‘Yetişkinler’ ABD Dış Politikasının İdaresine Geri Dönmedi

Ortadoğu ve Avrupa’da çatışmalar şiddetlenirken, dünya destek ve liderlik için ABD’ye bakıyor. Fakat Washington birincil angajman yolu olarak Amerikan militarizmine bel bağladığından bu gerilimleri daha da artırmaktan başka bir şey yapmıyor.

amerikan dış politikası

ABD dış ülkelerde yıkıcı çatışmaları çözmek yerine sürdürdükçe, Biden yönetiminin Washington’da “yetişkinlerin yeniden iş başında” olduğu açıklamaları anlamını yitiriyor. Bu durumdan sadece Amerika’nın diplomatik itibarı değil, sonu gelmeyecekmiş gibi görünen savaşların ortasında kalanlar da zarar görüyor.

 

Ocak ayında Başkan Biden’ın Husilerin Gazze’deki duruma misilleme olarak Kızıldeniz’deki gemilere saldırması üzerine ABD’nin tek taraflı olarak Yemen’e hava saldırısı düzenlemesine öncülük etmesi bunun son örneğiydi. Biden bombardımanlara gerekçe olarak Husi eylemlerinin ticareti tehlikeye attığını ve seyrüsefer özgürlüğünü tehdit ettiğini öne sürdü. 

 

Oysa hava saldırıları sadece bölgeyi daha da istikrarsızlaştırıyor. Hava saldırılarının ardından İran da karşılık olarak Kuzey Irak’taki ABD tesislerine vekilleri aracılığıyla balistik füze fırlattı. ABD askeri yardımlarının önemli alıcılarından biri olan ve nükleer silahı da bulunan Pakistan da benzer şekilde İran’da militanların saklandığını iddia ettiği yerlere hava saldırıları düzenledi. Bu saldırı da bir Amerikan üssüne insansız hava aracı saldırısı düzenlenmesine yol açtı, saldırıda üç ABD askeri öldü. Bu gelişmeler, ABD müdahalesinin ardından Ortadoğu’daki çatışmaların bölgede bir misilleme eylemleri döngüsüyle yayıldığını ama azalmadığını kanıtlıyor.

 

Militarist “Çözümler”

 

Washington, dünyada bir çatışma ile karşılaştığında militarist bir tepkiye yöneliyor: Silah gönderiyor, füze ateşliyor ya da ciddi tehditlerde bulunuyor. Bu “çözümler” genellikle herhangi bir şeyi çözmeye yaramıyor ve daima çatışmaları daha da alevlendirme riskini de beraberinde getiriyor. Bu itibarla ABD, yeterince yararlanamadığı ancak oldukça güçlü olan diplomatik sermayesini kullanmak ve bu sermayeyle rotasını düzeltmek zorunda.

 

Amerikalılar Washington’ın dış politikasındaki statüko ile ilgili temel sorunlara duyarsız değil. Concerned Veterans for America ve YouGov’un son birkaç yıldır yaptığı kamuoyu yoklamalarına göre Amerikalıların yüzde 42’si dış ülkelere daha az askeri müdahalede bulunulduğunu görmek istiyor, yüzde 52’si Başkan’ın Ortadoğu’ya daha fazla asker göndermesine karşı çıkacağını söylüyor ve Amerikan halkının sadece yüzde 15’i Ukrayna’ya daha fazla askeri ve mali yardım gönderilmesini destekliyor. 

 

Sıradan Amerikalıların itidalli eğilimlerine rağmen, Washington dış politika adımlarını orduyu kullanarak atmayı sürdürüyor.

 

Ortadoğu söz konusu olduğunda bu tür çabalar beyhude. Quincy Enstitüsü’nden Trita Parsi’nin de işaret ettiği gibi, Husilerle gerilimin tırmanması bu militan grubun uluslararası deniz taşımacılığını aksatma kabiliyetini artırdığı için Washington Kızıldeniz’in kritik yollarını uluslararası deniz taşımacılığına yeniden açma hedefine ulaşamayacak. Husiler Gazze’de ateşkes sağlandığında Kızıldeniz gemilerine yönelik saldırıların sona ereceğini belirtiyor olsa da ABD bölgedeki şiddete katkıda bulunarak tansiyonu yükseltti.

 

ABD, Yemen’i bombalayarak caydırıcılık sağlamak yerine, Husilerin Filistin davasının savunucuları olarak yeni bir statü kazanmasını sağladı. Bu durum, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin 2015 yılında isyancıların başkent San’a’yı ele geçirmelerinin ardından Yemen’deki iç savaşa müdahale etmesiyle Husilerin cesaretlendiği sürecin devamı niteliğinde.

 

Washington bu tür taktiklerden vazgeçmeli ve Gazze’de uzun dönemli bir ateşkesin şartlarını oluşturmak üzere İsrail ile diplomatik işbirliği yapmalıdır. 7 Ekim 2023’te uğradığı korkunç saldırının ardından İsrail’in kendini savunma hakkı var. Ancak hedefi sağlam ve kesin bir yenilgiye uğratılması oldukça zor. Bu süreçte 10 binden fazlası çocuk olmak üzere 25 binden fazla Filistinli öldürüldü. 1,9 milyon kişi de evini terk etmek zorunda kaldı. ABD ve İsrail bölgede istikrarın ancak diplomatik yollarla sağlanabileceğini kabul etmeli.

 

Rusya-Ukrayna Savaşı

 

Washington’ın seçkinleri Rusya-Ukrayna savaşını ancak diplomasinin sona erdirebileceği gerçeğini yeni yeni kabullenmeye başladı. Bu kabulleniş Kiev’in yaz aylarında başlattığı, yok denecek kadar az toprak kazanımı sağlayan ama çok sayıda Ukraynalının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan karşı saldırının başarısızlığının ardından geldi.

 

Ne yazık ki Ukrayna’nın üstünlüğü ele geçirememesinin ardından Moskova’nın bir barış anlaşmasına yanaşmasının diplomatik çekiciliği azaldı. Şimdi de Moskova kazanacak zamana ve ivmeye sahip olduğuna inanıyor. Barış ihtimali savaşın başlarında çok daha yüksekti. Zelenski, Ukrayna’nın “tarafsızlık” garantisini “Ukrayna için güvenlik garantileri” ile takas etmeye hazır olduğunu bizzat teyit etmişti. Ancak aralarında ABD’nin de bulunduğu Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeleri, Kiev’in güçlü bir pozisyondan müzakereye girmesini sağlamak yerine, Ukrayna’yı “ne kadar sürerse sürsün” savaşmaya teşvik ettiler.

 

Washington aslında Kiev’e savaşı uzatmanın Ukrayna’nın uzun dönemli refahı için iyiye delalet olmayacağı tavsiyesinde bulunarak Ukrayna’ya yardımcı olabilirdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ukrayna’nın NATO’ya katılmayı hedeflemeyen tarafsız bir devlet olmasını şart koşarak barış görüşmelerine açık olduklarını ifade etti. Diğer taraftan Ukrayna 10 maddelik bir barış anlaşması için bastırıyorsa da bunu Rusya ile görüşmeyeceğinde ısrar ediyor. Ukrayna’nın savunma çabalarında önemli bir rol oynayan ABD’nin Ukrayna’yı taviz vererek Rusya ile anlaşmaya zorlayacak kozu ve nüfuzu var.

 

Başarısız Diplomasi

 

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’nın dış politikadaki en önemli başarısı savaş açmak değil, ustalıkla yürütülen diplomatik barış anlaşmaları oldu.

 

Başkan Richard Nixon’ın 1972’de ABD’nin Çin’i dışlamasına son verme kararı, ABD-Çin ilişkilerinde esaslı bir dönüm noktasıydı. Nixon’ın kararıyla Çin’in 25 yıl süren Batı’dan izole tutulması hali son bulmuş, bu da Başkan Carter’ın Ocak 1979’da Çin ile diplomatik ilişkileri normalleştirmesini sağlamak için gereken çerçeveyi hazırlamıştı. Nixon’ın liderliği ABD’nin Çin ile ilişkilerini normalleştirmesini sağladı ve Çin’in ABD ile yakınlaşmasını teşvik etti. Böylece Sovyetler Birliği ile Soğuk Savaş’ın sona erdirilmesi için gereken baskıyı sağladı.

 

Amerikan diplomasisinin başarılı olduğu daha yakın tarihli bir örnek ise İran nükleer anlaşması ya da Kapsamlı Ortak Eylem Planı’dır (KOEP). 20 ay süren müzakerelerin ardından gelen bu dönüm noktası niteliğindeki anlaşma Tahran’ın nükleer programını kısıtlamayı kabul ederek sürekli bir denetim mekanizmasına müsaade etmesiyle sonuçlandı. Ancak Trump yönetiminin anlaşmadan çekilme kararının ardından İran nükleer krizi kötüleşti. İran artık nükleer silah için yeterli miktarda nükleer fisil maddeye sahip. ABD ile İran arasında olası bir çatışma ihtimali de giderek artıyor. 

 

Başkan Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken etkili bir diplomasi yürütmeye yönelik çok az şey yaptı. Biden’ın Afganistan’daki savaşı sona erdirme arzusu, dış ülkelerdeki çatışmalarda yeni bir itidal ve diplomasi yaklaşımına dönüşmedi. Aslında Biden, İsrail ve Ukrayna’yı yaygın ölüm ve acılarla sonuçlanan ve bu bölgelerdeki Amerikan çıkarlarını riske atan maksimalist hedefler peşinde koşmaya teşvik ederek bunun tam tersini yaptı.

 

Hem Harvard hem de Columbia kökenli deneyimli bir diplomat olması beklenen Blinken’ın durumu da daha iyi değil. Alaska’nın Anchorage kentinde Çinlilerle yapılan kritik önemdeki 2021 görüşmelerini kötü idare etti. Toplantı iki ülke arasındaki gerilimi düşürmek yerine Çin’deki Amerikan karşıtı duyguları körükledi ve iki ülkeyi gelecekteki ikili gerilimler konusunda bir iniş yoluna soktu.

 

Buna ek olarak, Blinken’ın Gazze’deki duruma ilişkin başarısız yaklaşımı, Washington’ın muazzam diplomatik etki gücünün yapabileceği pek bir şey olmaması nedeniyle çatışmayı çıkmazda bıraktı.

 

Ortadoğu ve Avrupa’da çatışmalar şiddetlenirken, dünya destek ve liderlik için ABD’ye bakıyor. Fakat Washington birincil angajman yolu olarak Amerikan militarizmine bel bağladığından bu gerilimleri daha da artırmaktan başka bir şey yapmıyor. Verilen sözlerin tersine Biden yönetimi bize diplomasinin Washington’ın kaybolan ustalıklarından olduğunu hatırlatıyor. Bugünlerde bu konumda olmak tehlikeli.

 

Bu yazı The American Conservative sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.