“Kudüs-Kaşgar Hattındaki Bağlantı Kopmamalı”

“Bölgeden doğru ve direkt haber almak zor, bunun üstüne Çin’in ısrarla tedavüle soktuğu yalan ve dezenformasyonları ekleyin.Yakın çevremizdeki sıcak çatışma alanları bizi girdap gibi kendine çekiyor. Bu hengâmede Doğu Türkistan gündemin geri sıralarına düşebiliyor. Ancak orada da sürekli hatıra tutulması gereken sıcak bir yara var.”

kayıp coğrafyanın izinde

Mülakat: Cihat Arpacık

 

Dünyanın en kapalı, en sansürlü, en sessiz bölgelerinden biri… Haber ajanslarının radarına nadiren giren, diplomatik cümlelerin arasında eriyip giden bir gerçeklik. Fakat orada, tarihin en eski İslâm şehirlerinden biri olan Kaşgar hâlâ nefes alıyor. Kâşgarlı Mahmud’un gölgesi, Yusuf Has Hâcib’in cümleleri, Satuk Buğra Han’ın duası hâlâ dolaşıyor taş sokaklarında. Yüzyıllardır Çin’in sınırları içinde sıkışıp kalan bu topraklar, uzun süredir yeniden şekillendirilirken diğer yandan kimliğini, dilini, inancını ve hafızasını korumaya çalışan bir halkın sessiz direnişine tanıklık ediyor. Fakat bu tanıklık, dışarıdan bakan gözler için neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda. Oysa tanıklık, yalnızca bir gözlem değil; bir sorumluluk, bir yükümlülük, bir emanet meselesi. Taha Kılınç’ın “Kayıp Coğrafyanın İzinde: Doğu Türkistan Seyahatnamesi” adlı kitabı, tam da bu sessiz coğrafyanın içinden yükselen tanıklıklardan biri. Kılınç, kitabında yalnızca gördüklerini değil, gördüklerinden duyduğu mesuliyeti de yazıya dönüştürüyor. Kılınç’la hem bu seyahatini hem de Doğu Türkistan’ın bugünkü haline dair gözlemlerini konuştuk.

 

Seyahatnameler, klasik anlamıyla gezilen yerlerin betimlenmesidir ancak sizin metniniz bir “tanıklık kaydı” niteliği taşıyor. Sizce tanıklık ile gözlem arasında nasıl bir fark var? 

 

Aradaki fark için başka bir kavram daha kullanmam lazım: Sorumluluk. Müslümanlar olarak, yeryüzünde insanların ve hadiselerin şahidi olduğumuza, gidişattan sorumlu tutulacağımıza ve nihayetinde şahit olduklarımızdan hesaba çekileceğimize iman ediyoruz. Bu, “gözlem” gibi dar bir kalıba sığacak bir durum değil diye düşünüyorum. Biz şahitlik ediyoruz ve her şahitliğimizin de hem bu dünyada hem de âhirette bir karşılığı var.

 

“Sahadan doğru haber almanın zorluğu” dediğiniz yerde Doğu Türkistan hakkında “bilgi sahibi olmak” ne anlama gelir?

 

Doğu Türkistan hakkında bilgi sahibi olmak şu anlam çerçevesine sahip: Sahada olan biteni izleyebilmek, gördüklerini doğru bir bağlamda yorumlayabilmek ve nihayet adaletli bir biçimde aktarabilmek. Bölgenin mevcut şartları sebebiyle, “bilgi sahibi olmak” mefhumunun belki de en zahmetli olduğu coğrafya Doğu Türkistan. 

 

Çin’in uyguladığı “çok boyutlu dezenformasyon”u göz önünde bulundurduğunuzda neler söyleyebiliriz? Çin konsolosluğu, bir PR şirketine Doğu Türkistan ve Çin’le ilgili “olumlu” haberlerin yapılması karşılığında büyük paralar ödenmişti. O şirket de ana akımdan çok sayıda televizyon ve gazeteciyle “program” karşılığı farklı anlaşmalar yapmıştı. Sözleşmeleri bir vesileyle gördüğüm için bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çin dezenformasyonunun nasıl farkında olabiliriz?

 

Her devlet kendini savunmak ve ününü korumak ister, bu doğal bir durum. Ancak Çin söz konusu olduğunda şu soruyu bizatihi sormak gerekiyor: Perdenin arkasında gizlenen şeyler neler? Zira bahsettiğiniz biçimde çalışan bir devlet aklı söz konusu. “Parayı bastırırım, istediğimi söyletirim” şeklinde bir tavır… Dezenformasyonun farkında olmanın ilk şartı da, bilmek. Hadiselerin arka planına ve iç yüzüne ne kadar vakıf olursak, uygulanan karartmanın da o kadar farkında oluruz. Öbür türlü kullanılmak kaçınılmaz. 

 

taha kılınç

 

“KİTABIN BASILMASINI ENGELLEMEK İÇİN DİPLOMATİK KANALLARI KULLANDILAR”

 

Çin devletinin kitabın basılmaması için gayret sarf ettiğini biliyoruz. Bu gayret nasıl şekillendi?

 

Diplomatik kanallarla, kitabın yayınlanmasını istemediklerini açık ve net bir biçimde ifade ettiler. Hatta kitap yayınlandığı takdirde “Türkiye-Çin ilişkilerinin zarar göreceği” şeklinde bir yorumları bile oldu. Albayrak Medya ve Ketebe Yayınları kitabın okurla buluşması noktasında büyük bir dirayet gösterdi. Kendilerine müteşekkirim.

 

“Geleceğe ve bizden sonraki nesillere kanıt bırakmak” diyorsunuz. Bu, tarih yazımıyla nasıl bir ilişki kuruyor? Kitabınızın tarihsel hafızada nasıl bir yer edinmesini umuyorsunuz?

 

İnsanın kendi kaleme aldığı bir kitap hakkında söz söylemesi oldukça zor. Ancak kitabın mazhar olduğu ilgi ve teveccühü öncesinde asla tahmin bile edemediğimi söylemem gerekiyor. Bunu, unutulmuş bir İslâm beldesinin yeniden hatırlanması ve gündeme taşınması adına, Rabbimin bir lütfu olarak değerlendiriyorum. Kullar, sadece vesiledir. 

 

Seyahatnamenin “geleceğe ipucu bırakmak” iddiası, aynı zamanda bir tür gelecek tahayyülü de içeriyor. Sizce 21. yüzyılın sonunda Doğu Türkistan nasıl bir yer olarak hatırlanacak?

 

Ben tarihe her zaman olumlu taraftan bakmak taraftarıyım. İslâm ümmeti olarak bugünkünden çok daha kötü ve karanlık dönemleri gördük. Şehirlerimiz, şimdikinden çok daha kapsamlı biçimde yıkıldı. Hem de defalarca. Bundan 50-60 sene önce Sovyetler Birliği’nin sınırları içindeki Orta Asya’yı görme imkânımız olsaydı, şu cümleyi kurardık muhtemelen: “İslâm bir daha buraya uğramaz.” Ancak bugün yaşanan gelişme ve ilerlemeler bambaşka. Dolayısıyla umut kesmemek ve bugünün vazifelerine odaklanmak gerekiyor.  

 

“Bölgenin, Türkiye’den bakınca belki hiç göremediğimiz bir derinliği var” diyorsunuz. Bu derinlik, yalnızca tarihsel mi yoksa manevi-kültürel bir boyutu da var mı?

 

Tarihî, manevî, kültürel, coğrafî ve hatta ekonomik… İpek Yolu’nun ana akslarının geçtiği, daha ilkokuldan itibaren hafızamıza kazınan Kaşgarlı Mahmud’ların, Yusuf Has Hacib’lerin, Satuk Buğra Han’ların memleketinden söz ediyoruz. Şu anki mevcut durum ve aramıza dikilen engeller, o coğrafyayı zihinlerimizden uzaklaştırmış ve “kayıp” hale getirmiş. Oysa Doğu Türkistan, hiç zannetmediğimiz kadar yakın ve aşina bize.

 

Uygur kültürünü gözlemlerken, tarih ile gündelik hayat arasındaki kesişimi nasıl okudunuz? Gelenek, kimlik ve direniş arasında nasıl bir bağ gördünüz?

 

Ziyaret ettiğimiz yaklaşık 15 yerleşim biriminin tamamında Uygurlar nüfus olarak çoğunluktaydı. Ancak Çin yönetiminin uyguladığı çok boyutlu (etnik, dinî, kültürel, folklorik, tarihî vb.) kuşatma öylesine derinlere işlemiş durumda ki, Uygurların kendileriyle alakalı hayatî kararlar vermek durumunda kaldıkları anlaşılıyor. Ben yine de, işgalcilerin sinelere el uzatamayacağı ve kalplerin sırrını bilemeyeceği noktasını akıldan çıkarmamak gerektiği kanaatindeyim.  

 

Çin’in modernleşme politikaları içinde “mekânın ideolojik yeniden üretimi” (örneğin ibadethanelerin dönüştürülmesi) dikkat çekiyor. Bu mekânsal dönüşümü siz nasıl tanımlarsınız?

 

Buradaki temel hedefin İslâm’ı Çinlileştirmek ve Çin’deki Müslümanları İslâm’ın ana gövdesinden koparmak olduğu görülüyor. Mimarî, sadece bina inşaatından ibaret değildir. Veya mekânlara müdahale, sadece siyasetin aldığı kararlardan ibaret kalmaz. Mekânsal dönüşüm, insanın kalbini, ruhunu ve düşünce dünyasını da şekillendirdiği için, Çin’in bu yönde attığı adımların son derece planlı, programlı ve maksatlı olduğunu söyleyebilirim. 

 

“ORADA SICAK BİR YARA VAR”

 

Türkiye’de Doğu Türkistan meselesinin “gölgeye düşmesi”nden söz ediyorsunuz. Sizce bu gölgenin nedeni jeopolitik mi, kültürel mi, yoksa sadece ilgisizlik mi?

 

En büyük sebep, bölgeden doğru ve direkt haber almanın zorlukları. Bunun üstüne, Çin’in ısrarla tedavüle soktuğu yalan ve dezenformasyonları ekleyin. İlaveten, yakın çevremizdeki sıcak çatışma alanlarının da bizi girdap gibi kendisine çekmesi söz konusu. Bu hengâmede, Doğu Türkistan gündemin geri sıralarına düşebiliyor. Ancak orada da sürekli hatıra tutulması gereken sıcak bir yara var. Kudüs-Kaşgar hattındaki bağlantıyı hiç koparmamalıyız.

 

Müslüman dünyanın ortak hafızasında Doğu Türkistan’ın yeri nerede? Bu hafıza nasıl yeniden inşa edilebilir?

 

Aynı soru, İslâm coğrafyasının birçok yeri için de sorulabilir. günümüzün iletişim ve ulaşım imkânlarına rağmen, Endülüs bile bir şuur olarak Müslümanların maşerî vicdanında hak ettiği yerde değil. Hafızanın yeniden inşası, elde neyin kaldığını keşfederek geriye doğru sağlam bir okuma yapmaktan geçiyor. Sonrasında özeleştiri ve tahlillerle mazinin istikbale doğru okunmasına sıra gelecek. Akabinde ise, nasipli nesiller yeniden inşa sürecinde aktif vazifeler alacak. Ben, bizim tesadüf ettiğimiz şu dönemin malzemeyi biriktirmek, tabloyu çizmek ve dağılanları bir araya toparlamak devri olduğu kanaatindeyim. Bizden sonraki nesillerin işini kolaylaştırabilirsek ne mutlu bize.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.