Yurttaşlık Gelirini Tartışmaya Var mısınız?

Derinleşen yoksulluk ortamlarında, yurttaşlık geliri gibi kapsayıcı yaklaşımların pilot şekilde dahi olsa başlatılması, edinilen dersler ışığında ülke geneline yaygınlaştırılması, birçok sosyoekonomik sorunun çözümünde bir kolaylaştırıcı rol üstlenebilir. Makul bir düzeyde belirlenecek bir yurttaşlık gelirinin toplumun tutunamayanlarına nefes aldıracağı ve sosyal barışa katkı sağlayacağına kesin gözle bakabiliriz.

Açlık… Hepimiz az çok açlığın ne demek olduğunu biliriz. Kimisine göre ölümden beterdir. Sonsuz bir döngü içerisinde karşısına çıkan aynalarda sürekli çarpıştığı bir gerçeklik, bozuk plak gibi takılan ve hep aynı çaresizliği yaşatan bir kaçınılmazlıktır.

 

Zengin biri için “açlık” belki de yazın hayalini kurduğu o peri masalı tadındaki düğünde giyeceği gelinliğin içine sığmak için bir hafta kalori miktarını kısıtlayan bir rejim izlemekle eşdeğer iken, yoksul ve güvencesiz kesim için “açlık” akşam yastığa başını boş ve guruldayan bir mideyle koymaktır; yeterli besin alamadığı için sütü kesilmek, bebeğine mama alamamak, onu yoksulluktan kurtaracağını hayal ettiği mesleğine kavuşmasında bir aşama olan üniversitedeki final sınavlarına çalışırken aklı çalışsın diye bir parça çikolata bile yiyememek, kırmızı eti rüyasında görünce bile sabah güne buruk bir mutlulukla uyanmaktır…

 

Açlık ve yoksulluk dendiğinde mangalda kül bırakmayız. Yemen ve Somali’de açlık ve kıtlıkla boğuşan, zayıflıktan kemikleri dışarıdan sayılan çocukların trajik görüntüsü gelir gözümüzün önüne… Mutlaka açlığın nasıl çözüleceğine dair fikrimiz, sosyal devletin ne olması gerektiğine dair kendi tanımımız, çerçevelerimiz, kırmızı çizgilerimiz vardır.

 

Peki ama gerçekten aç insan nasıl yaşar, bilir miyiz? Sokaklarda dilenenler akşam tek göz evlerine dönene kadar kronik açlıkla, yoklukla, yaşamla ve onları görüp de görmezden gelenlerle nasıl başa çıkar? Veya ev hizmetlerinde çalışanlar, pandemi döneminde bir anda işsiz kaldıklarında ocaktaki tencerede ne pişmiş olabilir, hiç düşündük mü? Roman çocuklar, kâğıt toplayıcılığı gibi temel bir geçim kaynağı ellerinden alındığında, kahvaltıda içecek süt ve yanında yiyecek bisküvi bulabildiler mi, ne dersiniz?

 

Tezer Özlü’nün deyişiyle “yazılmadıkça bitmeyen şeyler biriktiren kadın”, gördüğü sistematik şiddet sonucu eşinden boşanıp yıllarca yoksulluk nafakası alamazken, evli olduğu süre zarfında da istihdamda yer almadığı için tüm becerilerini kaybetmişken, evini bir maddi destek almaksızın nasıl geçindirebilir?

 

İnsancıl ve Etik Değerler

 

Açlık sınırının altında gelirle yaşamaya çalışanların sayısı temel tüketim maddelerinin yanı sıra elektrik ve doğal gaz fiyatlarındaki son zamlarla birlikte daha da arttı. Koronavirüs salgını gibi ani krizlerle birlikte yaşanan belirsizlik ve sınıfsal farklılıkların keskinleşmesi sonucu mevcut sosyal politikalar giderek mercek altına alınırken, yani yoksulluk her açıdan derinleşirken “yurttaşlık geliri” (evrensel temel gelir uygulaması) tartışmalarını yeniden ve sağlıklı bir şekilde başlatmanın zamanı geldi.

 

Bu tartışmayı da siyasi kavgalara, oy devşirme çabalarına kurban etmeksizin, tamamen insancıl ve etik değerler çerçevesinde yapmak ve dar akademik-bilimsel çevrelerin gündemiyle sınırlı tutmadan pratik politika uygulamalarına yansıtmak gerekiyor.

 

Gelişmiş dünya uzun zamandır, hatta neredeyse Fransız Devrimi’nden beri bu uygulamayı tartışsa da Türkiye’de ne yazık ki bu konu halen dışsallaştırılıyor. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Ayşe Buğra ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Çağlar Keyder’in bu konuda yıllardır bilimsel literatüre kazandırdıkları tespitler ve çözüm önerileri ne yazık ki karar alıcıların somut politikalarına yansımıyor.

 

Tanımı gereği yurttaşlık geliri, toplumun tüm vatandaşlarının toplumsal yaşantıya eşit şekilde katılabilmeleri için asgari gelire sahip olmaları, toplumdan dışlanmalarının engellenmesi için devlet tarafından düzenli olarak ve gereksinim tespiti yapılmaksızın –yani kim yoksul kim değil diye bakılmaksızın- herkese verilen bir gelir desteğidir.

 

Bir diğer deyişle, eşit vatandaşlık kavramı temelinde herkese vatandaş olmasından kaynaklı bir destek verilirken, yoksulun sosyal yardım yapılırken “sen yoksulsun” şeklinde damgalanmasını da önlemiş oluyor ve bürokratik engelleri ortadan kaldırarak yardıma erişimi kolaylaştırıyor.

 

Sokakta midye satan seyyar satıcı da, holding patronu da yurttaşlık gelirinden yararlanıyor, ancak sermayeden alınan vergilerle bu gelir transferi bir şekilde devlet kasalarına geri dönüyor. Öte yandan bu noktada ülkede düzgün işleyen, yoksulu daha da yoksullaştırmayan bir vergi sistemi ve etkin vergi toplama araçlarıyla yurttaşlık gelirinin ekonomiye bir yük getirmemesi gerekiyor.

 

Derinleşen Çalışan Yoksulluğu

 

Yarı zamanlı, esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştığı, işgücü piyasasında “çalışan yoksulluğun” kayda değer bir sayıya ulaştığı, ne eğitimde ne istihdamda bulunan evdeki genç sayısının genç nüfusun yaklaşık dörtte birine denk geldiği Türkiye, 36 üyeli Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nde (OECD) birinciliği kimselere kaptırmıyor. Ev-içi emeğin değeri ve karşılığının halen yok sayıldığı bir ortamda doğru uygulandığında yurttaşlık geliri, gençlikten toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve kent yoksulluğuna dek birçok sosyoekonomik sorunun çözümünü kendi içinde barındırıyor.

 

Örneğin 21 Şubat’ta kamuoyuna tanıtılan ve Türkiye’deki Roman toplulukların durumuna dair yürütülen “COVID-19’un Türkiye’deki Roman Toplulukları Üzerindeki Sosyo-Ekonomik Etki Araştırması”nın sonuçları ele alınırken, pandemi, iklim krizi gibi kırılganlık dönemlerinde 18 yaşından büyük herkese bir “yurttaşlık geliri” sağlanmasının önemi vurgulandı.

 

Geçici işlerde istihdam edilen ve kapitalist işleyiş içerisinde, günün birinde elinden kâğıt toplayıcılığı gibi iş kolları alınıp sürekli işsiz kalma ihtimali olan Romanların da yurttaşlık gelirinden faydalanması, yani gereksinim duyduğu gelir desteğini devletten almaları hem onların ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlanmalarını hem de ciddi yoksulluk dönemlerinde düzenli bir gelir ile asgari ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayan bir araç olacak. Çocuğu kısa boylu diye onu çöp konteynırı içine sallandırıp alüminyum atıkları toplattığı için okula göndermeyen Roman baba, belki bu gelir desteği sayesinde eğitimin önemini kavrayacak ve çocuğunun bu yoksulluk döngüsünü kırması için eğitimine sıcak bakacak.

 

Dolayısıyla temel gelir, kişilere minimum bir refah seviyesini garanti ediyor ve derin yoksulluğun ortadan kalkmasını sağlıyor. Böylelikle eğitimden sağlığa, adalete dek birçok sosyal politikanın da etkinliği artıyor.

 

Hak Temelli Gelir Güvencesi

 

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Temel Yurttaşlık Geliri’ne Aile Destekleri Sigortası kapsamında güvence veren yasa teklifi”nin hazır olduğunu açıkladı. Amaç, sosyal politikayı lütuf olarak görmek yerine hak temelli bir gelir güvencesini her aileye asgari düzeyde sağlamak. CHP, 2011 yılından beri bu projeyi gündeme getiriyor ve yoksul statüsündeki milyonlarca kişiye ortalama düzeyde bir aylık yardım verilmesini, çocuk sayısına göre ise yardımın artırılmasını öngörüyordu. Yardımın her ay ailedeki kadının banka hesabına yatırılması, aile mensubu işe girdiğinde ise bu yardımın kesilmesi planlanıyordu. 

 

Ancak burada gözden kaçan nokta, yurttaşlık geliri uygulamasının birim olarak hane halkına değil teker teker bireylere verilmesi; bu şekilde de toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki sorunları yeniden üretmeksizin ve sosyal yardımları aile paydasıyla sınırlandırmaksızın gelir desteği sağlanması.

 

Dolayısıyla, yurttaşlık geliri aynı zamanda maddi olarak özgürleştirici bir etkiye de sahip ve CHP’nin önerdiği modelden çok daha kapsayıcı bir temel üzerine inşa edilmiş.

 

Peki bu uygulama, onu yoksulluğa karşı palyatif bir önlem olarak gören birçok eleştiriye göre “tembelliğe özendirme” gibi bir sonuç doğurur mu? Devletten her ay sabit bir gelir aldığını düşünen birisi, çalışmaktan vazgeçip evde yan gelip yatar mı?

 

Söz konusu birey özünde tembelse yan gelip yatmaya devam etme riski elbette var, ancak yurttaşlık geliri konusunda Finlandiya başta olmak üzere pek çok ülkede tembellik-destek arasında herhangi bir bağıntı olmadığına dair birçok araştırma yapıldı. Sosyal yardım alan kişilerin sigortalı işe girdiğinde bu yardımı kaybetmekten korktukları için çalışmadıkları veya güvencesiz işlere yöneldikleri görülürken, yurttaşlık gelirini alanların sigortalı işlerde çalışmaları durumunda bu gelirleri kesilmiyor. Sadece hayatlarında bir değişiklik daha oluyor: İnsanlık onuruna yaraşmayan işlerde çalışmaya yanaşmıyorlar. Bir diğer deyişle, yurttaşlık geliri uygulaması, kişileri vahşi sömürü koşullarında çalıştırmanın önünü dolaylı olarak kesiyor.  

 

Ayrıca toplumda düşük gelir segmentinin neredeyse tüm gelirini tüketime ayırdığı düşünüldüğünde, yurttaşlık geliri uygulamasıyla birlikte tüketim de hareketlenmiş oluyor, bu tüketimden beslenen mahalle bakkalının kapanmasının önüne geçiliyor.

 

Türkiye’de bu sistemin uygulanması şu aşamada elbette zor. Thomas More’un 16’ncı yüzyılda kaleme aldığı Ütopya’sında hayali bir adada herkesin emeğine bağlı olmaksızın temel bir gelir güvencesine sahip olması misali halen birçoğumuz için “ütopik” bir düzenden söz ediyoruz.

 

Zaten dünya çapında da herkesi kapsayan bir evrensel temel gelir uygulaması sadece kısmi uygulamalar şeklinde gerçekleşiyor. Örneğin Finlandiya’da bir dizi denemeler oldu. Uygulama, tek başına tüm sorunları da çözmüyor. Özellikle bütçeye ek bir yük getirmesi endişesinden, toplumun tüm ekonomik sorunlarının günah keçisi olarak görülen, ötekileştirilen kesimlerin –vatandaş olan Suriyelilerden tutun da Romanlara dek- “bizim cebimizden besleneceğine” dair kalıp yargılardan dolayı algılarda da ciddi bir bariyer söz konusu. Makul bir düzeyde belirlenecek bir yurttaşlık gelirinin ise toplumun tutunamayanlarına nefes aldıracağı ve sosyal barışa katkı sağlayacağına kesin gözle bakabiliriz.

 

Derinleşen yoksulluk ortamlarında, yurttaşlık geliri gibi kapsayıcı yaklaşımların pilot şekilde dahi olsa başlatılması, edinilen dersler ışığında ülke geneline yaygınlaştırılması, birçok sosyoekonomik sorunun çözümünde bir kolaylaştırıcı rol üstlenebilir.

 

Brezilyalı meşhur Başpiskopos Helder Passoa Camara’nın sözünü anımsarsak; “Yoksullara yiyecek verdiğimde, bana aziz diyorlar. Yoksullara neden yiyecekleri olmadığını sorduğumda, bana komünist diyorlar.”

 

Yoksulluğu, açlığı sorgularken de tüm kimliklerimizden arınarak, insanlık paydası üzerinden ortaklaşalım ve artık açlığını unutmak için su içen çocuklarla çekilen röportaj görüntülerinin, açlığın tetiklediği çaresizlikten intihar eden gencecik bedenlerin olmadığı bir ülke için ortak akılla, sağduyuyla çözümler üretelim.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.