2025’ten Geride Kalanlar, Önümüze Düşenler
2025, Türkiye’de ve dünyada sertleşen siyasal ajandaların ve ağır insani bedellerin yılı olarak geride kaldı. Perspektif yazarları, biten yılın izlerini sürerken aynı zamanda 2026’ya taşınan riskleri, imkânları ve beklentileri ele alıyor. Ortaya çıkan tablo, yalnızca geride kalanların değil, önümüzde duranların da ciddiyetle düşünülmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Bir yılı daha geride bırakırken, yaşananları, yalnızca ardı ardına dizilmiş olaylar olarak değil toplumsal, siyasal ve vicdani sonuçlarıyla birlikte düşünme ihtiyacı kendini dayatıyor.
2025, Türkiye ve dünya açısından yalnızca hızlı değişimlerin değil, aynı zamanda ertelenmiş adalet taleplerinin ve yeniden hatırlanan umutların yılı oldu. İçeride hukuk, siyaset ve sosyal politikalar etrafında sertleşen tartışmalar, dışarıda savaşlar, ateşkesler ve yeni jeopolitik denge arayışları, gündelik hayatın sınırlarını çoktan aşarak geleceğe dair soruları da büyüttü.
Perspektif yazarları, biten yıla farklı yerlerden bakıyor. Sosyal politikalardan demokrasiye, bölgesel gelişmelerden barış arayışlarına uzanan bu değerlendirmeler, 2025’in bıraktığı izleri kayda geçirmeyi amaçlıyor. Ortak paydada ise şu soru duruyor: Geçen yıl bize ne yaptı, biz geçen yıldan ne öğrendik?
2026’ya girerken bu soruya verilecek yanıtlar, sadece takvimin değil, siyasetin, toplumsal tahayyülün ve birlikte yaşama iradesinin de hangi yönde ilerleyeceğine dair ipuçları sunuyor.
MENEKŞE TOKYAY: ÇOCUKLARIN YOKSULLUĞU İSTİSNA DEĞİL YENİ NORMAL OLDU
2025 yılını geride bırakırken Türkiye’de sosyal politikalar alanında en belirgin tablo, hak temelli çözümler yerine geçici ve parçalı müdahalelerin yine devam etmesi oldu. Artan enflasyonla birlikte toplumun kırılgan tüm kesimlerinde olduğu gibi çocukların da süregiden yoksulluğu, gıda güvencesizliği, gençler ve emekli kesim açısından barınma ve nitelikli eğitime erişimde eşitsizlikler artık istisna değil, yeni normal hâline geldi. Sosyal destekler bir hak olmaktan çok, konjonktüre bağlı yardım mekanizmaları olarak kurgulanmaya ve bu da bir lütuf olarak gösterilmeye devam etti. Buna karşın yerel yönetimlerin, sivil toplumun ve bazı meslek örgütlerinin geliştirdiği dayanışma modelleri, kamusal sosyal politika ihtiyacının ertelenemez olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yeni yılda beklentim, sosyal politikaların “yardım” dilinden çıkarılarak çocuklar, kadınlar, gençler ve tüm kırılgan gruplar için ölçülebilir, izlenebilir ve hak temelli bir çerçeveye kavuşturulması. Aksi hâlde sosyoekonomik kırılganlıkların kuşaklar arası aktarımı daha da derinleşecek ve hem bugüne hem de geleceğe dair düşsüzler ülkesi olma riskimiz artacak.
MESUT YEĞEN: 2026, SEÇİMLERE HAZIRLIK SENESİ OLACAĞINDAN…
2025’e içeride yargı yoluyla siyasete nizam verilmeye çalışılması, dışarıdaysa İran’ın iteklenmesi ve İsrail’in palazlanmasıyla oluşan yeni bölgesel nizamı karşılama çabaları damgasını vurdu. Bir de bu iki alanı kesip, her iki alanı da ilgilendiren süreç. 2025 boyunca muhalefet yargı yoluyla felç edilmeye çalışılırken, Suriye’de rejimin değişip İran’ın bölgeden çekilmesiyle oluşan jeopolitik boşluk doldurulmaya çalışıldı. Kendi başına bir konu da olmakla beraber sürecin içeriği ve temposu içeride muhalefetin dengesini bozup, budayacak, dışarıdaysa söz konusu jeopolitik boşlukta en fazla yer tutabilecek şekilde biçimlendirildi. Bu üç konunun 2026’ya da damga vuracağını tahmin etmek zor değil. Önümüzdeki seçimlerin muhtemelen yapılacağı 2027’nin hazırlık senesi olacağından, 2026’da muhalefeti sınırlandırmak girişimleri devam edip yeni biçimler alacaktır. Seçimleri bir kez daha kazanması ‘yaratıcı’ hukuki ve siyasi girişimlere bağlı olduğundan, iktidar ya da Erdoğan 2027’ye sadece muhalefeti sınırlandırmaya çalışarak değil, kendisini de yeniden tanımlayıp, inşa ederek hazırlayacaktır. Türkiye İsrail ilişkilerinin seyriyse muhtemelen 2026’ın en önemli konu başlığı olur. Taraflar uzlaşmaz ya da uzlaştırılmazsa, 2026 boyunca merkezinde Suriye olmak üzere bütün bir bölgede İsrail’le Türkiye arasında sert bir yer kapma mücadelesi yaşanması kaçınılmaz görünüyor. Öte yandan, sürecin 2025’te olduğu gibi 2026 boyunca da hem içerinin hem de dışarının konusu olarak kalması riskli olabileceğinden, Türkiye’nin 2026’da süreci içeriye sınırlı bir konu haline getirmeye çalışması sürpriz olmaz. Süreç, 2026’da Suriye’de Kürtlerle anlaşıp İsrail’i Kürtlerden uzak tutarak ya da İsrail’le uzlaşıp SDG’yi sınırlandırarak içeriye has bir konu haline getirilmeye çalışılabilir.
2026’nın bizim buralardaki kısmına “muhalefet nasıl budanıp etkisizleştirilebilir”, “Kürtleri bir yüz sene daha sınırlandırmanın etkili yolu kardeşlik mi kuvvet mi”, “İsrail bölgede nasıl dengelenebilir” soruları damga vururken, dünyanın başka kısımlarınaysa Y/Z’yla üretim ilişkilerinin, Trump ve Çin’le küresel siyasetin kökten yenilenmesi damga vuracak görünüyor.
BAHADIR KURBANOĞLU: SURİYE DEVRİMİ HALKLARA UMUT BAHŞETTİ
2025 yılı maalesef, Siyonist soykırımın dünyanın gözleri önünde tarihte görülmek ölçüde vahşileştiği ve engellenemediği bir yıl oldu. Bölgesel jeopolitikte de krizlerle fırsatların bir arada yaşandığı bir prosese şahitlik ettik. Bunların başında da Suriye devriminin halklara umut bahşeden yanı oldu.
Ülke içindeyse kendinden önceki 7-8 yıl gibi adalet ve demokraside daha fazla erozyonun yaşandığı, gelir adaletinde uçurumun, hayat pahalılığında yükselişin devam ettiği, iç barışın tüm toplumsal taleplere ragmen sağlanamadığı, kutuplaşmanın ve rövanşist siyasetin ivmelendigi bir dönem oldu.
Tek sevindirici yönü çözüm sürecindeki yol alışımız olmakla birlikte, 2026’dan beklentimiz ülke içinde bir siyasi ahlak devrimiyle birlikte, yapısal reformlara fırsat verildigi, başta KHK’lilar olmak üzere yıllardır sivil ölümlere mahkum edilen mağdur vatandaşlarımızın haklarına kavuştuğu ve Suriye’deki entegrasyon sürecinin dış aktörlerin etkilerinden uzak ve Suriye’nin çeşitlilik içindeki toplumsal birliğini sağlar bir mahiyet arz etmesidir. Elbette Filistin sorununu kökten halletmenin önündeki engellerin def edildigi bir yıl olmasını da canı gönülden arzu ediyorum.
EMİNE UÇAK ERDOĞAN: YÜKÜ ÇOK AĞIR BİR YILDI
2025 zamanın hem çok yavaş hem de çok hızlı aktığı ve haliyle yükü çok ağır bir yıldı. Birbiri içine geçen tezat duygu ve gelişmeleri anlamlandırmak için sıklıkla başvurduğum kavram: hayatın garip tecellisi oldu. Bu dönem için seçilmiş ayrıcalıklı olanlar hariç toplumun geniş kesimi için; adalet ve hukuk meselesinin gündelik kaygı alanına dönüştüğü ağır tanıklıklar yaşadık, yaşıyoruz. Kamusal alanda yaşanan hukuksuzluklar, siyaset alanına yapılan müdahaleler toplumun geleceğe dair güven duygusunu zayıflattı. Sivil toplum, medya, siyaset alanı için yıllardır aşina olduğumuz cezaevi mektupları, ziyaretleri, 19 Mart’tan bu yana gündelik hayatın rutini haline geldi. Bu yönüyle yükü, yaşaması zor bir yıldı. Öte yandan ağır tahribata rağmen gençler başta olmak üzere toplumun çok farklı kesimlerinin olan bitene rıza göstermeyişine tanıklık etmenin hakikatiyle güçlendiğimiz bir yıl oldu. Bu topraklardan umudu kesmeme hissiyatını büyüten günler de yaşadık. İki yıl önce Hrant Dink anmasında taşıdığımız bir dövizle cevap vermem gerekirse; “Adalet yok ama umut var.”
Siyaset alanı için de gündelik hayat için de belirsizliklerin yoğunlaştığı bir dönem olarak şekillenecek gibi görünüyor. İktidarın siyaset alanını dizayn etme çabası ile; toplumun adalet ve temsil talebi arasındaki güç dengesi belirleyici olmaya devam edecek. Hukukun öngörülebilirliği ve demokratik kurumların işleyişi siyasi alan kadar; toplumun tamamı için temel bir ihtiyaç hâline gelmiş durumda. Bu yönüyle benim öncelikli beklentim haksız yere aylardır tutuklu bulunan arkadaşlarımızın, siyasetçilerin, düşünce insanlarının aramıza dönmesi. Hukuktan ekonomiye, gündelik hayattan temel haklara daha öngörülebilir daha eşitlikçi günlere ulaşmamız. Kamusal hayatın yeniden asgari bir hukuk ve adalet zeminine oturmasını bekliyorum. Adını pek koyamadığımız sürecin toplumsal barışa ve demokratikleşmeye evrilmesi… Yaşananların ağırlığı kendi gündelik hayatına değmediği sürece konfor alanında kalanların azalmasını diliyorum bir yandan da.
YUSUF TOSUN: 2026, UMUDUN ZAYIFLAMADIĞI BİR YIL OLSUN
2025, hem dünya hem de Türkiye açısından sarsıntıların ve kırılmaların yoğun biçimde yaşandığı bir yıl oldu. Dünyada yaşanan büyük fay hatları, kaçınılmaz olarak Türkiye’yi de etkiledi. Özellikle Gazze’de, bütün eksikliklerine rağmen sağlanan ateşkes, insanlık adına küçük ama kıymetli bir nefes aralığı sundu. Her ateşkes, en azından çocukların, kadınların ve masumların hayatta kalma ihtimalini biraz daha artırdığı için önemliydi.
Türkiye’de ise uzun süredir konuşulamayan, konuşulması dahi zor olan meselelerde atılan bazı adımlar, toplumun ortak geleceği adına dikkatle izlenmesi gereken gelişmelerdi. Çözüm süreci etrafında yeniden oluşan temas ve arayışlar, ihtiyatlı bir iyimserliği hak ediyor. Zira barış, ertelenerek değil; konuşularak, cesaretle ve samimiyetle inşa edilebilir.
Yeni yıldan temennim; savaşların sona erdiği, masum insanların kanının akmadığı, acının ve zulmün değil adaletin konuşulduğu bir dünya. Kardeşçe yaşamanın yeniden hatırlandığı, insan hak ve özgürlüklerine gerçek anlamda riayet edildiği, hukukun güçlüye göre değil haklıya göre işlediği bir düzen. Umudun zayıflamadığı, insanların geleceğe korkuyla değil, inançla ve dayanışmayla baktığı; daha adil, daha huzurlu ve daha müreffeh bir yıl… Dilerim yeni yıl, yalnızca takvimlerin değil, vicdanların da yenilendiği bir başlangıç olur.
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER: 2026 İÇİN İYİMSER DEĞİLİM
2025 Türkiye açısından yargının siyasallaştığı, demokratik özgürlükler ve insan hakları alanının daha da daraldığı bir yıldı. Bunun yanında tek ümit verici gelişme Terörsüz Türkiye sürecinin başlaması oldu. Dünya açısından ise Suriye’de yeni yönetimin inşa çabaları ve buna karşın Suriye’de halen istikrarsızlığın devam etmesine, 12 günlük İran-İsrail savaşına, Sumud Filosuna, Gazze’de ateşkese, 2. Trump döneminin başlamasına ve Mamdani’nin New York Belediye Başkanı seçilmesine Epstein dosyalarının sansürlü de olsa ifşa olmasına tanık olduk. 2026 için pek iyimser değilim.
ABDULKADİR İLGEN: SINIRLI SEÇENEKLER
Yeni bir yıl geride kaldı. 2025, dışarıda Suriye’de meydana gelen gelişmeler, Batı İttifakı ile yakınlaşma çabaları ve Rusya ve İran’la mesafelerin gittikçe açıldığı bir yıla tanıklık etti. İçeride ise hayat pahalılığı, büyüme ve istihdam hacminde daralma ve başta İmamoğlu olmak üzere, CHP’li belediyelere yargı eliyle uygulanan baskılar ve bununla tam tamına zıt olarak adına Barış ve Kardeşlik denilen bir sürece tanıklık etti, ediyor.
Aynı süreçler 2026’yi da belirleyecek gibi görünüyor. Bütün bunlar hem Batı İttifakı ile kurulan ilişkilerin zorlaması hem de DEM ve İmralı tarafında sürecin içine mutlaka CHP’nin de dâhil edilmesi konusundaki ısrarı gibi açmazların iktidar ve ortaklarını yeni tercihler yapma konusunda daha da zorlayacak anlamına geliyor. Bundan kaçış yok.
Bu da iktidar ortaklarının seçeneklerini azaltıyor. Sonuç olarak Türkiye iki tercihle karşı karşıya bulunuyor: Ya normalleşerek değişimin önünü açmak ya da baskıyı daha da artırarak değişime mecbur kalmak. Üçüncü bir seçenek yok gibi gözüküyor.
Bütün bunlar iktidarı bir tercih yapmakla zorluyor. Bunun önündeki en büyük engel ise iktidarın, iktidarı bırakmayı bir ölüm kalım meselesi olarak görmesi.
Muhalefetin önündeki en büyük engel ise CHP’nin bütün bir muhalif kitleyi bir arada tutacak bir söylem ve eylem birliğine ulaşabilme kapasitesinde düğümlenmiş bulunuyor. CHP yönetiminin bu konuda zorlandığı gözden kaçmıyor.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.