Devlette Bahçeli, Saha Diplomasisinde Davutoğlu

Hukuk ve demokrasi sorunları her daim bâki ama bunları meczetmeden ve “ülkenin daha önemli meseleleri var” gibi ezber kalıplarla süreci tuhaf şekilde tahfif etmeden de bu konulara değinmek mümkün. Hatta Davutoğlu’nun ziyaretler gerçekleştirdiği bölgelerdeki siyasiler ve toplumun büyük umutlarla bu süreci izlediklerini bilenler için zorunluluk içre.

bahçeli davutoğlu

Haliyle bol “ama”lı ya da “istemezuk” tavrı içeren cümlelerin yer aldığı bir süreçten geçiyoruz. Her konuda böyleyken, bir yüzyıla yayılmış, son 50 yılı bugünlere direkt etki etmiş böylesi devasa bir meselede olmaz mı? “Ama”lar, “istemezuk”ler bile tanımlama eksikliği içeriyor. “İhanet” içre ithamlar birbiriyle yarışıyor; “Sevr, Lozan, bölünme” ithamları eşliğinde.

 

Ne manidar ama bir o kadar da ne kadar siyasetin normalidir ki seçimlerden evvel “masanın yedinci ayağı”; “terörle iltisak”; “serok”lar havada uçuşuyordu. Tamam da zaten siyasetin özü hep bu değil miydi? Bir gün fırlatılan ip, diğer gün uzanan ele, hatta eli-kolu kayanın altına koyup “İmralı’ya ziyaret”e bile dönüşebiliyordu; hem de ezberler bozan meydan okumalar eşliğinde.

 

Geçmişe dönüp çelişkiler zinciri arşivini ortaya döken bir konfora yaslandığımızda ne elde etmiş olacağız? Kimin iyiliği adına bunu yapmış olacağız? Gözü yaşlı analar? Yitip giden binlerce can? Ülke içi ve bölgede Sykes-Picot adına sürüp giden çatışmalar, ölümler, mikro hesapların devamı, trilyonlarla ifade edilen maddi kayıplar, bir türlü kucaklaşamayan etnik ve dini kardeşlikler, parçalanmış jeopolitiğin içinde payına düşeni elde etmek için ödenen ve toplumlara ödetilen maddi-manevi bedeller? 

 

50 Yıllık Siyasi Ezberleri Bozan, “Stratejik Derinlik”i de Yeniden Ete Kemiğe Büründüren Çıkış

 

Gün geldi ve bir sabah, bu meselede öte tarafın en ucunda duranların başında gelen Devlet Bahçeli, karşı taraftakilerin rüyalarında bile göremeyecekleri bir çıkış gerçekleştirdi. Her kesimden yükselen “abartmayalım” seslerine rağmen onu ülkenin De Klerk’i ilan edenler de çıkmadı değil.¹

 

O günlerde, “Ülkede ne terörist kaldı ne de terör eylemi” diye sürece popülistçe karşı çıkanlar, bile isteye şu çelişkinin altına da imza atmış oluyorlardı: Cumhur İttifakı yıllardır izlediği güvenlikçi siyasette oldukça başarılı oldu! Öyle ya, o halde böylesi bir çıkışa ne lüzum vardı ki? Kayayı kaldırıp altındaki bir sürü fosilleşmiş sorunu ortaya çıkarmanın alemi neydi?

 

7 Ekim 2023“Aksa Tufanı”nın hemen ertesinde, TBMM’de, özellikle gazetecilerin önünde yolunu kesip “ülkenin kendisine bugünlerde ihtiyacı olduğu”nu yüzüne karşı ifade ettiği Bahçeli, DEM’den sonra Davutoğlu’na da bir zeytin dalı uzatmıştı. İsrail’in ve küresel egemenlerin bölgesel hesaplarının güncellendiği böylesi bir vasatta bu yaklaşımın altı boş değildi; karşılıksız da kalmamıştı. Söz konusu olan “Stratejik Derinlik” ise, söz konusu olan bütün bir Ortadoğu halklarının menfaati ise Davutoğlu’nun durduğu ve duracağı yer de belliydi, vizyonunun derinliği de.

 

İşte bugünlerde Duhok’ta bütün bölge liderleri ve halklarına, “kriz yönetimi geleceği tanımlayamaz. Gelecek için bir vizyonumuz olmalı. Kriz yönetimi sadece aklınızda bir paradigma varsa anlamlıdır” diye hitap eden; “Mesele siyaset değil, devletin ve milletin ve dahi bölge halklarının maslahatı” düsturuyla konuşan ve eyleyen Davutoğlu ile Bahçeli arasındaki mektup ve telefon trafikleri o dönemlerde başlamıştı. Davutoğlu’nun sürekli vurguladığı “Kapsayıcı Milliyetçilik versus Dışlayıcı Milliyetçilik” dikotomisi siyasette de ete kemiğe bürünmeye başlamıştı. Davutoğlu’nun sesi grup konuşmaları ve bazı sosyal medya kanalları dışında -ilgilileri hariç- kamuoyu tarafından çok duyulmasa da hem Gazze ve Filistin politikaları konusunda gerek yurt dışında katıldığı programlarda, gerekse Meclis’teki grup konuşmalarında, bir ombudsman misali yaptığı yol gösterici hitap ve eylemler zinciri; hem de son bir yıllık süreçte o ilk radikal çıkış anından itibaren Bahçeli’ye verdiği destek aşikardı. 

 

Aslında o destek, Bahçeli üzerinden son 150 yıllık tarihi gerçeklere ve gelecekte bizi bekleyen asra verilen destekti. Nitekim Bahçeli, Meclis’te her hafta bir ezberi daha tuz buz edip, bir kayaya daha baltayı vururken, Davutoğlu da o bir yıl içinde üç kez Irak, Kuzey Irak, Suriye demeden bütün bir bölgeyi tepeden tırnağa, en kılcal damarlarına kadar tabiri caizse “fethe” çıkıyordu. Kendi tabiriyle “psikolojik bariyerler”i aşma adına irili ufaklı tüm gruplarla görüşüyor, sokakları dolaşıyor, tüm Kürt taraflar, Türkmenler, Şiiler, Sünniler ne kadar makro-mikro çevre varsa görüşüyor, tüm eski network üzerinde etkili olma çabalarını sürdürüyordu. Gazze için İngiltere’ye giderken, İsrail tehdidi altındaki halkların aralarındaki tüm çatışmaların bitirilmesine kapı aralama adına bölgeyi karış karış geziyor, temaslarda bulunuyordu.

 

Eski diplomatlardan başbakanlara, aşiret liderlerinden dini liderlere, halen görevde olan devlet adamlarından sokaktaki insan kadar ortaya konan çabalar onun deyimiyle -bir devlet görevinden öte- “tarihi bir misyon” olarak yerine getiriliyordu. 

 

Neçirvan Barzani’nin Türk dış politika heyetine sarfettiği “Davutoğlu’nu mutlaka bölgeye gönderin, çünkü bölgenin en sevilen devlet adamı” sözleri boşuna değildi. Görevde olduğu zamanlarda ayağını atmadığı coğrafya, elini atmadığı sorun, aklı ve yüreğiyle çözmeye gayret etmediği mesele kalmamıştı bu topraklarda. 

 

“Neden buralara geliyorsunuz? Önce bölgeyi harmanladınız sonra da Kerkük’e gittiniz, neden?” diye soran Irak’ın eski istihbarat başkanı Mustafa Kazımi’ye “Türkmenleri ve Kürtleri dışlamadan siyaset edin” uyarısında bulunan, Neçirvan ve Mesrur Barzani gibi liderlere “Türkiye’nin terörden arınması, Kuzey Irak’ın da terörden arınması anlamına gelir” mesajını ileten, muhataplarının “Siz devlet göreviyle gelmediğinizi ikrar etseniz de biz sizi dinlerken Türkiye devletini dinliyormuş hissine kapılıyoruz, çünkü en zor zamanlarımızda hep yanımızda oldunuz” diyerek bölge için şahsiyetinin ve misyonunun ehemmiyetine vurgu yaptıkları bir lider olarak Davutoğlu’nun bu bölge ziyaretleri aslında hem Bahçeli’nin çıkışına omuz verip ete kemiğe büründürmeye çalışan, hem de bölgedeki yeni fırsatlar ve risklerle yüzyüze gelen devletin etki alanını güçlendirmekteydi.

 

Onun bu proaktif hali aynı zamanda, Kürt sorunu ya da Ortadoğu üzerine yıllardır masa başında düşünce üreten entelektüellerin hayallerini de süsleyen bir gerçekliğe de işaret etmekte. Nitekim bugün “Neo-conlar ve Yeni Ortadoğu Projesi” hakkında bir kitap da kaleme alan Davutoğlu’nun Duhok’taki konferanstaki konuşmasının neredeyse yarısı “İsrail tehdidi” üzerine odaklanmayla ilgiliydi. Çok ciddi uyarılarda bulundu. Yeni tehditlere, yeni kaotik risklere, sınırların yeniden çizilmesi hedeflerinin getireceği tehditlere değindi. Kürt dimağların yanlış anlamalarına mahal vermemek adına şunu da eklemeden geçmedi:“Ben bunu söyleyince Kürt hareketlerinin hedeflerini engelleme gibi algılanıyor. Oysa ben sınırlar kalmayacağından söz ediyorum. Bölgenin atomize edileceğinden bahsediyorum. Tıpkı Saddam’ın Sykes-Picot’a müdahale ettiği için cezalandırılması gibi. Beşşar Esad’a da ‘Lübnan’a sakın müdahale etmeyin’ diye uyarmıştım. İran’ın da yaptığı hataları buna ekleyin. 2012-2013 yıllarında defalarca uyardım ama onlar o arada ‘Arap Başkentleri bizim uhdemizde’ diye naralar atıyorlardı.”

 

“Şimdi de esas büyük tehlike sahada: İsrail’in, Gazze, Batı Şeria, Golan, Lübnan’daki hegemonik politikaları, Kürdü, Türkü, Arabı birbirine kırdırma gayretleri, başka bir oyunun sahaya sürüldüğünü ortaya koyuyor ve hiç birimiz bunun piyonu olmamalıyız” mealindeki uyarıları, aslında Bahçeli’nin de yüz yıllık kaba ulusalcılara anlatamadığı, onların popülistçe ve bel altı ithamlarla karşı koydukları sürecin doğru yönetilmesinin ve kapsayıcılığının önemini ortaya koymaktaydı.

 

Onun; “Şimdi Kürtlere ‘aman ha bu oyuna gelmeyin, devlet havucuna ram olmayın, SDG ile daha doğrusu Suriye Kürtleriyle Türkiye birebir görüşmeli’ demem de bundandır. Zaten SDG ile Suriyeli Kürtler asla örtüştürülmemelidir. SDG’nin içinde yoğunlukla Arap aşiretler de var. Afrin, Halep’teki Kürtler başta olmak üzere Türkiye bütün taraflarla ayrı ayrı görüşmelidir. Biz zamanında Irak ve Suriye’nin bütün etnografik haritasını çıkarmıştık. Kılcal damarlara kadar. Aleviler’in, Dürziler’in tüm kanatları dahil herkesle görüşmeli Türkiye” uyarılarının da hem tarihin kaçırılmış anlarına hem de bugüne dair hatırlatmalar içerdiği bir vakıa.

 

Bu görüşlerle Devlet Bahçeli’nin motivasyonunun örtüşmediğini iddia etmek saflık değilse eğer, olan biteni anlamamaktan kaynaklanmaktadır.

 

DEM Parti de bu geniş vizyonla meseleye bakabilmelidir; CHP ve İYİ Parti dışında kalan muhafazakar muhalefet de.

 

“Salih Müslim’i Türkiye’ye getirdik diye hakkmızda onbir yıl boyunca söylenmedik söz kalmadı. Oysa o zaman bu bağları kursaydık ne ABD ne Fransa bu bölgeye giremezdi. Şara ile SDG toplantısının Fransa’da yapılması insanın kanına dokunuyor” diyen Davutoğlu’nun bölgede devlet ricalinden sokaktaki insana kadar kucaklanması boşuna değil.

 

Yıldıray Oğur “77 yaşındaki Bahçeli ne yapmak, nereye varmak istemektedir?” https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/77-yasindaki-bahceli-ne-yapmak-nereye-varmak-istemektedir-1605920 başlıklı yazısını bitirirken şunları söylüyor:

 

“Ortadoğu’da Esad’ın dört günde devrildiği, Hizbullah’ın bir haftada ortadan kaybolduğu, İran’ın evine çekildiği, İsrail’in dünyadaki en yalnız ama agresif zamanlarını yaşadığı, Suriye’de yeni bir devletin kurulduğu, İsrail’in her an İran’ı vurmasının beklendiği, ABD’nin İsrail ile Suriye’yi barıştırmaya çalıştığı, Gazze’ye uluslararası gücün geldiği, Irak’ın ve İran’ın parçalanma riski taşıdığı bir coğrafyada Türkiye’nin hiçbirşey yapmadan kaderini beklemesini herhalde kimse beklemiyordu.

 

Bu riskler ve fırsatlarla dolu tarihi anda yanı başındaki silahlı bir örgütle 50 yıllık meselesini bitirmesi, Kürt vatandaşlarının ve Kürt komşularının gönlünü kazanmasının ne kadar kritik ve ön alıcı bir hamle olduğunu, bunun hem riskleri ortadan kaldırıp hem de ülkenin büyümesi için ne büyük bir fırsat olduğunu herhalde sadece Bahçeli görmüyordur.

 

Üstelik Öcalan uzun yıllardır örgütünün artık silahlara veda etmesi gerektiğine inanıyorken, Türkiye ile entegrasyon yanlısı iken ve bu kararı verebilecek yegane kişi, kurucu önder olarak artık 76 yaşında girmişken….

 

Evet, Bahçeli son bir yılda yaptıklarıyla bir yıl önceki biraz iddialı yazımı doğruladı ve bizim De Klerk’imiz oldu.

 

Şaşırtıcı, beklenmedik, inanması zordu ama oldu.

 

Gözlerimizle gördük ve görmeye de devam ediyoruz.

 

Görenlere düşen önyargısız olarak Bahçeli’nin 77 yaşındaki bu çabasına destek olmaktır.”

 

O, Bahçeli’nin belki de hayatının son deminde üstlendiği bu tarihi misyona atıf yaparken, bir önceki bölge ziyaretinde de Davutoğlu, Kürt liderlerin onun için “şifa duası”nda bulunduklarından bahsetmişti. Anlayan ve sırtında yumurta küfesi taşıyan için Öcalan’ı da, silah bırakmanın detaylarını da, komisyonu da, İmralı ziyareti tartışmalarını da aşan bir bölgesel hassasiyetin etki ve değerini anlatmaya kâfi gelecek bir aktarım bu.

 

Bir tarafta Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş’un koca TBMM’nin oluşturduğu komisyonun sorumluluk sınırını ürkekçe daraltan ifadeleri, diğer tarafta Demirtaş’ın tahliyesine ilişkin net açıklamalar yapan Feti Yıldız. Bir tarafta, sırf kısır siyaset adına, İmralı’ya gidecek heyeti tehdit eden, Bahçeli’nin sözlerini de topa tutan malum kafalar, diğer tarafta Duhok’tan Ankara’ya güvence vermeye çalışan ve “İlgili güçlerden ve başta komşumuz Türk devletinden şunu istiyoruz: Kurumlarımızın; emniyet, güvenlik, askeri ve idari kurumlarımızın Suriye devleti içerisine dahil olmasını (entegrasyonunu) kendileri için bir tehdit olarak görmesinler” diye seslenen Mazlum Abdi gerçeği. Birileri korkularıyla, tarihi nefretleriyle, ezberleriyle, inançsızlıklarıyla, kör paradigmalarıyla, alışkın oldukları popülist linç kültürünün verdiği dayanılmaz hafiflikle dar pencerelerden meseleye bakıp süreci kriminalize etmeye çalışırken, diğer tarafta elini de gövdesini de taşın değil kayanın altına koymaya çalışan, elli yıllık ezberleri tarumar etmekten gocunmayan, sadece Türkiye’deki değil, tüm bölge halklarının maslahatı adına, yeni jeopolitik süreçlere meydan okuma amaçlı, yeni riskleri bertaraf etme hedefiyle meseleye bakıp tarihi sorumluluk üstlenen Devlet Bahçeli ve onun sahadaki doğal müttefiki Ahmet Davutoğlu.     

 

“Ama”ları Bol Siyaset ve Medyanın Derdi Ne?

 

Siyaset ve medyadan kastımız Zafer Partisi ya da İYİ Parti değil. Onların tutumları mâlum. Dar vizyon, popülist “ihanet” edebiyatı, her meselede yüz yıllık ezberleri topluma boca edip itikat kirletme, vesaire vesaire… Derdimiz, muhafazakar mütedeyyin kesimlere seslendiğini iddia edip sürecin hakkını vermekte zorlananlar. “Milletin gündemi bunlar değil, bunlar oyalamaca” deyip ardından ülkedeki hukuksuzlukları sayıp dökenler. Aynı gazetede bir yazarın “Bahçeli’yi alkışlıyorum” satırlarına, bir diğerinin İBB iddianamesiyle ilgili sözlerini iliştirip itiraz etmesi. Bir siyasetçinin “Hukuksuz bir Türkiye ile terörsüz bir Türkiye’yi inşa edemezsiniz” sözlerinde olduğu gibi, gereksiz bir öncelik sonralık tartışmasını gündeme getirmesi.

 

Yani her konuya uyarlanabilecek “ama”lı “itiraz sepeti”ni buraya da iliştirmeye ve “ya hep ya hiç” kolaycılığıyla, aslında bir çözümsüzlüğe de yol açtıklarını göremeyen “iyi niyetliler”. 

 

“Önce cenneti inşa et ki cehennem narı sönsün” gibi bir yaklaşım doğru değil. Özellikle de dünyanın ve bölgenin kaosa sürüklendiği, Suriye’deki inşai sürecin de baltalanmaması adına her türlü girişimin desteklenmesi gerektiği böylesi bir konjonktürde. Dahası ülkeden trilyonlar götürmüş ve ülkeye ölümler getirmiş 50 yıllık bir parantez kapatılmaya çalışılırken. Nitekim, “Türkiye’nin çok daha ciddi meseleleri var” ezber cümlesi, hangi konuda çözüm üretmek isteseniz kurulur! Tweet atan gazetecinin tutuklanması böylesi bir devasa meselenin karşı terazisine konmaz, konmamalıdır! Öncelikle somut desteği ortaya koyup meselenin ehemmiyetine vurgu yapıp, bilahare “bunlar da ardından gelmeli” denebilir belki. Nitekim zaten bu mahfiller daha Demirtaş’ı ağızlarına almaktan korkarken, Feti Yıldız çıkıp Türkiye’deki AİHM ve AYM süreçlerine, alınan hukuki kararlara uyulmasına, Demirtaş’ın tahliyesini de talep ederek ifade etti. 

 

Hukuk ve demokrasi sorunları her daim bâki ama bunları meczetmeden de, “ülkenin daha önemli meseleleri var” gibi ezber kalıplarla süreci tuhaf şekilde tahfif etmeden de bu konulara değinmek pekala mümkün. Hatta Davutoğlu’nun ziyaretler gerçekleştirdiği bölgelerdeki siyasiler ve toplumun (Irak, Kuzey Irak, Suriye) büyük umutlarla bu süreci izlediklerini bilenler için zorunluluk içre. 

 

Tersinden de bakabiliriz meseleye. Sorunlarla boğuşan ekonomi, hukuk ve demokrasi sorunları belki de bu sürecin hızlanmasıyla daha iyi noktalara da taşınabilir. Bölgesel tehditlerin ötelenmesi ve bölgesel entegrasyon, belki de ülkenin cüssesini bambaşka noktalara taşıyabilir.  Süreci tahfif eden, önüne ülkenin devam eden başka sorunlarını koyan ve detaylarda boğulan yaklaşımların Erdoğan eleştirilerinin de bir kıymeti harbiyesi kalmamakta üstelik. Nitekim Erdoğan da Bahçeli’nin radikal çıkışına destek verdi ve “Cesur, ufuk açıcı ve yol gösterici” dedi bile.

 

Velhasıl, “Demokrasi yoksa, terörle mücadele de nafile” gibi bir yaklaşım çerçevesinin, asıl kendisinin demokrasi ve hukuka ivme katması muhtemel bir sürece desteği gerekir ki bırakın hassas ve duyarlı olmayı, bu aslında basit bir matematiktir. Eğer bir ülkeyi yönetmeye adaysanız önce kendinizi bu kritik süreçlerde doğru konumlandırmak zorundasınız. Sürecin karşısında olan zaten bu eleştirileri duymaz, yanında konumlanan kitlelerse “Kem küm eden”, “MHP öne sürülüyor, kendi kaçıyor” siyasi eleştirilerinin basitliğini görür. Halk, Türkiye ve bölgenin kaderi çizilirken ısrarla “Erdoğan eleştirisi” kalıbından çıkamayanların gerçek bir demokrasi, hukuk, dış politika derdi olup olmadığından da şüphe eder. 

 

“Sen ne istiyorsun ve nasıl olsun istiyorsun” sorusuna cevap verebilmek ve yolu açmaktır aslolan. Türkiye muhalif siyasetinin ise dış politikada olduğu gibi bu konuda da iktidar karşısında acz içinde olduğu bir vakıa. Bu durum onların ufuklarının çeperini de açık ettiği gibi, “müzmin muhaliflik” ithamlarında savunulmalarını da güçleştiriyor. Sadece fırsatlar tepilmiyor, yumurta küfesi taşınmadığı da aşikar edildiği gibi, ana muhalefete ilişkin “güven” problemi alternatif olmak için yola çıkmışlara da sirayet ediyor.

 

Normal şartlarda -ankete gerek duymadan- oy kaybediyor teşhisi yapılacak ittifak ortağına, ona hiçbir destek cümlesi kurmadan “Erdoğan ayak sürüyor, seni de öne sürüyor” diyerek muhalif eleştiri yaptığını zannedenler, müzmin muhalifliği bari bu konuda terk edip Bahçeli ve Davutoğlu’na omuz vermelidirler. 86 milyonun ve dahi 300 milyonun hatrına!

 

__

¹https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/bahceli-yerli-de-clerk-olabilir-mi-1601483

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.