki zorluklar, o seçimlerde neler olduğu, olmuş olabileceği yeniden akla geliyor. Yine de seçim ve sandıktan vazgeçmeme eğilimi, temel demokratik göstergeleri tutturmak açısından önemli. 

 

Bununla birlikte yakın dönemlerde çok sık seçim/referandum yaşansa da temel demokrasi düzeyinin yükseldiğini söylemek zor. Bu durum sadece bizimle, içeriyle de ilgili değil. Demokrasiyi sembolize eden güçlerin, ABD, AB ve NATO gibi aktörlerin son on yıllarda yürüttüğü politikaların, yaptığı müdahalelerin, söylem ve tercihlerinin demokrasiyi daha iyi hale getirmediği açık. Dolayısıyla ülkeleri dışarıdan demokrasiye yöneltecek aktör ya da güç, bir normatif etki eskiye nazaran daha az. Çeşitli başka yazılarımda ve bu sitedeki son Hollanda seçimi yazısında belirttiğim gibi, bu durum liberal demokrasinin bir sorunu. Seçmenlerin var olan kurumsal yapılarla kurduğu demokratik ilişki, onlara yüklediği meşruluk, sarsılma eğiliminde. Yarışmacı ve çoğulcu bir demokrasinin meşru bir otorite kurmanın tek yolu olduğu yönündeki 20’nci yüzyılın ortalarında yerleşen genel kabul, artık daha net sorgulanıyor. Görüşlerini halka onaylatmanın ötesinde, demokrasinin barışçıl bir düzeni tesis için gerekli temel hak ve özgürlüklerin geliştiği bir sistem olduğunu kabul etmek, geçmişe göre çok daha zor.

 

Avrupa’da da yabancı düşmanlığı ile birleşen bir aşırı-sağ, dış dünyaya teması kesme eğilimindeki bir izolasyon isteği, AB gibi bölgesel güçlerin normlarını terk etme arzusu her bir seçimde daha sık dillendirilmekte. Özellikle yerel seçimlerde bu tip radikal taleplere eğilimli partilerin oyları yükselişe geçiyor. Genel seçimlerde ise biraz daha ılımlı ya da kazanma ihtimaline oy verme eğilimi var. Türkiye’de bu durum belediye başkanlığı ile il genel meclisi seçimlerinde farklı partilere oy vererek yaşanıyor kimi zaman. Ama toplamda seçmenin kendini göstereceği alanlar sınırlı. Genel bir değişim için demokratik usullerin yeterli olacağına dair kabuller de aynı şekilde düşüşte. Yine de Türkiye’de seçimlere katılım oranları Avrupa’ya göre oldukça yüksek. Seçim dışında siyasal oyun alanının oldukça dar olması ve belki bu seçimde olur umudu kitleleri hâlâ sandığa çekiyor. Ama bizdeki durumun da Avrupa benzeri bir duruma dönüşmesi uzak ihtimal değil.

 

Demokrasiye dair inancın azalmasındaki en büyük sorun, temsil yetkisi verilen kişilerle halk arasındaki boşluktan kaynaklanıyor. Bu boşluk, temsil krizi, demokrasinin sorun çözen değil sorun kaynağı haline gelen bir olgu olduğu iddialarını güçlendiriyor. Boşluğu dolduran başka güçler (bunların sivil toplum kuruluşları olması beklenirken Türkiye için cemaat veya tarikatlar ya da mafyatik yapılanmalar oluyor) demokrasiyi güçlendirmekten ziyade zayıflatmaya yarıyor.

 

Türkiye’de en tartışmalı ve çatışmalı dönemlerde dahi tabandan, yerelden, bazen kendiliğinden, bazen örgütlü çeşitli eylem ve protestolar yaşanmıştı. 15-16 Haziran’dan Zonguldak işçi yürüyüşüne, Bergama çevre protestolarından Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık kampanyalarına, kadınlar, çevreciler, öğrenciler, farklı siyasal özneler sürekli bir hareketlilik içindeydi. 2010 başlarında Tekel eylemleri, sonrasındaki HES protestoları ve nihayetinde 2013 Gezi eylemleri ile birlikte, bu noktada zirve görüldü denebilir. Sonrasında 15 Temmuz darbe girişimi, olağanüstü hâl dönemi ve anayasal bir hak olan eylem ve protestonun suç unsuru haline getirilmesi ile demokratik eylemler yeniden durma noktasına geldi. ‘Geçinemiyoruz’ eylemlerinin burada bir parantez açtığı söylenebilir; bu sloganın yerleşik hale gelmesinde önemli bir etkisi oldu ancak sonuçta demokrasinin önemli göstergelerinden biri olan şiddet içermeyen eylem ve protesto hakkı azalarak tükenme noktasına geldi. Bu da demokrasimizin durumunu doğrudan etkiliyor.

 

Demokrasinin Kurumsallaşması

 

Yerel düzeyde, gündelik hayatın içindeki sorunların doğrudan ifade edilememesi, büyük sorunları çözeceği varsayılan partilerin önemini artıyor. Kurumsallaşmış bir demokrasi, temel noktaların yerleşmesi ve kişisel etkilerin azalması için doğru biçim olarak görülebilir. Ancak Türkiye siyasetinin en önemli sorunlarından birinin bu kurumsal yapının demokratik yollarla dönüştürülememesi olduğu söylenebilir. Çünkü kurumlar, kendi elitlerini, liderlerini ve hiziplerini oluşturuyor. Bunlara yakınlık ya da uzaklık üzerinden şekillenen siyasi pozisyonlar var. Eskilerin bürokratik elitizmi, bugün parti elitizmine dönüşmüş durumda. Daha bilindik tabirle, parti tabanı olarak görülen delegelerin gücü, lideri güçlendiriyor. Herhangi bir parti içinde çalışmak isteyen genç nesiller ya da dışarıdan katılan gönüllüler bu kurumsal yapının “biz biliriz”ci duvarını aşamıyor. Bu da parti disiplini olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bu durumda halk nosyonu, partinin içindeki karar vericiler olarak daralıyor.

 

Yerel demokrasi de buna istinaden bir lidere ya da adaya yakın olmak/olmamakla sınırlandırıldı. Yerel birimler, bunlar il veya ilçe başkanlıkları olabilir, merkezin sesini aşağıya doğru duyuran aracılar olmaktan öteye gidemedi. Günümüzün iletişim çağında bu birimlere sadece bu görevleri için gerek olup olmadığı bile tartışılabilir. Tabii ki buna istisnalar, iyi çalışan yerel örgütler olabilir ama genel eğilim “liderin sesi”nin ötesine taşınamıyor.

 

Siyasete Katılım

 

Bu denklemde halk, elitlerin, liderlerin kurduğu düzenin içinde sadece birer yan unsur. Tercihlerini yapıp kenara çekiliyor. Arada bir tweet atarak ya da kahvede, okulda, kantinde dert yanarak yaşamaya devam ediyor. Bu durum yine liberal demokrasi açısından sorun değil esasen, çünkü bireylerin siyasete katılmak zorunluluğu olmadığı, piyasada olduğu gibi siyasi görüşler ve aktörler arasında tercih yaptığı kabulü üzerine kurulu bir işleyiş var. Siyasete katılımın övülmesi, biraz daha cumhuriyetçi ve sosyalist geleneklerin, daha toplulukçu ve toplumcu ekollerin önemsediği bir durum. Bireyin siyasetten uzak kalma şansı ya da tercihi ise, doğal olarak elitlerin, uzmanların, bir bilenlerin öne çıkışını güçlendiriyor. 

 

Geldiğimiz noktada, Türkiye’de yerel seçimlerin ve devamında demokrasinin şu adaya oy vererek daha iyi hale geleceğini ya da vermeyerek kötüleşeceğini düşünmek zorunda kalıyoruz. Bunlar tabii ki birer opsiyon; gerçekleşebilir. Ancak demokrasinin ne olduğu sorusu, her bir seçim sonucunun yarattığı huzursuzlukla yeniden hatırlanıyor. Partilerin iç dinamiği, elitlerin dönüşümü, ekonominin gidişatı göz ardı edilip sadece seçim anına ya da adaya odaklanmak, hem yerel seçim genel seçim farkını ortadan kaldırıyor hem de seçim yapmanın anlamsızlaştığı siyasetten-uzaklaşma eğilimini besliyor. Bu kaçışın yöneleceği sivil toplum kuruluşları ya da yerel ve yatay inisiyatifler de artık 2000’lerin başındaki kadar güçlü değil. Bu durumun ilk etkisi, seçime katılım oranlarında düşme olarak yaşanabilir.

 

Kısacası, halkın merkezde olmadığı, yetkilendirilmiş azınlıkların, siyaseti iş haline getirmiş profesyonellerin yönettiği sistemin tam olarak demokratik olması beklenemez. Demokrasinin tabandan güçlenmesi için bir fırsat olan yerel seçimler de genel sorunların yeniden konuşulduğu bir durumun ötesine geçemez. Demokrasiyi köklü biçimde sorgulama talebinin, bugünün acil ihtiyaçları içinde hep ötelendiği açık. “Hele bir şu adayı seçtirelim, sonrasına bakarız” yöntemi, asıl sorunun göz ardı edilmesine ve çözümün de zorlaşmasına neden oluyor

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.