Savaştan önce hayallerimiz farklıydı. Üniversite eğitimimi tamamlamak, yurtdışında burs almak ve azim ve planlarla dolu bir hayat yaşamak istiyordum. Savaşla geçen yılların ardından hayallerim çok daha basit bir hale geldi.

Medine Vesikası’nın bize bıraktığı en güçlü ders, diplomasiye “vicdan” eklemenin zorunluluğudur. İslam’ın tarihsel barış pratiği, Batı’nın çifte standartlı diplomasi anlayışına karşı ahlakî bir model olarak yeniden hatırlatılmalıdır. Çünkü tarihin ışığında açıkça görülmektedir: Medine’nin ihanet sayfalarıyla Gazze’nin ateşkes masası arasında fark yoktur; yalnızca isimler değişmiştir, zihniyet aynı kalmıştır.

Gazze halkı, 17 yıldır süren abluka, açlık ve savaşın yanında Arap-İslam dünyasının sessizliğiyle de mücadele ediyor. İsrail’in Filistin üzerindeki politikası, sadece siyasi değil, teolojik bir işgal mantığına dayanıyor. Hamas’ın Aksa Tufanı ile başlayan direnişi, askerî olduğu kadar ahlaki bir karşı koyuşun da sembolü haline geldi. ABD’nin “Hamassız Gazze” planı, Filistin’in siyasal birliğini tehdit eden yeni bir dayatma olarak öne çıkıyor.

“Bir aktivist, kendi öyküsünden ziyade başkalarının görünmez kılınan öykülerini dünyaya duyurabildiği ölçüde anlam kazanır. Hakikat her zaman güçten daha parlaktır, eğer birileri o ışığı doğru yere çevirmeyi seçerse.”

Sumud Filosu meşru bir insani yardım konvoyudur ve bu filonun engellenmesi hukuka aykırı olacaktır. Devletler, filonun güvenliğini sağlayarak geçişini aktif biçimde korumalıdır; bu yaklaşım hem hukukun gereğini karşılamakta hem de ağır insani ihtiyaçların giderilmesi için zorunlu bir adım oluşturmaktadır.

İnsanlık hâlen Holokost’u hatırlayıp “Bu nasıl oldu? Dünya buna nasıl izin verdi?” diye sorguluyor. Eminim, bundan yıllar sonra bu soru Gazze için soruluyor olacak. 80 yıl sonra aynı evrensel utancı yaşıyoruz. Bir önceki soykırımın mağdurlarının bu kez soykırım faili olduklarına tanıklık ediyoruz. Ve ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de soykırımcıları izliyoruz. Bu utanç hepimize yeter…

Bir yol ayrımındayız. Eğer dünya gazetecilerin öldürülmesine, aç bırakılmasına ve zulme uğramasına göz yummaya devam ederse, bundan sadece gazetecilik değil, hesap verebilirlik, demokrasi ve daha adil bir gelecek ihtimali de zarar görecektir. Savaş sırasında gazetecilerin korunmasına yönelik uluslararası yasal çerçeve derhal güçlendirilmeli, hayata geçirilmeli ve hükümetler ihlallerden sorumlu tutulmalıdır.

İslam dünyası yeni bir ortak akıl ve konsensüs geliştiremezse Gazze meselesinin çözümü mümkün görünmemektedir. Bugün Arap-İslam dünyası, Gazze’nin yok oluşun eşiğinde olduğu bir dönemde, yeni bir Kral Faysal’ı umutla beklemektedir. Nitekim Kral Faysal, Soğuk Savaş döneminde inancı gereği cesur adımlar atmış, Kudüs ve Filistin için bedel ödemekten kaçınmamıştır.

Siyasi beylik laflar ve birkaç yardım kamyonu ölmekte olan çocukları kurtarmayacak olsa da liderlerin kamuoylarını görmezden gelmeyi sürdürmelerinin mümkün olmadığını gösteriyor.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.