Papa Francis’in Mirası
Papa Francis’in papalığı hem muhafazakârları hem de yenilikçileri hayal kırıklığına uğratan dramatik bir papalık oldu. İnananlar tarafından sevilen Papa, ardında bölünmüş bir Kilise bıraktı.
Papa Francis ölümünden birkaç hafta önce oldukça iyi yaptığı şeyi yapıyor, muhafazakârları çileden çıkarıyordu.
Papa Francis, Şubat ayı ortalarında sıra dışı bir müdahalede bulunarak, Başkan Donald Trump’ın milyonlarca belgesiz göçmeni sınır dışı etme planını “insan onurunun ihlali” olarak nitelemiş, Başkan Yardımcısı JD Vance’i muğlak bir teolojik terimi yanlış kullanmakla suçlamış, yeni ABD yönetimiyle karşı karşıya gelmişti. Washington bu müdahaleye tahmin edildiği üzere öfkeyle karşılık verdi, Vatikan ise bu tepkiye kayıtsız kaldı, geri adım atmadı.
Bu hamle Papa Francis’in fevri, yoksulları ve savunmasızları koruma güdüsüyle merhametli bir şekilde teolojik jargondan uzak durduğu klasik hamlelerinden biri olduğu kadar parçalanmanın giderek arttığı bir dönemde diplomatik incelikleri bir kenara bırakarak, ayrılıkçı dobra bir tutum içinde olmaya istekli olduğunun da göstergesiydi.
Pazartesi günü, Paskalya’da 88 yaşında ölen Francis, ardında karmaşık bir miras bıraktı. Selefi 16’ncı Benedikt’in Vatileaks olarak anılan skandalın ardından aniden istifa etmesiyle 2013’te Kilise’yi temize çıkarmak üzere seçildi. Latin Amerika ve Cizvit kökenli ilk Papa olan Francis, 13’üncü yüzyılda yoksulların savunuculuğunu üstlenen Assisili Francis’e atfen Francis adını kullanan ilk Papa’ydı aynı zamanda. Kendini mülksüzleştirilmiş ve dışlanmışların savunuculuğuna adamış da olsa, ardında rahiplerin istismarından Vatikan’ın finansmanının kötüye kullanılmasına kadar, başarısızlıklarını ele alma konusunda yeterince çabalamayan bir kurum bıraktı.
Jorge Mario Bergoglio, demiryolu işçisi İtalyan göçmen Mario ve ev kadını Regina’nın çocuğu olarak 1936’da Buenos Aires’te dünyaya gelmişti. Zeki, yaramaz ve futbola düşkün olduğu söylenen Bergoglio, gece kulübü koruması ve temizlik görevlisi olarak çalıştıktan sonra kimya eğitimi aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra bir gıda laboratuvarında teknisyen olarak çalıştı. Ağır bir zatürre nöbeti geçirdiği için 1957’de akciğerlerinden birinin bir kısmı alındı. Bundan kısa bir süre sonra da ilham aldığı yerel bir rahibi ziyaret etti ve Cizvitlere katıldı.
Bergoglio başlarda görevini dünyevi dürtülerle bağdaştırmakta zorlanmıştı. Sonraları papaz okulundayken tanıştığı genç bir kadının “gözlerini kamaştırdığını” itiraf edecekti. Yine de Arjantin Kilisesi’nde hızla yükseldi, alicenaplığı ile ün kazandı ve Buenos Aires’in yoksul mahallelerindeki rahip sayısını iki katına çıkardığı için “gecekondu piskoposu” lakabını aldı.
Papa daha o zamanlarda da ayrıştırıcı bir figürdü. 1970’lerde cuntanın muhaliflerine karşı yürüttüğü kanlı “kirli savaş” sırasında, dönemin Arjantin’inin güçlü Cizvitlerinin lideri olan Bergoglio, ordunun kendi otoritesi altındaki muhalif din adamlarını kaçırmasına sessiz kalarak suça ortaklık etmekle suçlanmıştı. Bergoglio’nun astlarını korumaya çalıştığını iddia edenler de oldu.
Ebedi Şehir’de
Francis, 2001’de Papa John Paul II tarafından kardinal yapıldığında, alışıldık alçakgönüllü ve sade kişiliğine bürünmüştü. Rahiplik savurganlığından kaçınması, mütevazı yaşaması ve toplu taşıma araçlarını kullanmasıyla tanındı. Benedict XVI’nın görevi bırakmasının ardından, değişime ihtiyaç duyan Kilise’de reformistlerin ideallerini somutlaştırmış ve 8’inci yüzyılda yaşamış Suriyeli Papa Gregory III’ten bu yana Avrupa dışından gelen ilk papa olmuştu.
Papalığı, Benedict’in mesafeli ve akademik tarzından bir kopuşa işaret ediyordu. Kilise’nin daha çok bir “sahra hastanesine” benzemesi, ihtiyaç sahiplerine öncelik verilmesi ve cinselliğin öneminin küçümsenmesi için çabaladı. 2013’te gazetecilerin eşcinsel bir kişinin rahip olup olamayacağı sorusuna “Ben kimim ki yargılayayım?” demesiyle ünlüdür.
Karakteristik bir biçimde güler yüzle verilen bu mesaj, Francis’in 1960’larda Kilise’yi o dönemin liberal devrimleriyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan küresel bir istişare olan İkinci Vatikan Konsülü’nün ilerici hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik yıllarca sürecek girişiminin başlangıcı oldu. Papalığı süresince hoşgörü mesajı verdi, göçmenleri savundu ve kapitalist aşırılığı sert bir şekilde eleştirirken bu gündemi Afrika, Asya ve Latin Amerika’da hızla büyüyen Katolik grupların muhafazakârlığıyla dengelemeye çalıştı.
Francis üst düzey Vatikan ofislerini kadınlara ve sıradan insanlara açarak Kilise’nin binlerce yıllık yapısını bir derece kırmayı da başardı.
Bu kaotik çabaları muhafazakârları kızdırırken liberalleri de hayal kırıklığına uğrattı. Örneğin, kadın rahiplerin önündeki engelleri kaldırmadı ve aynı cinsten kişilerin kutsanmasına ilişkin dönüm noktası niteliğindeki bir bildiriyi öfkeli Afrikalı piskoposların baskısıyla etkisiz kılmak zorunda kaldı.
Francis uluslararası sahnede de ayrıştırıcıydı. Ukrayna’da barış için yaptığı acil çağrılar, Çin’in dinî azınlıklara yönelik baskısına sessiz kalması ve İsrail’in Gazze’yi işgalini sert bir şekilde kınamasıyla küresel güneydeki takipçilerinin hayranlığını kazandı ve Batı’daki destekçilerinden tepki aldı (solcu Peronist Arjantin’de şekillenen karmaşık bir dünya görüşünü yansıtıyordu). Liderlik tarzı da öngörülemez olabiliyordu; gazeteciler tarafından sızdırıldıktan sonra planlarını iptal edebiliyor ve verdiği sözlerden vazgeçebiliyordu.
Tüm bunlar, özellikle ABD’de giderek radikalleşen muhafazakâr bir kesimin büyümesine yardımcı oldu.
Francis’e karşı muhalefetin fiili lideri, Katolik Kilisesi’nin “fazla kadınsılaştığından” yakınan ve rahip açığını mihrap kızlarının getirilmesine bağlayan, gülünç derecede gösterişli piskopos kıyafetleri giymesiyle tanınan muhafazakâr Kardinal Raymond Burke idi. Burke, sözüm ona uyanış gündemi nedeniyle Francis ile defalarca çatıştı. Malta Şövalyeleri Tarikatı tarafından Myanmar’a prezervatif tedarik edildiği iddiası üzerine de tuhaf bir çatışma ortaya çıktı. Burke eleştirilerini yıllarca sürdürdü. Papa’nın Kilise’nin boşandıktan sonra yeniden evlenenlerin komünyon yasağını sona erdirme çabasına meydan okudu ve onun Latin ayini üzerindeki baskısına ateş püskürdü. Papa’nın bunlara tepkisiyse Burke’ü sessizce marjinalleştirmek ve en nihayetinde Vatikan’daki sübvansiyonlu daire hakkını elinden almak oldu.
Gerçekten de Francis ürkek değildi ve babacan görüntüsü, düşmanlarını birbirine düşürme ve hiç beklemedikleri bir anda onları tuzağa düşürme yeteneğini gizliyordu. Daha açık bir ifadeyle, düşmanlarına hakaret etmekten hoşlanıyordu. Hatta kendini beğenmiş muhafazakâr eleştirmenlerinin akli dengelerinin yerinde olmadığını söylüyordu.
Bu arada muhafazakâr düşmanları, hâlâ hayattayken kendi değerlerinin totemi olarak Benedict’i kullandılar. Francis’in yönetimi altında Petrus’un tahtının boş olduğunu iddia ettiler, hatta bazıları onu “deccal” olarak adlandırdı.
Francis’in Vatikan’ın mali durumunu düzeltme çabaları da dahil olmak üzere, hataları da onlara yardımcı oldu. 2017 yılında, Londra’daki bir gayrimenkule yapılan hatalı yatırımın yanı sıra eski Kardinal Angelo Becciu’nun mahkûm edilip hapse atılmasına yol açan üst düzey bir denetçi gizemli bir şekilde görevden alındı. Francis’in duruşma devam ederken Becciu ile özel olarak görüşmesi aldığı kararlarla ilgili soru işaretleri yarattı.
Üst düzey yardımcıları hakkındaki taciz iddialarını ele alması da benzer sorunları gündeme getirdi. Papa’nın ağır cinsel suiistimalle suçlanan yakın arkadaşlarını koruduğu ve hatta terfi ettirdiği görüldü. Bunlar arasında Cizvit rahip ve mozaik sanatçısı Marko Rupnik de vardı. Rupnik’in cafcaflı sanat eserleri tecavüz suçlamaları ortaya çıktıktan sonra bile Vatikan tarafından yeniden sipariş edilmişti.
Papa’nın hükümdarlığının belirleyici özelliğinin tutarsızlık olduğu söylenebilir. Kilise’de reform yapmak yerine, kendisinden sonra gelecek olana büyük ölçüde kaos ve teolojik bir açmaz bıraktı.
Muhafazakârlar bıçaklarını bilerken, savaş çetin geçeceğe benziyor.
Francis, çoğu Avrupa dışından olan halefini seçmeye hak kazanacak 138 kardinalin 110’unu atayarak din adamlarının coğrafi dağılımını yıllar içinde dramatik bir şekilde yeniden şekillendirdi. Ancak Roma’dakiler, Vatikan ittifaklarının yeni bir papaya nadiren geçeceğini, Francis’in ölümünden sonra onun vizyonunu destekleyeceklerinin garantisi olmadığı uyarısında bulunuyor.
Yine de Papa’nın papalığı etrafındaki drama büyük oranda elit bir drama oldu: Öldüğünde, dünyadaki 1,4 milyar inanandan çoğu politikacıyı kıskandıracak oranda onay almıştı.
Bu yazı POLITICO sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
BEN MUNSTER & HANNAH ROBERTS