Bir İsyanın Çöküşü ve Kamyon Karoserinde Biten Hayat

Yazık ki Mehmet Akif’in emanetine yeterince sahip çıkamadık! Aile fertlerinin hayat hikâyelerine baktığımızda, çeşitli sıkıntılar yaşadıklarını, sefalet içinde bir yaşam sürdüklerini görüyoruz. 

mehmet emin ersoy

Akif’in Oğlu Emin Akif

 

Büyük adamların işleri-uğraşıları da sınavları da büyük olur. Normal insanların en sıradan mevzusu onlar için içinden çıkılmaz kocaman bir probleme dönüşebilir. En çok da aile-gaile mevzuları… Oysa onların çocuklarının da kendileri gibi önemli insanlar olmalarını bekleriz. Onların da babaları gibi zengin, başarılı, çalışkan, gözde… olacağını düşünürüz. Ama değil!… Yanılıyoruz!… Bu kişi, Mehmet Akif gibi ulvi bir şahsiyetin oğlu olsa bile…  

 

Mehmet Akif’in oğlu da hayatta muvaffak olamayabilir. Başarılı olmayı bırakın, nefesi açlık kokup ekmek dilenebilir. Soğuk gecelerde ıssız sokaklarda, çöp bidonlarında yatıp kalkabilir. Dahası; kumar, eroin, esrar bağımlısı olarak derbeder bir yaşama terkedilebilir. Bir baba için bu haller ne kadar da kahredici bir durum değil mi? Hele ki bu baba Mehmet Akif gibi münevver bir kişi ise…

 

Oysa her babanın gönlünde çocuklarının ahlaklı, başarılı, çevresine faydalı, mutlu bir evlat olması arzusu vardır ve bunun için bir ömür didinip dururlar. Aslında Mehmet Akif de her baba gibi evlatları için fazlasıyla emek vermiş, uğraşmış, didinip durmuştur lakin kader ağlarını farklı örmüştür. 

 

Nitekim Merhum Akif, Mısır’da iken Mahir İz’e yazdığı 17 Aralık 1929 tarihli mektubunda:

“Emin ile Tahir ellerinizi öpüyorlar. Emin, Fahir’e birçok selâmlar gönderiyor. Geçen kış, onlarla birlikte bir resim aldırmıştık. Altına şu kıtayı yazdım:

 

Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap!

Ona siz çekmeyiniz, sonra ateştir yolunuz.

Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti;

Pek de incelmeyiniz, sâde biraz yontulunuz.” 

 

Anne-baba yüreği evlatları için ne yapsa hep az görür ve evlatlarının daha fazlasına layık olduğunu düşünür, kendini suçlu hisseder hep.

 

Merhum Akif’in altı çocuğundan en büyüğü olan Emin Akif babasıyla en fazla zaman geçiren evladıdır. Millî Mücadele yıllarında ve Mısır’da olduğu dönemde Emin Akif onun en büyük yardımcılarından biri olmuştur. Öyle ki İstiklal Savaşı’nda babası ile birlikte Anadolu’yu karış karış dolaştığını biliyoruz.

 

Emin’in kız kardeşi Feride anlatıyor:

 

Sonradan görüştüğümüz bir asker, babamın Anadolu’ya gidişini anlattı. Küçük kardeşimle (Emin Akif 12 yaşlarında) yola çıkmıştı. Aileden bir hatıra olsun diye onu yanına almıştı. Çok sevdiği bu erkek kardeşim (Emin Akif) sonradan vefat etti. Kardeşimi hep sırtında taşırmış. Ayakkabıları yırtılmış. Ayakları kanlar içindeymiş.

 

Emin Akif de kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söyler:

 

Senelerce onunla Mısır’da baş başa yaşadık. Benden başka muhatabı yoktu. Son yazıları bendedir. Bunların içinde tasavvufa ait olanları da var. Kendisi neşirlerini istemedi. Fakat neşri, edebiyatımıza kazandırılmak istenilirse, ruhundan af dileyerek, neşrinde bir mahzur görmeyeceğim. Bu eserleri edebiyata kazandırmak suretiyle ifa edeceğim hizmetten duyacağım huzur, pederin sözünü dinlememekten mütevellit çekeceğim azaptan daha kuvvetli olacaktır.

 

Ancak Merhum Akif’in Mısır’da olduğu yıllarda dostlarına yazdığı mektuplardan anlıyoruz ki o sıralar Türkiye’de olan oğullarıyla (Emin, Tahir) ilgili aldığı haberler onu endişelendirmiş ve yakın dostu Fuad Şemsi’den yazdığı mektuplar üzerinden destek istemiştir. Aynı şekilde başka dostlarına yazdığı mektuplarda da benzer endişeyi dile getirdiğini görüyoruz.  

 

Daha sonraları ise Emin ve Tahir’i Mısır’da yanına aldığını, eğitim ve terbiyeleri ile yakından ilgilendiğini görüyoruz. Ancak Emin’in askerlik vazifesini yapmak üzere Mısır’dan ayrılması ve sonrasında yaşananlar onu derinden üzmüştür. 

 

Emin Akif, Mısır’dan 1934’te Türkiye’ye gelmiş ve askerliğini Kırklareli’de er olarak yapmıştır. Askerlik vazifesi sırasında Kur’an’ı Kerim’i ve anlamını arkadaşlarına öğretmek istemiş ve bu gerekçeyle Divan-ı Harb’e (Askeri Mahkeme) verilmiştir. Bunun üzerine Emin Akif birlikte tutuklandığı çavuşu ile cezaevinden firar ederek İstanbul’a, oradan da gemiyle Mersin’e kaçmıştır. Mersin’den de yaya olarak Antakya’ya giderken kimliksiz olduğu ve şüpheli hareketleri gerekçesiyle tutuklanarak Kırıkhan’a gönderilmiştir. Ne olduysa(!) askerlik onun hayatının zehirlenmeye başladığı yıllar olmuş ve bir daha rahat yüzü görememiştir.

 

Akif’in torunu Selma Argon Ersoy’un anlattıklarından öğreniyoruz ki aslında Emin Akif madde bağımlılığı illetine Mısır’da olduğu yıllarda yakalanmış. Bu durumu da Akif’in, kızı Suat hanıma yazdığı mektuptan yola çıkarak söylediğini açıklıyor torunu Selma Hanım. O da söz konusu mektupta yer alan; ‘Emin yavrum hasta, artık adamlıktan, insanlıktan çıktı’ ifadesidir.

 

Mehmet Akif bu sıralar Mısır’dadır ve evladı Emin’in askerden firar olayını duyduğunda haliyle çok üzülmüştür. Üzüntüsü; onun arkadaşlarına Kur’an öğretmesine değil, askerlikten firar etmesinedir. Nitekim çok sonraları ortaya çıkan Eşref Edip’e yazdığı mektupta Akif’in bu duygularını yakından müşahede ediyoruz:

 

Bizim namussuzun yeni rezaletini işitmemiştim, Allah canını alsın! Bari müddet-i mahkûmiyeti kısa olmasaydı da mahbesten cenazesi çıksaydı!

 

Zaten Emin Akif’in bundan sonraki hayatı da darmadağın ve derbeder bir halde geçmiş ve ömrünün sonuna kadar perişan bir hayat peşini bırakmamıştır. İçki, esrar, eroin, hapishane, tımarhane ve bir çöp bidonunda/kamyon karoserinde dünyaya elveda!…

 

Askerlikten sonra hayatı ile ilgili bilgilere ise Reşat Ekrem Koçu’nun İslam Ansiklopedisi’nde (C.10, s.5220, İstanbul 1971) Burhaneddin Olker’in yazdığı maddede rastlıyoruz:

 

Emin Akif terhis olduktan sonra kendini içkiye verdi ve yakınlarıyla irtibatsız bir biçimde perişan bir hayat sürdü. Sabahçı kahvelerinde ve hamamlarda barındı. Yalın ayak dolaşarak şarap, ispirto ve esrar parası için hamallık yaptı.

 

1939’da İstanbul zabıtası tarafından bir esrarkeş olarak yakalandı ve akıl hastanesine sevk edildi. Bir müddet cezaevinde kaldı. Bu arada kendisine ulaşan bir baba dostu tarafından Bursa’da Atatürk Çiftliği harasına kâhya olarak yerleştirildi.

 

Evlendi ve mazbut bir hayat sürmeye başladı. Fakat bir müddet sonra (1963-1964) işinden çıkarıldı. İstanbul’a döner dönmez tekrar esrara başladı. 1966 başlarında eşi vefat edince yine kimsesiz kaldı. Bu kez adeta intihar kastıyla kendisini içkiye ve esrara verdi.

 

1966 sonlarında birkaç ay akıl hastanesinde kaldı. Hastaneden çıktığında (Kasım 1966) geceleri Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoseri içinde yatmaya başladı ve 24 Ocak 1967’de bu karoserin içinde ölü bulundu.

 

Çöp Bidonunda Biten Hayat

 

1966 yılının son günlerinde Çetin Altan, Milliyet gazetesindeki odasında yaşananları şöyle anlatıyor:

 

Bir öğle sonrası… Bayram içeri girdi, ‘Sizi biri görmek istiyor’ dedi.

 – Buyursun… 

İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla: 

– Bendeniz, dedi, Mehmet Akif’in oğluyum… 

Bir anda ne olduğumu yine şaşırdım ve nasıl şaşırdım bilemezsiniz. Eski bir dostluk havası yaratmak istercesine: 

– Ooooo buyurun buyurun, nasılsınız?… türünden bir yakınlık göstermeye çalıştım. 

O tavrını bozmadı: 

– Rahatsız etmeyeyim, dedi. Sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim. 

Gökler mi tepeme yıkıldı; yer mi yarıldı da ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena allak bullak oldum. 

Ve yine tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkarıp uzattım. O, bükük boynuyla: 

– Siz ne münasip görürseniz, dedi. 

Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime. Cüzdanımı açtım; içinde ne varsa çıkardım -fazla bir şey de yoktu- elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir on, yahut yirmi lira aldı. 

– Çok çok teşekkür ederim, rahatsız ettim, dedi ve çıktı. 

Aradan bir ay geçti geçmedi. Gazetelerde küçük bir haber ilişti gözüme. 

Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Akif’in oğlunun ölüsü bulunmuştu.

 

Bu hadiseden yaklaşık bir ay sonra ise ajanslara (24 Ocak 1967) bomba gibi bir haber düşer: 

 

…Şair Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Mehmet Emin Ersoy, (İstanbul) Tophane semtinde, Hacı Mimi sokağında bir kamyon kasası içerisinde ölü bulunmuştur. Devamlı olarak alkol alan 45 yaşındaki Mehmet Emin Ersoy’un bir kalp krizi sonucunda öldüğü anlaşılmış ve cenazesini kaldıracak bir makam bulunmadığı için ceset uzun süre sokakta kalmıştır! Üç yıl önce eşi ölen Mehmet Emin Ersoy, kendini uyuşturucu maddeye vermiş ve Tophane’nin arka sokaklarında yaşamaya başlamıştı!.. (25 Ocak 1967 – Milliyet Gazetesi)

 

Evet,  bir ülkenin milli şairinin oğlu böyle hazin bir sonla veda ediyor bize. Yürek burkan, trajik bir hayat… İnsanın tüylerini diken diken eden hüzünlü bir hikâye… Hikâye değil, birebir yaşanan gerçek bir hayat!

 

Son 10 yılını perişanlık içerisinde Mısır’da geçiren bu memleketin vicdanı Mehmet Akif, iyi ki de bu yaşananlara tanık olmadı. Aslında sadece vefatından kısa bir süre önce cereyan eden yukarıdaki hadise değil daha önce yaşananlar da pek farklı değil.

 

Nitekim gazeteci-yazar Nusret Safa Coşkun (1915-1971) Emin Akif’in vefatından 20 yıl önce başından geçen ibretamiz hadiseyi şöyle anlatır:  

 

Kapı ağır ağır açıldı; aralıktan muhteriz (çekingen) bakışlı bir yüz göründü. Yüzdeki tereddüt ve çekingenliğin sirayet ettiği gövde ve ayaklar neden sonra kapı önünde; baş, gövde ve ayaklar, ihtirazın büklümlerinden kurtularak teşkil ettikleri şahsı, yere amut bir hale getirebildiler. Bu, donuk bakışlı; fakat ara sıra gözlerinde zeki pırıltılar beliren, ince bıyıklı, otuz dört, otuz beş yaşlarında bir genç adamdı. 

Titrek bir sesle:

– İsmim Mehmet Emin, dedi.

Herhangi bir şikâyeti veya dileği olan bir okuyucu sanmıştık. Fakat yer gösterirken, o ilâve etti:

– Şair Mehmet Akif merhumun oğluyum. 

Bu defa tabiatıyla alâkamız arttı. İtiraf etmeliyim ki, derin bir hüzün bu alakanın üstüne çıktı. Zira dün ihtifali yapılan İstiklâl Marşı şairinin oğlunun durumu, her bakımdan yürekler acısı idi. Bitkin bir hâlde masamın yanındaki sandalyeye çökerken;

– Hâlihazırda çok mağdur durumdayım, dedi. Elimden tutulması lazım, maddi, manevi müzaherete (korunmaya) ihtiyacım var.

Muhtelif işlerde bulunmuş. Şimdi boşta ve ihtiyaç içinde bir otel köşesinde kimsesiz ve her türlü alâkadan mahrum günlerini geçiriyormuş. 

-Çok iyi Arapça bilirim. Arap edebiyatına tamamen vâkıfım. İngilizcem de var. Türkçem çok kuvvetlidir. Sizden münasip bir vazifeye yerleştirilmem hususunda tavassutunuzu ricaya geldim.

(Memleket, 25 Aralık 1947)

 

Nusret Safa birkaç gün sonraki Akif’in vefat yıldönümünü de göz önünde bulundurarak Emin Akif’le merhum babasının bilinmeyenleri ile ilgili bir röportaj yapar fırsattan istifade.  

 

– Peki, Emin Akif için iş buldu mu? Yarasına merhem olabildi mi? 

– Maalesef!…

 

Bir Devrin Hafızası

 

Millî Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) 1965 Mart’ı ile 1966 Kasım’ı arasında başkanlığını yapan Rasim Cinisli, Bir Devrin Hafızası adıyla anılarını 2017 yılında yayınlayınca Emin Akif ile ilgili yeni bir tartışma gündeme geldi.

 

Yıl 1966… 

 

Tercüman gazetesi, Akif’in uyuşturucu bağımlısı oğlu Emin Ersoy’un bir gecekonduda harap halde yaşadığını haberleştirince, Rasim Cinisli ve arkadaşları harekete geçerler.

 

Emin Ersoy’u MTTB’nin spor salonundaki bir odaya yerleştirirler. Üstüne kıyafet alıp karnını doyururlar. Akabinde kendisine yatak, yorgan, çarşaf tedarik edip sıcak bir yuva hazırlarlar. Düzenli bir hayata alıştırmaya çalışırlar. Uyuşturucudan uzak tutmak için ellerinden geleni yaparlar. 

 

Bu arada Rasim Cinisli hatıralarında 1966 Kasım ayında MTTB başkanlığı seçimini kazanan TBMM Eski Başkanı İsmail Kahraman’a başkanlığı devrederek askere gittiğini ifade eder.

 

Devamını Cinisli’nin Bir Devrin Hafızası isimli hatıra kitabından okuyalım: 

 

Emin Bey, ben askerdeyken adresimi nereden bulduysa bir mektup yazmıştı. Benden sonra MTTB’den kovulduğunu, perişanlık içinde olduğunu ve beni çok özlediğini ifade ediyordu. Maalesef birkaç ay sonra da Tophane’de bir kış günü, açık bir kamyonun karoserinde donmuş olarak bulundu.

 

Bu detayları 2017’de Doğan Yayınları’ndan çıkan Rasim Cinisli’nin kitabından öğrendik.  Tabii kitabın yayınlanması akabinde söz konusu durum basına da taşındı ve Cinisli ile Kahraman arasında polemik konusu oldu. 

 

Özetle; Cinisli, Akif’in oğlu Emin’in MTTB’den kovulması olayında ‘siyasi neden aramadığını’ ifade etti.

 

İsmail Kahraman da karşı cevap olarak Emin Ersoy’un MTTB’den kovulduğunu reddetmedi, ancak kendi sorumluluğu olduğu yönündeki ithamı karşısında; ‘Vefat tarihi 24 Ocak 1967’dir. Ben ise bu tarihten bir buçuk ay sonra 11 Mart 1967’de Milli Türk Talebe Birliği Genel Başkanlığı’na seçildim’ ifadelerini kullandı. Yani resmî olarak MTTB Başkanı olmadığı bir ara dönemden bahsetti. Ama hadiseyi de inkâr etmedi.

 

Tüm Aile Fertleri Sefalet Hali Yaşadı

 

Yazık ki onun emanetine yeterince sahip çıkamadık! Çünkü diğer aile fertlerinin hayat hikâyelerine baktığımızda yine benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Onlara da yeterli ilginin olmadığını, çeşitli sıkıntılar yaşadıklarını, sefalet içinde bir yaşam sürdüklerini görüyoruz.

 

Bu tavırlar biraz da bilinçli olarak yapılmış ve Akif ısrarla ailesi üzerinden ötekileştirilmeye ve unutturulmaya çalışılmıştır.

 

Mesela babası Mehmet Akif’in emekli maaşıyla geçinen küçük kızı Suat Ersoy da 1991 yılında üzücü olaylarla karşılaştı. Kızları Ferda ve Selma ile birlikte Beyoğlu’nda yaşayan Suat Hanım evden atılmak istenir. Olayın gazetelerde yer alması üzerine dönemin Başbakanı Turgut Özal, Suat Hanım’a Halkalı’da bir daire tahsis eder. Ancak ekonomik sıkıntılar ailenin yakasını bir türlü bırakmaz. Evini satmak zorunda kalan Suat Ersoy Hanım, Kadıköy’de Vakıflara ait döküntü ahşap bir eve taşınır. 

 

Suat Ersoy Hanım bu evde zor günler yaşadıktan sonra 29 Şubat 2000 yılında burada yaşama veda etti. Hâlâ hayatta olan kızı Selma Hanım o günleri şöyle anlatıyor:

 

Beyoğlu’nda 1991 yılında oturduğumuz evden zorla çıkarılırken, bir kez annemin sağlığını düşünerek sesimi yükselttim. O zaman devletten yardım gördük. Kimseden bir istekte bulunamayız. Hep dedemin ruhu acı çeker mi diye düşünürüz. O asla kimseden yardım istemezdi. Dedemin isminden yararlanma yoluna gitmedik. Bize para değil ama onurlu bir isim ve sevgisini miras bıraktı. Gösterişli bir hayatımız olmadı fakat kimseye de muhtaç değiliz. Paranın değil sevginin konuşulduğu bir evde büyüdük.

 

Aynı şekilde Merhum Akif’in küçük oğlu Tahir de (1916-2000) benzer bir sefalet yaşamış ve gözlerden ırak mütevazı bir yaşam sürmüştür. Yaşadığı süre zarfında devlet erkânından kendine ilgi gösteren olmamış, birçok iş ve yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Geç yaşta evlenmiş ve yine sessizce aramızdan ayrılmıştır. 

 

Akif’in torunu Selma Hanım’dan şifahi olarak edindiğim bilgiye göre -ki o da yıllar sonra Tahir’in hastanedeki oda arkadaşından öğreniyor-; Tahir 2000 yılında hastalanıp Yenibosna’da bir hastaneye gidiyor. Hastane yönetimine, kendisine iltimas geçilir endişesiyle Akif’in oğlu olduğunu söylemiyor. Bir süre sonra tedavi gördüğü hastanede vefat edince cesedi morga kaldırılıyor haliyle. Hasta yakınları tedavi masraflarını ödeyemediği için bir süre cenazeyi alamıyorlar. Ta ki Tahir Ersoy’un merhum Akif’in oğlu olduğu anlaşılıncaya kadar… 

 

Mehmet Emin Ersoy’un Hatıraları

 

Bugün elimizde Akif’i yakından tanıma ile ilgili en önemli kaynaklardan biri; 1948 yılında Emin Ersoy’un Millet, Memleket ve Tercüman gazetelerinde kaleme aldığı Mısır ve İstiklal Savaşı’na dair hatıralarıdır. Daha sonraki yıllarda bu hatıralar kitap olarak derlenmiş ve birçok yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Her şeye rağmen oğlu Emin Ersoy’a minnettarız. Babası Mehmet Akif’le ilgili hatıralarını kaleme alan Emin Ersoy, bu yönüyle bizi birçok konuda aydınlatmıştır. 

 

Vefat yıldönümünde Emin Akif’i Tercüman gazetesinde yayınlanan şiiriyle yâd edelim: 

 

Saat üç, hayli vakit var sabaha,

Üşüdüm, yatmamak olmaz, acaba;

Uzanırsam çabuk açmaz mı şafak?

Sabah olmaz yüz kere kalkar gezinir

Gece bitmiş ağarır şimdi etraf

Bu sabahın yelidir, ne yazık;

Duyduğum ses, yine baykuş sesidir.

(Tercüman, 24 Şubat 1966)

 

Merhum Akif ve oğlu Emin Akif’e rahmetle…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.