Yerel Seçimlerin Ardından

Merkezi iktidarı elinde tutan yetkililerinin 2028’e kadar seçim derdi olmayabilir ama şu tablodan hareketle başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünmelerinin vakti gelmiş de çoktan geçmiştir bile. Zira sadece emekliler değil, giderek yok olan orta sınıf başta olmak üzere toplumun fakirleşen bütün kesimleri 10 ay önce kesmediği faturayı bu vesile ile kesmişlerdir.

William Shakespeare, Julius Caesar isimli oyununda Marcus Antonius’un Sezar’ın cenazesindeki tiradı şöyle başlar: “Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar! Dinleyin. Ben Sezar’ı gömmeye geldim, övmeye değil.”  Ben kendi nam ve hesabıma ise bunun tam tersine, 31 Mart 2024’teki yerel seçimlere katılan bazı partileri genel başkanlarının ve bazı belediye başkanları adayları şahsında başarılı bulduğum yönleriyle övmeye geldim, gömmeye değil. 

 

Cumhur İttifakı ile başlayım. Öncelikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında Genel Başkanı bulunduğu AK Parti’yi tebrik ediyorum. Çünkü parti olarak ilk kez girdikleri 2004 yerel seçimlerinden bu yana geçen 20 yıla ve bir önceki 2019 yerel seçimlerindeki yüzde 44,33 oy oranından yüzde 35,48’e fark edilir gerilemesine -hangi metal yorgunluğuyla açıklarsanız açıklayın- rağmen dikkate değer bir başarı göstermiştir. Sadece kendisi ve eşinin yer aldığı bu seferki balkon konuşmasında ifade ettiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan, bizzat kendisi 52 ayrı şehirde miting düzenleyerek seçim çalışmalarına katılmıştır. Yine Erdoğan’ın -kendisinin belirttiği ve ittifak ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin karşı çıktığı- “son seçimi” olmasına rağmen gösterdiği bu cehd, “yiğidi vur hakkını yeme” ilkesi gereğince şapka çıkartılacak bir sebattır. Dahası, Erdoğan balkon konuşmasına siyaseten tek başına çıkarak kendi tarihinde ilk kez bir seçimde ikinci parti konumuna düşmenin faturasını da kendisine kesmiştir. 

 

Cumhur İttifakı’nın ikinci büyük ortağı MHP’yi de Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin şahsında tebrik ediyorum. Kendi adıma ilk kez bir siyasi partinin konvansiyonel medyadaki reklamlarında yerel bile olsa bir seçimi kazanmaktan çok ulusal birliği pekiştirici mesajlar vermesini heyecanını kaybetmiş bulsam da toparlayıcı dili gereği takdirlerimi belirtmem gerekiyor. Elbette bu mesajlarıyla bir siyasi partiden çok bir sivil toplum örgütüne özgü bir tavır aldığının farkındayım. Öte yandan, oy oranları itibarıyla MHP de müttefiki AK Parti ile benzer bir kaderi paylaşmış; 2019’daki yüzde 7,31 oy oranı 2024 yerel seçimlerinde yüzde 4,99’a gerilerken beşinci parti olmuştur. 

 

Gelelim Özgür Özel’in kısa bir süre önce genel başkanlığı devraldığı CHP’ye. CHP bu seçimlerde adeta üzerindeki ölü toprağını silkeleyerek taze Genel Başkanı’nın ifadesiyle yüzde 25’lik “cam tavanı” bir füze gibi delip 2019 yerel seçimlerindeki yüzde 30,11’lik oy oranını aşarak yüzde 37,76’ya ulaştı. Böylece CHP sadece 5 Haziran 1977’deki genel seçimlerden bu yana ilk kez birinci parti olmakla kalmadı, Altılı Masa gibi herhangi bir ittifakın marşandizi olmadan da seçim kazanabileceğini ispatlayarak yelkenlerini özgüvenle doldurdu. Aslında “2024 yerel seçimleri büyük ölçüde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) parantezinde geçti” desek çok da abartmış olmayız. Çünkü AK Parti -“İstanbul sevdamız”ın (kavramı Baturay Özdemir’e borçluyum) gereği- bir önceki yerel seçimde “Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâ… bi misl ü behâ İstanbul”u CHP’ye kaptırmasının rövanşını almak üzere neredeyse İstanbul’u kazanalım da diğer bütün belediyeleri kaybetsek de olur hoyratlığında davrandı. Dahası, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değil adeta bütün bakanlar kurulunun AK Parti’nin İBB adayı Murat Kurum’u desteklemek üzere şehre karargâh kurmalarıyla İBB seçimleri yerelden çok ulusal bir meseleye dönüştü. Hal böyle olunca Ekrem İmamoğlu da özel bir tebriki hak etmektedir. Zira daha 10 ay önce Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde merkezi iktidarı kazanan Cumhur İttifakı’nın adayıyla değil, adeta Ankara’nın temsil ettiği siyasallıkla giriştiği bilek güreşinde kupayı evine götüren taraf oldu. Haliyle Ankara da boşalınca daha geniş manevra alanı kazanan ve tevazuuyla sadece Ankaralıların gönlünde değil tüm ülkenin zihinlerde yer edinen Mansur Yavaş -her ne kadar şehirdeki yollara soyadını yazdırsa da- sadece aldığı oy oranıyla kırılması zor bir rekora imza atmakla kalmayıp Cumhur İttifakı adayının oy oranını ikiye katlayarak Türk siyasi tarihine bir derkenar düştüğünden tebriki fazlasıyla hak etti. 

 

Son tebrikim de YRP ve göreceli genç Genel Başkanı Muhammed Ali Fatih Erbakan’a. Daha 10 ay öncesinde parçası olarak girdiği genel seçimler sonrasında Cumhur İttifakı’ndan koparak müstakil olarak yerel seçimlere giren YRP ise yüzde 6,19 oy oranıyla üçüncü parti haline gelerek son seçim bükücü oldu. Sadece babasının ses tonunu değil inatçılığını da miras alan Erbakan, seçime sayılı saatler kala İBB adayını geri çekme karşılığında en az emekli maaşının 10.000 TL’den 20.000 TL’ye çıkarılması, İsrail ile ticaretin kesilmesi ve Kürecik’teki radar üssünün kapatılmasını isteyerek yerel seçimleri genel seçimlere doğru evirdi. Seçimden sonraki gün yüzde 35 oy hedefini şehir ölçeğinde yakalayamadığı için istifa eden YRP Konya İl Başkanı da Türkiye siyasetini İskandinav ülkeleri seviyesine yaklaştırdığı için özel bir tebriki hak ediyor. Umarım, bir adım daha atarak Japon siyasetinde başarısızlık durumunda yapılan eyleme -dilim bile varmıyor- tevessül etmez.

 

Bir Efsanenin Sonu

 

Tebrikleri bitirdiysek lafı hiç dolandırmadan kitabın ortasından dalıyorum. Hazır mıyız? (Fonda “Disko disko partizani” çalsın.) Bir efsanenin sonuna geldik. Öte yandan, filizlenen yeni efsane eskisinin ayak izlerine basarak ilerliyor. Ya da monarşi yanlılarının dediği gibi “Kral öldü, yaşasın yeni kral” (The king is dead, long live the king). Bahsettiğim, bundan tam 30 yıl önce şahlanan ve kabaca son 20 yıldır Türkiye siyasetini de dönüştüren Millî Görüş belediyeciliğinin sonuna gelmemiz. İşin gerçeği, 1994’teki yerel seçimlere reklam ve söylem düzeyinde AK Parti ve Genel Başkanı Erdoğan atıf yapmasa bile 2024 yerel seçim sonuçları itibarıyla biz yine gönderme yapmak zorunda kalırdık. Aslında Millî Görüş belediyeciliğinin İstanbul ve Ankara’yı 1994’te alarak taçlanması öncesinde, 1989 yerel seçimlerinde tüm ülkede yüzde 9,8 oy oranında oy alıp, Konya Büyükşehir Belediyesi ile Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa ve Van’ı alması sonrasında yıldızı parlamıştı. Burada atılan tohumlar 1992’deki yerel ara seçimlerde RP’yi yüzde 24,07’lik oy oranıyla birinci parti olmaya taşıdığı gibi İstanbul’da Bağcılar, Bahçelievler, Güngören ve Tuzla olmak üzere dört ilçe belediyesi kazandırıp adeta 1994 yerel seçimlerinde RP’nin Ankara ve İstanbul’u alacağının da işaret fişeği oldular. Dönemin koalisyon hükümetinin ortağı SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, partisinin seçmenlerinin havanın iyi olmasından hareketle seçime iştirak etmek yerine pikniğe gittiklerini söylemesi vatandaşları gülümsetmeye yetse bile bu başarıyı gölgelemeye yetmedi tabii. Çünkü parti dediğimiz örgütlülük, seçmenini her türlü seçim sandığına götürebilmelidir. İlginç bir şekilde, seçim akşamından beri gerek konvansiyonel gerekse de sosyal medyada dillendirilen benzer bir önerme de Cumhur İttifakı seçmeninin sandıklara gitmediği şeklindeydi. Bu züğürt tesellisinin günün sonunda 1992’deki gibi kimseye fayda sağlamadığı aşikârdır. Bir diğer totoloji de genelde Cumhur İttifakı’nın, özelde AK Parti’nin kaybettiği oyların tepki oyları olarak önemsizleştirilmesiydi. Bırakın oyları bizatihi partiler -doğaları gereği- cari iktidara tepki ve haliyle de alternatif olarak doğarlar. Bizatihi DP de Dörtlü Takrir ve sonrasında gelişmelerle CHP’nin içinden “Yeter! Söz Milletindir!” sloganıyla CHP’ye tepki olarak doğmamış mıydı? Başka bir goygoy da -buna analiz bile diyemiyorum- “CHP kazanmadı, AK Parti kaybetti” önermesi. Bunu dillendirenler başarıyı kelime oyunlarıyla gölgelemeye, hatta silikleştirmeye gayretkeş trollerden başkası değil tabii. İster genel ister yerel olsun, seçim akşamında konvansiyonel medyanın uçbeyi televizyon kanalları arasında zapping yapa yapa ilerlerken göz ucuyla grafikleri izleyip benzer yorumlara maruz kalmak işten bile olmasa da böyle bir tehlike her zaman mevcut. 

 

Sonuçta, merkezi iktidarı elinde tutan yetkililerinin 2028’e kadar seçim derdi olmayabilir ama şu tablodan hareketle başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünmelerinin vakti gelmiş de çoktan geçmiştir bile. Zira sadece emekliler değil, giderek yok olan orta sınıf başta olmak üzere toplumun fakirleşen bütün kesimleri 10 ay önce kesmediği faturayı bu vesile ile kesmişlerdir. 

 

Son yerel seçimler göstermiştir ki artık yerel ile küresel arasındaki bağ derinleştikçe aradaki fark da giderek flulaşmakta ve “küyerel” (glocal) ön plana geçmektedir. Bunu bir önceki yerel seçimlerde “Esenyurt düşerse, Mekke düşer” veya Biz kazanırsak Gazze’deki mazlumlar sevinecek” sakilliğine atıfla değil, genelde metropollerin özelde de şehirlerin küresel ekonomide ön plana çıkmalarıyla demokrasi ivme kaybettikçe yerel demokrasinin belirginleşmesi anlamında kullanıyorum. Kısacası, yerel seçimlerin özgül ağırlıkları arttıkça gündemimizde ulusal olandan daha fazla yer işgal etmeye namzetler.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.