Kaygılar ve Barış
Bugün Kürt meselesi bağlamında yaşadıklarımız, aslında kaygıların taraflar üzerinde oluşturduğu baskılar nedeniyle aldıkları yeni pozisyonlardır. Kaygı, bir motivasyon olabildiği gibi aynı zamanda engelleyici ve denge bozucu bir etkiye de sahiptir. Bu nedenle büyük kararların alınacağı bir dönemden geçerken, Kürtlerin ve Türklerin kaygılarının saptanması ve süreç üzerindeki muhtemel etkilerinin belirlenmeye çalışılması yerinde olacaktır.
Duygular, bireyler ve toplumlar için kurucu bir unsur olarak işlev görmüştür. Güven sayesinde birçok siyasi, toplumsal ve ekonomik birlikler, ortaklıklar kurulmuştur. Uzun tarihsel ve toplumsal ortaklıklar, güven, saygı ve kaygıların giderilmesiyle oluşan dengeler üzerine kuruludur. İnsanoğlunun kurduğu birçok kurum, bu duygusal arka plana dayanmaktadır. Bugün Kürt meselesi bağlamında yaşadıklarımız, aslında kaygıların taraflar üzerinde oluşturduğu baskılar nedeniyle aldıkları yeni pozisyonlardır. Kaygı, bir motivasyon olabildiği gibi aynı zamanda engelleyici ve denge bozucu bir etkiye de sahiptir. Bu nedenle büyük kararların alınacağı bir dönemden geçerken, Kürtlerin ve Türklerin kaygılarının saptanması ve süreç üzerindeki muhtemel etkilerinin belirlenmeye çalışılması yerinde olacaktır.
Kürtlerin kaygısı, farklı beklentiler ve arka plana yaslanan gruplara göre değişmektedir. Bazı kaygıların tarihî ve politik derinliklere dayandığını düşündüğümüzde, önemli dirençler de sergileyeceklerini söyleyebiliriz. Kürtler I. Dünya Savaşı ile birlikte devletler arasında bölündü ve birçok nedenle görünürlükleri azaldı. Zaman içinde Kürt örgüt ve partilerinin faaliyetleri oranında görünür olmaya başladılar. Fakat son 40 yılda, özellikle Irak ve Suriye’deki totaliter rejimlerin çökmesi, Amerika ve İsrail’in bölgede giderek artan etkililiği ile birlikte Kürtler dünya kamuoyunun en önemli gündem maddesi hâline geldiler. İran Kürtlerinin güçlü aidiyetleri, dinî ve kültürel özellikleri her zaman yarı özerk bir toplum olarak kalmalarına neden olmuştu. Türkiye’de ise hem AK Parti’nin ilk dönemindeki nispi demokratik tutumu hem de AB süreci görünürlük sürecini artırdı. Sonuç olarak, son derece enerjik ve hareketli yaklaşık 60 milyonluk bir nüfus orta yerde belirdi.
Bu yeni durum, Kürtler tarafından tarihî bir fırsat olarak görüldü. Özellikle Irak ve Suriye’de devletin zayıflaması dolayısıyla bazı siyasi statü denemeleri yapıldı. DAEŞ gibi bazı kurgusal yapılar Irak ve Şam’ı birleştirip bir devlet kurdular. Sınırları zaman içinde değişse bile, yakın zamana kadar ellerinde tuttular. Bu çerçevede Kürtler de devletlerin zayıflamasından yararlanarak Başûr (Irak) ve Rojava (Suriye)’da bazı teşebbüslerde bulundular. Başûr, bağımsızlık referandumu yaparak dünya kamuoyunun önüne çıktı. Rojava ise kantonlarla de facto bir statü elde etti. Bu gelişmeler, Kürtlerin uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesini ve Kürtlerin yeniden yerleştirilmesi tartışmalarını da beraberinde getirdi. Bölgenin hâkim devletleri bunu bir tehdit olarak algıladıklarından, ilk olarak birçok güvenlik önlemi almaya çalıştılar. İkinci adım olarak söz konusu devletler, kendi Kürtleriyle ilgili entegrasyon projelerine yöneldiler.
Türkiye, bu durumda artan kaygıları doğrultusunda güvenliği esas alan bir konsept tercih etti. Özellikle Suriye ve Irak’a yönelik Fırat Kalkanı Harekâtı (2016–2017), Zeytin Dalı Harekâtı (2018), Barış Pınarı Harekâtı (2019), 2019’dan bu yana süregelen Pençe Serisi Operasyonları (Pençe-Kartal, Pençe-Kaplan, Pençe-Kilit) ve Bahar Kalkanı Harekâtı (2020) gibi çok sayıda askerî operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyonların yanında Rojava ve Başûr’da çok sayıda üs bölgesi oluşturulduğunu da unutmamak gerekir. Bu kapsamda özellikle Duhok ve Erbil çevresinde kalıcı üs bölgeleri oluşturuldu.
Türkiye’nin bütün bu çabaları, içte ve dışta katı bir şekilde uygulanan güvenlik konsepti, Kürtlere ilişkin kaygılarını gideremedi. Çünkü bölgeye giren uluslararası güçler, Kürtlere Türkiye’yi zorlayacak imkânlar sundular. Söz konusu güçlerin hedefinde İran’ın yer alması bu kaygıları ayyuka çıkardı. Nitekim devletin Devlet Bahçeli ile aldığı tavır da bu kaygının yönlendirdiği bir adımdı. Bazı Türk çevrelerinde Devlet Bahçeli’nin Türkiye’nin bekası bağlamında bir misyon yüklendiğine dair ifadelerin beyan edilmesi, kaygının derecesini göstermesi açısından önemlidir.
Öcalan’ın Devlet Bahçeli ile beraber yürüttüğü yeni sürecin silah bırakma tarafı herkes tarafından onaylanmış iken, bazı Kürtlerin kazanımlar konusunda büyük kaygıları bulunmaktadır. Çünkü Öcalan, Cuma Çiçek’in ifadesiyle “minimalist”¹ tutumu nedeniyle Kürtlerde neredeyse hiçbir şey talep etmeyecekmiş gibi bir algı oluşturmuştur. Kaldı ki, Cumhuriyet ile birlikte kuracağını ifade ettiği komün ise zaten etnik girişlere kapatılmıştır. Bu da kaygıları körüklemiştir. Çünkü Kürtlerin talebi bireysel değildir, millet ve topluluk hakları bağlamında gerçekleştirilebilir. Bu doğrultuda çok sayıda tepkinin geliştiğini ve biriktiğini söylemek gerekir. Kürtlerin eski tüfek siyasetçileri buna, süreç başladığından beri tepki göstermektedir. Kürt partileri de zaman zaman yaptıkları açıklamalarla kaygılarını dile getirmektedir.
Kaygı Artırıcı ve Kaygı Azaltıcı Faktörler
Kaygıların oluşturduğu yeni çerçeve, aynı zamanda yeni projenin gerçekleşme düzeyini de etkileyecektir. Bu çerçevede, kaygı artırıcı ve kaygı azaltıcı faktörler süreç üzerindeki etkilerini sürdürecektir. Kaygı artırıcılar arasında iç tepkiler ve hazırbulunuşluk düzeyi sayılabilir. Öncellikle unutmamak gerekir ki Cumhuriyet, Kürtsüz bir projedir. Kürtlerin hukukuna karşı Cumhuriyet’in yüzyıllık uygulamaları ve endoktrinasyon yoluyla yurttaşlarında ürettiği büyük bir direnç bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Kürtlü Cumhuriyet, bildikleri ve anladıkları bir seçenek değildir. Nitekim süreç başlar başlamaz bunun bir ihanet olduğunu ifade eden çevreler sert bir şekilde tepkilerini dile getirmişlerdir. Bunun en önemli göstergesi, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın Kürtçe metni okunurken Türkiye televizyonlarının sessizleşmesidir. Bu anlamda, devletin ve toplumun hazırlanması için önemli adımların atılması, AK Parti, MHP ve CHP’nin kendi tabanlarını hazırlamaları barışın geleceği için zorunludur. Çünkü iktidar partisi bile bu sürece hazır görünmemektedir. Bu duruma Mesut Yeğen şöyle dikkat çekmektedir²: İktidarın süreç başlamadan önce sıkça telaffuz ettiği, ‘Kürt meselesi halloldu’, ‘Yapılabileceklerin çoğu yapıldı zaten’ pozisyonunun yakınlarda yeniden seslendirilmeye başlaması, Kürt meselesinde bizi gerçek bir sulh ve selamete eriştirecek büyük reformlara devlet katının çok da hazır olmadığını gösteriyor.”
Kaygı azaltıcılar olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın rolleri, Öcalan’ın rolü, CHP’nin tavrı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, devletin Kürtleşmesi ve silahların bırakılması sayılabilir. Bahçeli ve Erdoğan, iki farklı tavır sergileyerek farklı kesimlerin kaygılarını karşılamayı amaçlamıştır. Bahçeli süreci başlatmış, istekli bir şekilde arkasında durmuştur. Cumhurbaşkanı ise bir bakıma temkinli bir tavırla devlete seslenmiş, kamuoyunun beklentilerini daha geç ve genel bir çerçeve içinde sunmayı tercih etmiştir.
Öcalan’ın mahpus bir aktör olarak projenin merkezinde yer alması da kaygı azaltıcı bir unsur olarak değerlendirilebilir. 15 Şubat 1999’dan beri hapiste olan Öcalan, o tarihten itibaren devletle konuşmaktadır. Örgütü üzerindeki etki ve kontrolü devam etmektedir. Şimdiye kadar örgüt, çağrılarına karşı hatırı sayılır bir iç direniş göster(e)memiştir. Devletin Öcalan’a karşı değişen olumlu tutumu ve oynayacağı role ilişkin yüksek beklentiler, kaygı azaltıcı bir faktör değerlendirilebilir.
Bahçeli’nin Öcalan’ı Meclis’e davet etmesinden sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel, el yükselterek Kürtlere devlet ortaklığı teklif etti. Devletin kurucu partisi olan CHP’nin bu tavrı, projenin bir devlet projesi olduğu algısını güçlendirmiştir ve projenin uzun ömürlü olacağının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu da geniş bir kitlenin kaygılarını azaltan bir tutum olarak görülebilir.
Tarihsel olarak mirlikleri vasıtasıyla kendini yöneten Kürtler, modern dönemde de bu taleplerini âdem-i merkeziyetçi biçimlerde yeniden üretmişlerdir. Kürt partilerinin çoğunun programlarında federasyon yer almaktadır. Buna karşın, Cumhuriyet’i en fazla kaygılandıran konulardan biri de federasyon, otonomi ya da öz yönetim biçiminde dile getirilen taleplerdir. Bu nedenle, başkanlık sistemi gibi ademi merkeziyetçi yaklaşımları dile getiren siyasetçiler devletin hışmına uğramıştır. Bunlar arasında öncelikle Adnan Menderes ve Turgut Özal sayılabilir. Biri idam edilmiş, diğeri ise şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu anlamda devletin kaygılarını gidermiştir. Çünkü yeni sistem, bir tür başkanlık sistemi olmasına karşın oldukça merkeziyetçi bir yapı tesis etmiştir. Bu şekilde federasyon, otonomi ya da öz yönetimin önü kesilmiştir. Bunun yanında kayyum politikalarının terk edilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, belediyelerin eğitim ve kültür gibi bazı alanlarda çalışabilmesi, Kürtlerin taleplerini bir düzeyde de olsa karşılamaya katkı sunacak ve kaygıları azaltacaktır.
Kürtsüz bir proje olarak Cumhuriyet, Kürt’ü yabancı bir unsur olarak görmüştür. Bu nedenle, Kürt’e dair her türlü göstergeyi görünmez kılmak için büyük bir mücadele vermiştir. Buna karşın, Kürt her alanda varlığını sürdürmüştür. Son 20 yılda devlet de Kürtleri çeşitli kürdi temsillere kavuşturmuştur. Bu kapsamda TRT bünyesinde TRT Kurdî kurulmuş, altı devlet üniversitesinde lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde programlar açılmış, devlet okullarında seçmeli ders olarak Kürtçe (Zazaki ve Kurmancca) dersi konulmuş, Kürtçe öğretmenleri atanmıştır. Tersinden bakıldığında, “Devletin Kürtleşmesi” olarak tanımlanabilecek bu gelişme Kürt ve Kürt’e ait olanların yabancı bir unsur olarak algılanmasını az da olsa engelleyebilir. Bu da devlet ve Türkler açısından kaygı azaltıcı olarak işlev görecektir.
Son olarak, 11 Temmuz 2025’te Ranya yakınlarındaki Casene Mağarası önünde yapılan törenle silahların yakılarak bırakılmaya başlanmasının neden olduğu sevinç ve huzur, barış önündeki kaygısal engellerin önemli ölçüde hafiflemesine yardım edecektir. Çünkü Cumhuriyet tarihi boyunca devletin silah karşısındaki tavrının siyaset, hukuk, toplum ve diğer alanlardaki tahrip edici sonuçları bilinmektedir. Barış, aynı zamanda yılların biriktirdiği acılar için bir nekahet süreci olacaktır. Yeni süreçte demokratik yöntemlerin ve hukukun esas alınacağının ifade edilmesi, yeni dönem hakkında ipuçları vermektedir. Kandil’deki eski PKK’lilerin bu temelde yaptığı açıklama, alınacak mesafenin büyüklüğünü de göstermektedir.
Türkiye yeni süreç ile Kürtlerle bir hikâye yazmak istiyorsa kendi önüne bakmalıdır. Suriye’de kontrolü dışında birçok gelişme olmakta ve kaygıları artırmaktadır. Çünkü Suriye’de çok sayıda iç ve dış aktör bulunmakta ve doğal olarak ortam kontrol edilememektedir. Bu nedenle Türkiye’nin Kürtlerle hikâyesini Suriye üzerinden kurgulamaması gerekmektedir. Komisyon çalışmasının sonuçları ve hukuki düzenlemeler zaman alacağından hukuki düzenleme gerektirmeyen bazı adımların atılması süreç için olumlu öncüller olacaktır. Bu bağlamda buradaki hikâyenin sağlıklı bir şekilde devamı için kısa sürede yapılabileceklere kamudan ihraç edilen akademisyen, öğretmen ve diğer çalışanların iadesinden başlanabilir. Çünkü kendini feshetmiş bir örgüte iltisak artık izah edilemez bir vaziyet aldı. Bu konuda Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları sanırım iade için yeterlidir. Burada YÖK ve üniversiteler de inisiyatif alarak iadeleri yapabilirler. İnfazını tamamlamış mahkûmların serbest bırakılması da yıllardır çocuklarına hasret kalan aileler ve Kürtler arasında sevinçle karşılanan çok önemli bir gelişme. Örgüt üyeliğinden yargılananların tutuksuz yargılanması söz konusu olabilir, haber ve yorum yapan gazeteciler ve siyasi tutuklular serbest bırakılabilir. Bunun yanında Kürt tarafının da devletin şimdiye kadar attığı TRT Kurdî, Kürt Dili ve Edebiyatı, Kürt Dili ve Kültürü bölümleri, seçmeli Kürtçe dersi, Kürtçe öğretmenleri ve Kürtçe kitap basımı gibi adımların desteklemesi gerekiyor. PKK ve DEM’in ya hep ya da hiç tutumu dolayısıyla bu adımları takdir etmediği bilinmektedir. Bunun en önemli göstergesi seçmeli Kürtçe dersini protesto etmeleridir. Son yıllarda protesto yerini sessizliğe/desteksizliğe bırakmıştır. Hem devletin hem de Kürt tarafının atacağı bu adımlar siyasi iklimi olumlu hale getirecek ve sürecin sağlıklı işleyeceğine ilişkin umutları büyütecektir.
__
¹Cuma Çiçek, Kürt Barışı ve Yeni Dönem. https://birikimdergisi.com/haftalik/11983/kurt-barisi-ve-yeni-donem
²Mesut Yeğen, Bizim Hayırlı Cumamız. https://www.perspektif.online/bizim-hayirli-cumamiz/
NURETTİN BELTEKİN