AKP’nin Altılı Masası

AKP’nin “Altılı Masası”, aslında eski bir hikâyeyi yeni bir dille anlatma girişimi. Erdoğan, bir kez daha toplumun en temel duygusuna seslenmek istiyor: İstikrar. Ama bu kez istikrar, ekonomik sürdürülebilirliğin, demokrasinin değil, aynı hikâyeyi sürekli yeniden anlatabilen bir iktidarın istikrarı. İktidarın sürekliliğini hedefleyen bu proje iktidar tarafından başarıyla yürütülürse, toplum tarafından kolayca bir değişim vaadi gibi görülebilir ve rıza üretebilir.

akp altılı masa

2023 seçimlerinin ardından Türkiye’de siyaset yeni bir faza girdi. CHP’nin “Altılı Masa” tecrübesi, yalnızca kendi seçmen tabanını değil, çözüm üretme kapasitesine güvenen daha geniş kesimleri de derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Cumhur İttifakı’na yönelen kararsız seçmen grupları için bu sonuç “her şeyin sonu” duygusunu güçlendirdi. Ancak CHP dinamikleri, hızlı bir refleksle “değişim” söylemi ve eylemi etrafında toparlanarak 2024 yerel seçimlerinde bu ağır yenilginin etkilerini büyük ölçüde dağıttı ve ilk meyvelerini topladı.

 

Tam da bu andan itibaren Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı, belki de ilk kez iktidar olmanın değil, iktidarını sürdürebilmenin stratejisini kurmak zorunda kaldı. Yeni hedef artık büyük ideolojik veya ekonomik atılımlar değil; yeniden meşruiyet üretmek, siyaseten ve toplumsal olarak yeniden kabul görecekleri bir zemini yeniden yaratmak.

 

Uzun süredir sanki uygun zamanı ve zemini aradığı hissedilen bu meşruiyet arayışı, 19 Mart operasyonlarıyla alenileşti. İmamoğlu’nun göz önünden uzaklaştırıldığı, CHP’nin her yönden kıskaca alınmak istendiği bu süreçte Erdoğan bir yandan da “yeni anayasa” tartışmalarını gündeme taşıdı ve Kürt sorununda yeni bir “çözüm süreci” havası estirdi. 

 

AKP’nin yeniden meşruiyet yaratma çabası, TBMM açılış resepsiyonunda verilen fotoğraflarla bir adım daha görünür hale geldi. O karelerde Erdoğan ve muhalefet liderleri gülümseyerek poz verirken, aslında yeni bir dönemin simgesi ortaya çıktı: AKP’nin Altılı Masası.

 

Seçimler İçin Denklem

 

AKP’nin son bir yıldaki adımları ile sanki erken veya değil ama kendisi için en uygun zamanda yapılabilecek bir seçime hazırlığın işaretleri. Ama mesele sadece seçim değil. AKP artık tek başına kazanmaktan çok, yeniden merkez olmanın yollarını arıyor gibi. Bir yandan ekonomi yönetiminde “rasyonelleşme” vitriniyle krizi kontrol altında tutmaya çalışarak, tıpkı 2009-2011 döneminde olduğu gibi, “durum zor ama toparlıyoruz” cümlesiyle temsil edilebilecek toplumsal sabır duygusunu diri tutuyor. Diğer yandan dış politikada gerilim yerine diplomatik normalleşme ile “oyun kurucu” pozisyonunu korumaya çabalıyor. İçeride ise CHP’yi sert biçimde dışarıda tutarak, geniş bir cephede “yumuşama” ve “diyalog” havası yaratıyor. “Yeni anayasa” tartışmasını da bir şekilde bu vitrinin merkezinde tutuyor.

 

Erdoğan, siyasal psikolojiyi yönetme konusunda usta bir siyasetçi. Her krizde toplumun “yenilenme umuduna” yaslanarak yeniden ayağa kalkmasının en etkili yolunu buldu. Kendi yarattığı ya da büyümesine öncülük ettiği krizlerden hep aynı yöntemle çıktı: Krizi yönetmekte zorlansa da sahnede “değişimin öncüsü” rolünü oynamak. Şimdi de aynı oyunu bir kez daha, ama bu kez çok daha karmaşık bir prodüksiyonla oynuyor. İnce işlenmiş bir senaryo, geniş bir oyuncu kadrosu, çok daha büyük bir sahne. Başarıyla sahnelemekten başka çaresinin olmadığı bu oyunda amaç, krizin ortasında “değişebilen iktidar” imajı yaratmak. Yani yine kendinin tek alternatifinin yine kendisi olduğu “gerçeğini” seçmen nezdinde bir kere daha doğrulatmak. 

 

Yeni Konsensüs Arayışı

 

Görünen o ki AKP, 2023 öncesinde CHP’nin kurduğu “Altılı Masa” modelini tersine çevirerek kendi versiyonunu kuruyor. Muhalefet, bu modeli “iktidar değişiminin yolu” olarak sunmuştu, Erdoğan şimdi aynı biçimi “iktidarın sürekliliğinin zemini” haline getiriyor.

 

İktidarın gözünde bu masada MHP değişmez omurga. BBP, İYİ Parti, Zafer Partisi, Anahtar Parti gibi milli-muhafazakâr tabanın genişletici halkaları bir kol boyu mesafede. Hüda-Par, Kürt muhafazakâr seçmen kanalı olarak bu denklemde özel bir rol üstlenebilir. DEM’i bütünüyle çekmenin gerçekçi olmadığı ortada ancak “yeni çözüm süreci” ile DEM içinde yalnızca “Kürt meselesi” nedeniyle orada duran önemli bir kesimi en azından nötr hale getirmesi mümkün olabilir. Yeniden Refah Partisi, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi gibi aktörlere ise kapı her zaman aralık. Geçmişte olduğu gibi ideolojik yönelimlerle farklı toplumsal kümeleri tek bir söylemde buluşturmayı değil her bir küçük segmenti kendi alanında iktidarla simbiyotik ilişki içinde tutmayı amaçlayan bu “pragmatik masa” aynı zamanda AKP sisteminin kendi kendini restore etme masası.

 

CHP’nin Yalnızlığı

 

Ancak bu yeni konsensüs stratejisinin işlemesi için yalnızca AKP’nin çabası yetmiyor; CHP’nin tam anlamıyla yalnızlaşması gerekiyor. 2023 seçimlerinde muhalefetin “en geniş ittifak” deneyimi her ne kadar sandıkta başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da CHP’yi geniş bir seçmen nezdinde “oy verilebilir” makulüne taşıdı. Şimdi iktidar o modeli temellerinden yıkarak, CHP’nin hem siyasal hem psikolojik olarak izole edildiği, tek başına kaldığı bir zemini olgunlaştırmak istiyor. Bir yandan kamuoyunda “yumuşama” havası yaratılırken, diğer yandan CHP, yolsuzluklarla, iç çekişmelerle, uzlaşmaz tutumla anılır hale getiriliyor. Böylece AKP ülkeyi yumuşatan (normalleştiren) bir pozisyona otururken, CHP ise giderek radikalleşen bir gerilim odağına dönüştürülüyor. Sonuçta, ne yaparsa yapsın CHP ya “sistemin dışında” ya da “iktidarın ritmine uyan” bir figür gibi kodlanıyor. 

 

Bu, yaklaşan seçimlerin en büyük psikolojik kuşatması olabilir.

 

TBMM açılış resepsiyonunda verilen fotoğraflar, bu stratejinin sembolik ilanı gibiydi.


O fotoğraflar gerçek bir uzlaşmanın değil, iktidarın yeniden “merkez” olduğu görüntüsü, “birlikte normalleşme” hamlesinin sahneye taşındığı bir siyasi performanstı. O fotoğraflarla Erdoğan gelecekteki iktidarının yeni meşruiyet kurgusunu sergiledi: O fotoğraflarda olanlar “sistem içi”, olmayanlar “sistem dışı.” 

 

Ve sistem içinde olan kim varsa, makbul olan odur.

 

AKP’nin bugün aradığı şey “Yeni Türkiye”, “Türkiye Yüzyılı” gibi büyük ideolojik anlatılar değil.


Toplum yorgun, krizlerden bıkmış, umut arıyor. Erdoğan bunu sezdi ve “Birlikte normalleşme” fikrini merkeze yerleştirdi. AKP, artık meşruiyetini başarıdan değil, “tek başına muhalif” CHP’nin başarısızlığından türettiği, kendini sistemin merkezine yerleşmiş bir “koordinasyon gücü”ne dönüştürdüğü, iktidarda kalmaktan öte mutlak iktidarın ta kendisi olduğu duygusundan almak istiyor.

 

Resepsiyondan Bugüne 

 

TBMM açılış resepsiyonu sonrasında servis edilen fotoğraflara, CHP tabanından gelen tepkilere yönelik 2023’ün “Altılı Masa” bileşenlerinden gelen açıklamalar iktidarın yeni konsensüs hattını doğrular nitelikteydi. Bu fotoğraflar, yalnızca Erdoğan’ın kurduğu yeni merkezin çevresinde kimlerin nasıl konumlandığını da muhalif kamuoyu gözünde görünür kıldı. Ali Babacan, CHP tabanından gelen eleştirileri öfkeyle karşıladı. “Bu kafayla CHP yalnız kalır” sözleri, AKP’nin kurmak istediği siyasal haritayla kesişen bir duygusal tepkiydi. Ancak bu çıkış, AKP’nin yönlendirdiği duygusal bir refleks olmaktan çok, DEVA’nın kendi varlığını muhalefet içi dengelerde koruma çabası olarak da okunabilir.

 

Benzer biçimde Ahmet Davutoğlu’nun, “Devletin bana ihtiyaç duyduğu yerde tereddüt etmem” ifadesi, kişisel bir misyon duygusundan hareket eden ama rejimin yeniden merkezileşmesine psikolojik zemin sunan bir açıklama niteliğinde. 

 

Her iki tavır da kendi siyasal hesapları açısından anlaşılır olsa da, sonuçta aynı denklemi güçlendiriyor: Merkezde iktidarın yer aldığı, CHP’siz bir uzlaşma mimarisi.

 

Bugün “AKP’nin Altılı Masası” olarak kavramsallaştırdığım model, yalnızca iktidarın inşa ettiği bir propaganda kurgusu olmaktan çıkıp seçimlere doğru hızla meşruiyet kazanan bir yeni siyasal normal haline gelebilir. Siyasetin ittifaklar üzerinden şekillendiği, buna bağlı olarak siyasi aktörlerin güç dengelerinin pazarlıklar etrafında konumlandığı Türkiye’de, bu süreci elbette her iki partinin siyasetteki temsil gücü ve özgül ağırlığını göz ardı etmeden yorumlamak gerekir. Bu nedenle Babacan’ın ve Davutoğlu’nun açıklamaları bütünüyle iktidarın kurgusuna teslim olmuş refleksler olarak değil, kendi partilerinin varlığını sürdürme ve kendi siyasi alanlarını genişletme stratejileri olarak da okunabilir. Ancak görmek gerekir ki bu hamleler, ister bilinçli ister içgüdüsel olsun, liderlerin niyetinden bağımsız olarak iktidarın kurmak istediği yeni dengeyi meşrulaştırma etkisi yaratıyor.

 

CHP açısından derinlemesine analiz edilmesi ve karşı stratejisinin dikkatle kurgulanması gereken bu süreçte Özgür Özel’in, tepkiler sonrasında parti liderlerini tek tek arayıp “daha çok yan yana geleceğiz, olur böyle şeyler” tonundaki telafi edici dili siyasi nezaketin ötesinde, stratejik bir hamleydi. CHP lideri, Erdoğan’ın kurduğu “görsel merkez”in karşısına, büyük kopuşlara yol açmayan sıcak iletişimle yürütülen bir “merkezde denge” siyaseti koymuş oldu.

 

Bu Senaryo Başarılı Olur mu? 

 

AKP’nin “Altılı Masası”, aslında eski bir hikâyeyi yeni bir dille anlatma girişimi. 2002’de “vesayete karşı demokrasi”, 2011’de “yerli-milli kalkınma”, bugün ise “normalleşme, uzlaşı, iç cephe” kelimeleriyle dekore edilen bir süreklilik arayışı. Erdoğan, bir kez daha toplumun en temel duygusuna seslenmek istiyor: İstikrar. Ama bu kez istikrar, ekonomik sürdürülebilirliğin, demokrasinin değil, aynı hikâyeyi sürekli yeniden anlatabilen bir iktidarın istikrarı. İktidarın sürekliliğini hedefleyen bu proje iktidar tarafından başarıyla yürütülürse, toplum tarafından kolayca bir değişim vaadi gibi görülebilir ve rıza üretebilir. Toplum, yeniden değişim umuduyla, bu düzenin kuranlarla aynı düzene bir kez daha razı olabilir.

 

Her ne kadar tıkır tıkır işleyecek bir plan gibi görünse de iktidarın işi kadar kolay değil.


“AKP’nin Altılı Masası” planı, kendi iktidar koalisyonu yıpranmış, seçmen sabrı ve konsolidasyonu azalmış durumdayken, iç gerilimlerini aşmakta zorlandığı gözlenen bir ittifakın üzerinde yükselmek zorunda ve bu kez karşısında, örgütsel olarak taze, siyaseten olgunlaşmış, Türkiye’nin “değişim” ihtiyacını gören ve karşılamaya istekli, belki de en önemlisi “masa deneyimi” güçlü aktörler var. Yani denklem, artık tek taraflı değil. Siyaset yeniden bir kurgu savaşına değil, toplumsal meşruiyet yarışına dönüşüyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.