Süreç Derken Ne Anlıyoruz, Ne Anlatıyorlar?

Çözüm süreci, Türkiye gündemdeki en önemli meselesinden biri olmaya devam ediyor ama herkes bu sürece bambaşka pencerelerden bakıyor. Süreç, dünyadaki diğer çatışma çözümlerinden farklı, kendine has bir tarzla yürüyor. Belki de dünya literatürüne yeni bir çözüm yöntemini sokmuş olur Kürtler ile Türkler, belli mi olur.

yeni çözüm süreci

Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Bahçeli’nin, Öcalan’ı “kurucu önder” olarak nitelendirmesi ve “gelsin mecliste konuşsun” çağrısıyla başlayan süreç, bir yıldır devam ediyor. Sürecin bu defa MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin girişimleriyle başlaması ve süreci devam ettiren motor gücün yine Bahçeli olması nedeniyle itirazlar bir önceki çözüm süreci kadar güçlü değil.

 

Süreçle ilgili kamuoyu kabaca dört kampa bölünmüş durumda. İlk kamp Cumhur İttifakı’nın kampı. Burada AK Parti, MHP ve devlete yakın bir seçmen kitlesi var. İkinci kampta ise DEM Parti ve Kürt siyasal hareketi ile ona yakın sol-demokrat bir kesim var. Üçüncü kampta CHP duruyor ancak CHP yönetimi ile tabanı arasında sürece dair iki farklı yaklaşım var. Dördüncü kampta ise sürece itiraz edenler bulunuyor. Bu kampın sakinleri de İYİ Parti, Zafer Parti, ulusalcılar ve bu kesime yakın milliyetçi kalemler. Sürecin karmaşık yapısı ve ilerleyiş bakımından dünyada diğer örneklerinden farklı bir formda olmasından dolayı itirazlar değişebiliyor. 

 

İktidar Bloğu: Devlet Aklı, Güvenlikçi Dil, Kontrollü İyimserlik

 

Geçtiğimiz 1 yıldır, iktidar ve iktidara yakın medya organları sürece dair temel anlatısını net bir güvenlikçi eksen üzerinden kurguluyorlar. Sürecin başlangıcından itibaren, devleti ve devletin mutlak otoritesini merkeze alan bir söylem ön planda. Öcalan’ın Meclis’te konuşmasına yönelik çağrı, DEM Parti’yle görüşmeler ve PKK ile yürütülen temaslar iktidar bloğunda sıklıkla bir pazarlık veya siyasi uzlaşma süreci gibi değil, terör örgütünün silah bırakması ve yapının tasfiyesi amacıyla yürütülen bir kamu güvenliği operasyonu olarak tanımlanıyor. İktidarın süreç yönetiminde, hem devlet inisiyatifi, hem saha hakimiyeti hem de stratejik üstünlük vurgusu öne çıkarılıyor ve anlatıda MHP “güçlü” ve “kararlı” bir ortak olarak öne çıkarılıyor. Bahçeli’nin, Öcalan için “kurucu önder” nitelendirmesi ve sürecin motor gücü olarak öne çıkması, milliyetçi blokun ve ona yakın seçmen kitlesinin ikna edilmesi açısından kritik bir rol oynuyor.

 

Sürece dair iktidar anlatısında demokratikleşme, toplumsal barış, katılımcılık veya Kürt siyasi hareketinin talepleri gibi temalar vurgulanmaktan kaçınılıyor. Bunun yerine, PKK’nin ideolojik ve örgütsel olarak işlevini yitirdiği, örgütün sona yaklaştığı ve devletin, mutlak otoritesinin tesisi ile terörün tasfiyesinin hedeflediği yönelik mesaj yoğun şekilde vurgulanıyor. Devlete yakın medyada Öcalan’ın rolü teknik bir muhatap veya taktik aktör olarak, DEM Parti ise örgüt gölgesinden çıkması halinde meşru siyasi aktör haline gelecek bir yapı şeklinde sunuluyor; karar alıcı ve tanımlayıcı olanın devlet olduğu, diğer aktörlerin ise şartları kabul eden, sürecin sonucuna uyum gösterecek taraflar olarak kodlandığı bir kurgu hâkim. Bu tablo, sürecin toplumsal kısmına ve müzakereci boyutuna kapı aralamaktan çok, topluma devletin güvenlik politikaları üzerinden bir normalleşme vadediyor.

 

CHP: Şüphe ve Kötümser Temkinlilik

 

CHP ise kendi bünyesinde açık ve kolektif bir pozisyon üretmekte zorlanıyor; parti yönetimi süreçte “stratejik sessizlik”, “bekle-gör” taktikleriyle temkinli bir plan izlerken tabanda ve medyada kategorik bir kuşku ve hatta ulusalcı itirazlar daha görünür durumda. Özellikle partiye yakın aydın ve kanaat önderleri arasında, sürecin ancak TBMM’de demokratik, çoğulcu, şeffaf bir zeminde yürütülürse meşru olabileceği, aksi takdirde hem devlet hem de muhalefet açısından tarihi bir hata olacağı vurgulanıyor. CHP tabanında ise Kürt sorununun hak-özlük taleplerinden ziyade feodal ve sınıfsal arka planının öne çıkarıldığı, DEM Parti’yle ilişkilerde ise belirgin bir mesafe ve çekince dikkat çekiyor. Sözcü gibi gazetelerde süreç tamamen reddedilirken Halk TV ve Cumhuriyet’te ise süreç kimi yazarlarda olumlu senaryolarla ancak ağırlıkla “Anayasa uzlaşısı bahanesiyle muhalefet tasfiye ediliyor” ve “Asıl hedef barış değil, yeni siyasi dizayn” gibi eleştirilerle ele alınıyor. CHP, bir yandan dini/etnik kimlik kartlarının siyaseten kullanılmasını, diğer yandan sürecin emperyalist/jeopolitik bir mühendisliğe dönüşmesi ihtimalini tehlikeli bularak müdahil olduğu alanları sürekli yeniden tanımlıyor. 

 

Sonuç olarak CHP’nin ve çevresindeki medyanın sürece yaklaşımı, samimiyet, meşruiyet, şeffaflık ve toplumsal katkı tartışmaları etrafında şekillenen güven bunalımı ve yapısal bir tedirginlik haliyle öne çıkıyor.

 

DEM Parti ve Kürt Mahallesi: Eşitlik, Kimlik ve Alan Talepleri

 

DEM Parti ise süreci, iktidar ve devlet odaklı aktörlerden açık biçimde ayıran farklı bir paradigma üzerinden okuyor. DEM Parti’nin temel yaklaşımı, sürecin temel aktörünün ve belirleyicisinin Kürt halkı ve Abdullah Öcalan olduğu fikrini öne çıkarma; barışın yalnızca devletin veya merkezi aktörlerin dayatmasıyla değil eşit ve karşılıklı bir demokratik dönüşümle mümkün olduğunu vurgulama üzerine inşa edilmiş durumda. DEM Parti ve ona yakın medya için çözümün önkoşulu olarak yalnızca silah bırakma adımı yetmiyor; anayasal reformlar, Kürt kimliğinin tanınması, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve “eşit yurttaşlık başlıklarıyla bütünleşmiş, katılımcı ve toplum temelli bir demokratik müzakereye sıkça vurgu var.

 

Bu bakış açısından çözüm süreci haliyle tek taraflı bir “teslimiyet” ya da yalnızca silahsızlanmadan ibaret değil, karşılıklı güven, demokratikleşme ve birlikte yaşam zemininde somutlaşacak yeni bir toplumsal sözleşme hedefiyle sahipleniliyor. Ayrıca sürecin gidişatında belirleyici olanın yalnızca devletin veya merkezi otoritenin değil, demokratik hareketin kolektif iradesi ve yerelden gelecek toplumsal talepler olduğu vurgulanıyor. Özellikle Rojava deneyimi, Kobanê ve Ortadoğu’daki gelişmelerle de süreç sıkı bağlantı içinde ele alınıyor. DEM Parti ve Kürt mahallesinin devletten beklediği yalnızca güvenlikçi politikalardan vazgeçmesi değil, demokratikleşme, hak eşitliği ve toplumsal adalet için somut adımlar atması. Bu yaklaşım, barış inşasının, masa başı değil mücadele ve toplumsal baskıyla mümkün olabileceği şerhini de barındırıyor.

 

Milliyetçi ve Ulusalcı İtirazlar: “İhanet”, “Bölünme” ve Derin Endişe

 

İYİ Parti, Zafer Partisi ve diğer ulusalcılar gibi sürece net karşı çıkan kesimlerin temel yaklaşımı, süreci Türkiye’nin ulusal birliği ve devletin bekâsı açısından bir tehdit olarak kodlamalarında saklı. Bu aktörler, süreci özellikle milliyetçi ve ulusalcı söylemler çerçevesinde Türkiye’nin bölünmesi riski taşıyan, anayasal ve siyasi düzenini zayıflatan bir girişim olarak değerlendiriyorlar. İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi partiler, çözüm sürecini PKK’nin ve ona bağlı yapıların meşrulaştırılması, devletin otoritesinin zayıflamasına yol açacak, Kürt kimliği üzerinden yeni bir siyasi bölünmenin kapısını aralayacak bir “ihanet” projesi olarak tanımlıyorlar. Bu anlayışta mevcut süreç, devletin güvenlik ve milli bütünlüğünü tehdit eden bir hareket olarak görülüyor, her türlü siyasi uzlaşma ya da tavizi reddediyor.

 

Ulusalcı çevreler, süreci Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine yönelik ciddi bir saldırı olarak ele alıyorlar. Bu kesimler, sürecin ardında ABD, İsrail gibi dış güçlerin olduğunu, bölgeyi istikrarsızlaştıracak emperyalist bir proje bulunduğunu savunuyor ve sürecin Türkiye’nin üniter yapısını hedef alan bir “Sevr Planı” olduğunu iddia ediyorlar. Medyada yoğun biçimde işlenen bu retoriğe göre, süreç, barış veya toplumsal uzlaşıdan ziyade Türkiye’yi parçalayan ve millî kimliğin erozyonuna zemin hazırlayan bir proje olarak çerçeveleniyor. Özellikle şehit ailelerinin duyguları ve hassasiyeti sıklıkla vurgulanırken, sürecin “ihanet süreci” olduğu, devletin içinde ve dışında yapılan çeşitli pazarlıkların arka planda olduğu öne sürülüyor.

 

Ne Anladık Peki?

 

Çözüm süreci, Türkiye’nin gündemdeki en önemli meselesinden biri olmaya devam ediyor ama herkes bu sürece bambaşka pencerelerden bakıyor. Süreç bu haliyle dünyadaki diğer tüm çatışma çözümlerinden farklı kendine has bir tarzla yürüyor. Belki de dünya literatürüne yeni bir çözüm yöntemini sokmuş olur Kürtler ile Türkler, belli mi olur.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.