Kötülüğün Pençesinde Nefesi Daralan İnsanlığımız

Kadim öğreti, inanç ve dinlerin temel kaidelerine göre insan özü gereği rasyonel bir varlık olmanın ötesinde duygudaş bir varlıktır. Bu özelliği onu aklı ile kalbini birlikte kullanma donanımına sahip kılar. Hakikat bu iken temel metinler ve kadim kaynakların tarif ettiği düşünen, sezen, hisseden insanı, duygusuz ve acımasız bir varlık olma haline savuran nedir?

insanlık

Hepsi birbirinden ağır işkencelerin kol gezdiği bir ölüm kampını sadece tek bir duvarla ayıran bahçeli evlerinde neşeyle dolu günler geçiren bir aile düşünün. Bahçedeki peyzajın güzelliği o kadar göz alıcı ki evin anne babası, çocuklar ve bahçıvanlar neredeyse her bir çiçekle, ağaçla ve bitki ile en özel şekilde ilgileniyorlar. Üstelik bu ailenin babası, duvarın diğer tarafındaki toplama kampının sorumlu komutanı. Ailenin mutluluk tabloları çizdiği bu bahçenin ve evin her tarafını, her an, işkence altındaki çocukların, kadınların ve yaşlıların çığlıkları dolduruyor. İnsan doğasının dayanma sınırlarında bu kadarının mümkün olamayacağı ve bunun ancak distopik bir film senaryosu olabileceği düşünülebilir. Ancak bunlar Auschwitz kampının sorumlu komutanı Rudolf Höss ve ailesinin gerçek hayatından kesitler içeren bir filmin (The Zone of Interest) sahnelerden bazıları.

 

Duvarın diğer tarafında çocuklar katledilirken bir anne, sanki hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi kendi çocuklarını sevmeye devam edebiliyor. Hemen yanı başında binlerce hayat solarken, bir insan çiçekleri soldurmamak için onları sulamaya devam edebiliyor. Dayanılmaz acılar, katliamlar ve işkenceler neredeyse gözünün önünde vuku bulurken, insan tüm yaşananlara duyarsız kalabiliyor. Erdem arayışı ile anılan insanı, bir anlık bile olsa kabullenmesi zor olan böylesi bir durumun karşısında yıllarca tepkisiz kalabilecek duruma getiren nedir? Arendt kötülüğün sıradanlaşması derken ve Saramago körlükten bahsederken acaba bunu mu kastediyordu? 

 

Vicdanın felce uğradığı bu tablo, insanın ne denli çelişkilerle dolu bir doğaya sahip olabileceğini açıkça gösteriyor. Bahçe kapısının açıldığı dar yolun hemen karşı tarafındaki kamptan, işkenceye maruz kalan insanların kulakları sağır eden çığlıkları aralıksız bir şekilde yükselirken o kampın komutanı olan baba, çocuklarına uyku öncesi kitaplar okuyabiliyor. Cesetlerin yakıldığı fırınlardan yükselen dumanlarla havaya yanmış et kokusu yayılırken evin annesi mutfakta lezzetli yemekler pişirmek için canhıraş bir şekilde çalışabiliyor. Sınırsız bir iyilik potansiyeli ile donanmış olan insan bu kadar kötülüğe karşı küçücük bir refleks dahi geliştirmeyecek duruma nasıl gelebiliyor? İnsanın başkalarının acılarını hissedebilme kabiliyetini öldüren nedir? 

 

Körlük, İrade ve Persona

 

Saramago, körlüğün bir salgın halinde toplumun tüm katmanlarına hızla yayılabilen ölümcül bir virüs olduğundan bahseder. Görmezden gelinmeye başlanan her acı, suç, suistimal ahlaki çöküntüye bir adım daha yaklaştırır bizi. Arendt, iradesini askıya alarak kendini bir ideale, ödeve ve göreve adayan insan için kendi yaptığı kötülükleri meşrulaştırmanın oldukça basitleşeceğini ve bunun kötülüğü sıradanlaştıracağını söyler. İnsanın iradesi ile kendisinin arasına giren dış etkenlerin büyük ruhsal ve varoluşsal sapmaların itici gücü olabileceğini gösterir bu durum. Ve tüm bunlar Sokrates’e göre insan yaşamının tek gayesi erdemli bir hayat sürmek iken dünyanın başına gelir. 

 

Jung, personalarımızdan bahsederken farklı kişiliklerle yaşamımızı sürdürdüğümüzü söyler. Özel hayatında yakınlarına karşı oldukça fazla empati geliştirebilen bir insan sosyal hayatında/dışarıya karşı bambaşka bir karaktere bürünebilir Jung’a göre. Persona, gaz odalarında boğulmuş, sessiz çığlıklar içinde can veren insanların fırında yanan cesetlerinden yayılan dumanların kapladığı bir bahçede de en temel insani duyguları maskeleyebiliyor göründüğüne göre. Oysaki çağın en önemli etik felsefecilerinden birisi olan Peter Singer, insanın sadece mesafe olarak kendisine yakın olanların değil, uzak olanların da çektiği acılardan ve yoksunluklardan sorumlu olduğunu belirtir¹.

 

Kadim öğreti, inanç ve dinlerin temel kaidelerine göre insan özü gereği rasyonel bir varlık olmanın ötesinde duygudaş bir varlıktır. Bu özelliği onu aklı ile kalbini birlikte kullanma donanımına sahip kılar. Varlığın hakikatinden neşet eden ve insandan tabiata, bir başkasına ve çevresine doğru genişleyen bu diğeri ile bütünleşme hali insanı, yaşamak sıradanlığından var olmak marifetine taşır. Hakikat bu iken temel metinler ve kadim kaynakların tarif ettiği düşünen, sezen, hisseden insanı, duygusuz ve acımasız bir varlık olma haline savuran nedir? 

 

Bu soruya psikolojik, sosyolojik, antropolojik açılardan cevaplar aramak mümkündür. Örneğin Bauman’a atıfla, kötülüğün olağanlaştığı bir çevrede total kötülük içinde kendi payının ihmal edilebileceği varsayımıyla insan duyarsızlaşabilir. Başka bir pencereden bakıldığında, doğasındaki bencillik insanı yaratılıştaki eşine karşı ilgisizliğe sevk edebilir. Ancak bu soruya dair en doğru yanıt, insanın özgür iradesinin canlılığı soruşturularak geliştirilebilir. İnsanın özgür iradesini gölgede bırakan, solduran, zayıflatan sebepleri aramakla başlanabilir bu sorguya. Dış faktörlerle/otoritelerle olan ilişkisini tabiiyet-aidiyet-teslimiyet seviyesine taşıyan insan, kendisi ile kurduğu organik bağı kaybeder. İçsel dünyasında oluşan bu boşluk, tabiata ve bir diğerine karşı da duygusuzluğu ve ilgisizliği doğurur. 

 

Aristoteles’e göre insanlar beş ahlaki kontrol seviyesinde sınıflandırılabilir. Bunlar, doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek kadar kötü olanlar (1); doğruyu yanlış anladıkları için kötülük yapanlar (2); doğru ile yanlışı ayırt edebilmelerine rağmen ruhlarının kötü isteklerine akılları/bilgileri ile engel olamayanlar (3); ruhlarını eğiterek iradelerine söz geçirebilenler (4); kötü arzularını tamamen ortadan kaldıracak ruhi olgunluğa ulaşanlar (5) şeklinde tasnif edilir.² Bilgi sahibi olmanın kötülüğü engellemeye yetmediği, bunu başarmak için kendi doğal ritminde eğitilmiş bir irade ve ruh birlikteliğine ihtiyaç olduğu açıktır. 

 

Özgün ve özgür bir irade taşıyan insan, tabiatı gereği iyi, güzel ve doğruya yönelik erdemli bir hayatın peşinde koşar. Sadece iradesi hapsedilen insanlar sistemli kötülüklerin seyircisi yapılabilir ve onların bilgileri ne kadar fazla olursa olsun ruhlarının kötü arzularına engel olamazlar. İçinde bulunduğumuz çağda ruh ve irade eğitimini perdeleyen, hakikate ulaşılmasını zorlaştıran, insanın kendisi ile geliştireceği organik bağı koparan birçok faktörden bahsedilebilir. Ancak bunların arasında adeta insanı hissizleştirme, acı olayları sıradanlaştırma ve düşünen özneyi fikirsizleştirme aygıtı rolü taşıyan bir tanesinin payının nispeten daha fazla olduğu söylenebilir. Gerçek Bakanlığı’ndaki işinden yine bir mesai bitimi evine dönen Winston Smith tele-ekranın kendisini görmemesi için saklandığı köşesinden kulağıma şöyle fısıldıyor: “Daha önce örneği görülmeyen kitlesel katliamlara çağdaş dünyada bu kadar ilgisiz kalınması, modern propaganda araçları sayesinde insan iradesine geçmişe nazaran daha kolay ipotek konulması ile mümkün hale geliyor olabilir mi?”

 

__

¹Peter Singer (2009). Kurtarabileceğin Hayat. https://www.thelifeyoucansave.org/the-life-you-can-save-turkey/

²Peter Gibson (2021). Antik Yunan’dan Post Modernist Döneme Kadar Felsefenin Kısa Tarihi. Ketebe Yayınları.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.