Muhalefetin Yol Haritası

Erdoğan’a geçen seçimde kazandıran, karşısındaki adayı belirlemesi ve Kılıçdaroğlu’nu buna yönlendirmesiydi. Erdoğan’ın bu kez karşısında Özgür Özel’i aday olarak görmek istediğini düşünüyorum. CHP’nin halkın beklentilerini dikkate almadan Özel’i aday yapmasının sonucu, ikinci Kılıçdaroğlu vakası ve Erdoğan’ın bir kere daha seçim kazanması olacaktır. Yavaş’ın dışlanması ya da CHP içerisinde Yavaş’a yönelik olumsuz tavır, önümüzdeki süreçte CHP’yi bekleyen en büyük sorundur. Güncel deyimle turpun büyüğü budur.

erdoğan özel

19 Mart’ta yaşanan gelişmeler yakın dönem Türkiye tarihi açısından ciddi bir kırılma niteliği taşıyor. Dünyada yürütme organı bütün devletlerde olsa da yürütme organını seçimle değiştirebilecek muhalefet sadece demokrasilerde bulunuyor. Türkiye, 1877 yılından bugüne seçim yapıyor. Ancak seçimle ve demokratik yollardan iktidar değişimini bu tarihten 73 yıl sonra, 1950’de gerçekleştirebildi. Bunda dünya konjonktürünün uygunluğundan daha önemli olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu kültürünün demokrasi ideali ve İnönü faktörü etkili oldu. Ancak sonraki on yıllarda Türkiye, demokrasisini kurumsallaştıramadı ve seçimle iktidar değişimini gelenekselleştiremedi. Üst üste 5-10 kez iktidar seçimle, demokratik teamüllere uygun bir şekilde değişmedi. Üstelik bu demokratik yollardan iktidar değişimi yürütme organı için gelenekleşmediği gibi, siyasal partiler için de gerçekleşmedi. Türkiye’deki siyasal partiler içerisinde en tarihi kimliğe sahip olanı CHP’dir. Bugün itibarıyla 102 yaşında olan CHP, Atatürk, İnönü ve Ecevit’in ardından partinin 1992’de yeniden açılmasıyla birlikte günümüze kadar kurultaylarını düzenli olarak yaptı ve genel başkan seçebildi, genel başkan değiştirebildi. Bu, Türkiye açısından bir başarıyı ifade eder. Daha somut olarak söyleyecek olursak Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin dönüşümüyle 1969’da kurulan MHP, Türkeş’in vefatından sonra Bahçeli’yi sorunlu bir Büyük Kongre’nin ardından seçti. Halen de Bahçeli genel başkanlığı sürdürüyor ve karşısına rakip çıkması da çeşitli nedenlerle mümkün olmadı. Benzer bir durum AK Parti için de geçerlidir. Küçük ve konjonktürel bir değişiklik dışında Erdoğan, partinin daimî genel başkanı oldu.

 

Yakın dönem Türkiye tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri 1994’te gerçekleşti. Merkez sağ ve merkez soldaki parçalanmışlık ekonomik krizle (5 Nisan 1994) birleşince çok az bir farkla İstanbul ve Ankara’da Refah Partisi birinci parti çıktı. Erdoğan ve Gökçek, büyükşehir belediye başkanı oldular. Bu, bugünün Türkiye’sinin şekillenmesine yönelik önemli bir kilometre taşı oldu. 

 

Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, eşinin memleketi Siirt’te 6 Aralık 1997’de yapılan bir açık hava toplantısında yaptığı konuşmada, Ziya Gökalp’e ait olduğu iddia edilen -ama gerçekte Gökalp’a ait olmayan- şiirden bir dörtlük okudu:

 

“Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, mü’minler asker.”

 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Erdoğan’ın konuşmasının yer aldığı görüntüleri Refah Partisi’nin kapatılması istemiyle açılan davayı görüşen Anayasa Mahkemesi’ne ek delil olarak gönderdi. Ayrıca 12 Şubat 1998 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Erdoğan hakkında TCK 312/2 maddesine dayanarak “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçlamasıyla hazırladığı iddianamesini tamamladı.

 

Erdoğan’ın yargılanmasına 31 Mart 1998 tarihinde başlandı. İstenen ceza bir yıldan üç yıla kadar hapisti. Dava, 21 Nisan 1998’de sonuçlandı. Yargılama sonucunda bir yıl hapis cezası verildi. Kendisinin duruşmadaki iyi hali dikkate alınarak ceza 10 aya indirildi. Mahkemenin gerekçeli kararı 3 Haziran 1998’de açıklandı. 28 Şubat dönemi dolayısıyla yargılama sürecinin hızlı işlediği dikkat çekmektedir.

 

Erdoğan yargılanırken tutuklanmadı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı sürdürmeye devam etti. Görevden de alınmadı. Yargıtay da kendisine yapılan başvuru çerçevesinde davayı ele aldı. 23 Eylül 1998’de, Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararı bire karşı dört oyla onayladı. Karar, Erdoğan’a siyasi yasak da getirdi. Bu noktada Erdoğan’ın bir partiyle ya da bağımsız olarak seçime katılması mümkün olmayacaktı. İki gün sonra, 25 Eylül 1998’de Yargıtay tarafından açıklanan gerekçeli kararda Erdoğan’ın ifadelerinin “savaş çağrısı” niteliği taşıdığı belirtildi. Erdoğan’ın cezası, Ceza İnfaz Yasası gereği 4 ay 10 güne indi.

 

Yargıtay kararının kesinleşmesinin ardından Ali Müfit Gürtuna, 12 Kasım 1998 tarihinde Erdoğan’ın yerine İBB Meclisi tarafından belediye başkanı olarak seçildi. Erdoğan’ın hapse giriş sürecinde birtakım ertelemeler yapıldı ve 26 Mart 1999’da girdiği (Pınarhisar) cezaevinde yaklaşık 4 ay kaldıktan sonra 24 Temmuz 1999’da tahliye edildi.

 

Hızlı da olsa yargılama sürecinin tamamlanması, yerine kayyum atanmaması, İBB Meclisi’nin seçim yapması, görevden alma ve tutuklamamanın olması, günümüzde yaşanan süreçteki benzerliklerden ayrılan noktalar. Benzerlik, Erdoğan ve İmamoğlu’nun karizmatik lider nitelikleri, Karadenizli kimlikleri ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan geliyor olmaları. Buna benzer başka benzerlikler de kurulabilir. 

 

Erdoğan, seçimlere katılıp aday olmasa da AK Parti’nin genel başkanlığını üstlendi (2001). Onun siyasi yasağının kalkması 2003’te CHP ve Baykal sayesinde mümkün oldu. Baykal’ın kapıyı açması ve desteğiyle Erdoğan’ın siyasi yasağı kalktı ve ara seçimde Siirt’ten milletvekili seçildi. Erdoğan’ın CHP’nin kendisinin demokrasi gereği siyaseten önünü açmasına benzer girişimi İmamoğlu için yapmasını beklemek mümkün değildir. Üstelik bu süreçte olası bir cumhurbaşkanı adayı ve aktif bir muhalefet partisi lideri Ümit Özdağ da hapse atıldı. 

 

1997-2003 yılları arasında Erdoğan’ın yargılanma ve ardından siyasi yasağının kaldırılması sürecinin gerisinde kaldığımız açıktır. Oysa Türkiye’nin her anlamda demokratik açıdan ileriye gitmesi, laiklik ve milli kimlik inşasında Cumhuriyet’in 100’üncü yılında günümüzdeki tartışmaları geride bırakması gerekmekteydi. 

 

Demokrasi Karnesi

 

The Economist dergisinin 2006’dan beri yapmakta olduğu demokrasi endeksinde ülkeler demokratik açıdan değerlendirilmektedir. 10,00-8,00 arasında puan alanlar tam demokrasi, 8,00-6,00 arasında puan alanlar kusurlu demokrasi olarak tanımlanmaktadır. 6,00-4,00 arasında puanı olanlar hibrit rejim, yani zayıf demokrasi olarak tasnif edilmektedir. İlginç bir şekilde Türkiye, 2006’da 5,70 puan ile hibrit rejim olmaktan çıkıp kusurlu demokrasiye geçebilecek iken 2024 yılı itibarıyla 4,26 puana gerilemiş, otoriter ülkelere yaklaşmıştır. 4,00 ve altındaki puana sahip ülkeler otoriter ülkeler arasında sıralanmaktadır. Bu sıralamaya göre 167 ülke içerisinde en demokratik ülke 9,81 puanla Norveç iken Afganistan 0,25 puanla son sıradadır. Türkiye, 167 ülke içerisinde 104’üncü sıradadır. Muhtemelen 2025 yılında yaşananlar dikkate alındığında daha alt sıralara gerilemesi şaşırtıcı olmayacaktır. 

 

AK Parti, 2002 yılından beri iktidarda. 2025 yılı itibarıyla 23 yıllık bir iktidarı söz konusu. Bu süre 2028 yılı itibarıyla 26 yıla ulaşacak. Neredeyse Atatürk ile İnönü’nün toplam iktidar sürelerine (27 yıl) Erdoğan tek başına ulaşacak (26 yıl). Erdoğan bu süreçte kademeli olarak iktidar gücünü artırırken Türkiye’de ciddi bir yönetim değişikliğine de gitti. Bu noktada artık Türkiye’nin ikinci cumhuriyeti yaşadığını söylemek abartı olmayacaktır. Dolayısıyla bu bambaşka bir yönetim biçimidir. 

 

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi muhalefet açısından bulunmaz bir fırsattı. Erdoğan neredeyse tarihinin en zayıf dönemini yaşıyordu. Ekonomik kriz, mülteci sorunu vb. sorunlar Erdoğan açısından seçimin kaybedilmesi ihtimalini yükseltiyordu. Erdoğan bu süreçte iki şey yaptı; gündemi ekonomi ve mülteci meselesinden terör ve beka sorununa getirdi. Ama bunun ötesinde asıl yaptığı önemli şey karşısına Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını sağlamaya yönelik bir strateji izlemesiydi. Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun bir rüya gördüğünü ya da kendisine rüya gördürüldüğünü düşünüyorum. 

 

3 Ekim 2022 tarihinde yazdığım “Kazanabilecek adayı belirleme yöntemleri” adlı köşe yazımda Altılı Masa’nın bileşenlerinin 3 milyon üyesiyle önseçimle aday belirlemesini ve bunun Türkiye’ye demokraside sınıf atlatacağını söylemiştim. Kılıçdaroğlu’nun danışmanlarından birine bunu söylediğimde “Hocam ön seçimden Ekrem ya da Mansur çıkar. Kemal Bey çıkmaz” dedi. Bunun üzerine “Kendi önseçiminizden çıkmayacak birini halkın seçeceğine inanıyor musunuz?” dedim. Onların bakış açısı Erdoğan’ın karşısına kim çıkarsa çıksın kazanacağı yönündeydi. Macaristan seçimlerini hatırlatmak da işe yaramadı. Bildiğim kadarıyla o dönemde 1.400 anket yaptırıldı ve bunların hiçbirinde Kemal Bey birinci çıkmadı. Ancak bu bilgi teyide muhtaç. Neticede Kılıçdaroğlu, kazanamayacağı açık olduğu halde Altılı Masa’da kapalı kapılar ardında ve son anda adaylığını geçirdi. 

 

Bu kez CHP ön alarak İmamoğlu’nun adaylığını parti içi önseçimle belirledi ve üstelik oy kullanmayı halka da açtı. Keşke bunu, yani halka açarak yaptığı önseçim kararını erken alsaydı, bunun için İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını beklemeseydi. Bu noktada muhtemelen Mansur Yavaş da aday olurdu. Dolayısıyla ikili bir yarış olur, tek adayla seçime gidilmezdi. 15 milyonu aşkın insanın katıldığı önseçim Türkiye tarihi açısından gerçek anlamda bir devrim niteliği taşımaktadır. Ancak bu önseçim, yarış niteliği taşıma noktasında eksiktir. Kervan yolda düzülür mantığıyla son anda yapılan planlama ilerisi için bir ön adım olarak görülmelidir. Umarım gelecek yıllarda birden fazla adayın yarıştığı bir dönemi yaşarız ve bu önseçim meselesini tam olarak gerçekleştirmiş oluruz. 

 

Demokrasi şüphesiz sandıktan ibaret değildir. İnsanların şiddet içermeyen şekilde protesto yapmaları, hak aramaları demokrasinin gereğidir. Önümüzdeki süreçte İmamoğlu’nun belediye başkanlığına geri dönmesi ve yargılama sürecinin tamamlanarak dışarı çıkması pek ihtimal dahilinde görülmemektedir. Muhtemelen yargılama yıllar sürecektir. Özdağ hakkında henüz iddianamenin bile hazırlanmamış oluşu, İmamoğlu’nun dava süreci bunu teyit eder görünmektedir. Benzer bir durum Demirtaş için de geçerlidir. Ancak açılım sürecinin ilerlemesi durumunda onun lehine bazı gelişmelerinin olmasını beklemek gerekir. Ancak bu Özdağ ve İmamoğlu ile ilgili değildir. 

 

İmamoğlu’nun avukatları diploma meselesinde muhtemelen idari yargıya başvuracaklardır. Yine ihtimal dahilindedir ki bu konuda bilgi ve belge toplamakla meşguldürler. Olası bir idari yargının aleyhe sonuçlanma ihtimalini göz ardı edilmemelidir. Sonuçta yargılama yıllar sürecektir. İmamoğlu hapiste iken, 1957’de Osman Bölükbaşı’nın hapiste milletvekili seçilmesi gibi bir imkâna sahip olacak mıdır? Sanmıyorum. Yaşanan gelişmeler CHP’nin erken aday belirmesinin yerinde olduğunu göstermekle beraber, seçime normal koşullarda üç yılı aşkın bir süre vardır. 2023’te muhalefet adayını kapalı kapılar ardında ve bir hayli geç belirlerken, bu kez erken ve biraz da acemice belirledi. Gözaltının olmadığı koşullarda İmamoğlu ve Yavaş’ın halkın da katılımıyla birlikte yarışması gerçek anlamda demokrasi şöleni olurdu. 

 

CHP’nin Alternatif Planı

 

Yukarıda belirttiğim üzere normal koşullarda seçim Mayıs 2028’de. DEM’li bir destekle -DEM’e de bir şeyler vererek- anayasa değişikliği yapılır ve Erdoğan yeniden aday olabilir. Diğer ihtimal ise en geç Mayıs 2027’de yapılacak erken seçimdir. Bu iki durumun dışında başka bir ihtimal biraz zor görünüyor. İşte tam da bu noktada İmamoğlu’nun aday olamaması durumunda -ki öyle görünüyor- CHP’nin alternatif planı nedir? Erdoğan’a geçen seçimde kazandıran, karşısındaki adayı belirlemesi ve Kılıçdaroğlu’nu buna yönlendirmesiydi. Erdoğan’ın bu kez karşısında Özgür Özel’i aday olarak görmek istediğini düşünüyorum. CHP’nin halkın beklentilerini dikkate almadan Özel’i aday yapmasının sonucu, ikinci Kılıçdaroğlu vakası ve Erdoğan’ın bir kere daha seçim kazanması olacaktır. Yavaş’ın dışlanması ya da CHP içerisinde Yavaş’a yönelik olumsuz tavır, önümüzdeki süreçte CHP’yi bekleyen en büyük sorundur. Güncel deyimle turpun büyüğü budur. Özel, 19 Mart sürecini darbe olarak tanımladı ve bunu geri püskürttüklerini, darbenin başarısız olduğunu söyledi. Evet, CHP’ye ve İBB’ye kayyum atanmadı. En azından İBB’ye henüz atanmadı. Protestoların bu noktada etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ancak erken konuşmamak gerekir. Son cümle olarak Özel’in darbe olarak tanımladığı sürecin başarılı olması, Özel’in aday olmasına bağlıdır. Diğer taraftan hedeflenen seçmen kitlesinin ortalama Türk seçmen kitlesi olduğunu ve eylemlere katılan gençliğin Atatürk çizgisinde bir Türk milliyetçiliğini öne çıkardığını hatırlatmak isterim.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.