Çaresiz Stratejiler, Aile Yılı veya Havalar Güzel Olsun!

Modern hayatın ritmini, işleyişini, dinamiğini görmeden, konuşmadan, tartışmadan “aile çok kıymetli, boşanmalar çok kötü, çocuk sayısının mutlaka artması lazım” gibi yakınmalarla meseleyi gündem etmek “Havalar güzel olsun!” temennisinden öte bir anlam taşımaz. Yapıyı, işleyişi, ilişkiyi görmezden gelerek sorun çözebileceğini düşünmek, Baudrillard’ın ifadesiyle “çaresiz stratejiler” ile iş görmeye yeltenmektir.

aile yılı

Sosyolog Wright Mills, Parsons’ı hedef tahtasına oturttuğu değerlendirmesinde şu çarpıcı tespitte bulunur: “Grand Teori, sentaks sarhoşluğu yüzünden, semantik konusunda kör olup çıkmıştır. … Grand Teorici’ler sentaktik anlamla öylesine fazla ilgilenmekte, semantik referanslar alanındaki düşüncelerinde öylesine yaratıcılıktan uzak kalmakta, çok yüksek düzeyde soyutlamalara öylesine kapılmış, yaptıkları tipolojileri ve bunlar için gerçekleştirdikleri çalışmalar ortadaki sorunları sistematik bir biçimde; yani açık ve düzenli bir biçimde tanımlamakta ve bu sorunları çözme çabalarımızda bize yol gösterici olmaktan çok, kavramlar üzerine oynanan kuru ve verimsiz bir oyun olarak kalmaktadır.” Gerçekliğin tüm koordinatlarını verme iddiasının aşırı soyutlukta gerçeklikle bağını yitirmesi ile mi karşı karşıyayız yoksa gerçekliği mevcut haliyle muhafaza etmek ve meşrulaştırmak için yürütülen stratejik bir hamleden mi bahsetmemiz gerekiyor, iyice üzerinde durmak lazım gerçekten. 

 

Türkiye’de ve muhtemelen dünyanın pek yerinde yürürlükteki egemen yaklaşım biçimi Mills’in çözümlemesinden çok uzağa düşmüyor maalesef. Geçenlerde yapılan bir törenle 2025 yılının “Aile Yılı” olarak ilan edildiği paylaşılmıştı. Törende ailenin öneminden, karşı karşıya olduğu açmazlardan, problemlerden bahsedildi. Ailenin mutlaka korunması gerekliliği vurgulandı. Devletin konu ile ilgili ciddi kararlar alıp hayata geçirileceğinin altı çizildi vs. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı da aynı çerçevede konuştular.

 

Türkiye’nin Varoluşsal Meselelerini Sembolizmde Kaybetmek

 

Nihayetinde “Aile Yılı” ile hükümet, bu konunun Türkiye’nin varoluşsal bir meselesi olduğunu, gerekli tedbirlerin hayata geçirilmesinin elzem olduğunu belirtti. Bu tespite ve temenniye ilişkin anlamlı bir itirazın dile gelmesi de çok mümkün değil açıkçası. Çünkü Erdoğan’ın da konuşmasında paylaştığı istatistikler, Türkiye’de herkesin kabul ettiği ve tedirgin olduğu istatistikler: “2001 yılında toplam doğurganlık hızımız 2,38 iken, bugün bu rakam 1,51’e düşmüştür. Nüfusun yenilenme düzeyinin 2,1 olduğu dikkate alındığında, durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Yıllık nüfus artış hızımız ise 2002 yılında binde 7 iken, 2023’te binde 1,1’e gerilemiştir. Çocuk ve genç nüfusumuz azalırken, yaşlı nüfusumuz tarihimizde ilk defa yüzde 10’un üzerine çıkmış, ortalama yaşımız da 34 sınırına dayanmıştır.  Tüm bunlarla birlikte evlenme yaşı önemli ölçüde yükselmiş, boşanma oranları ise aynı nispette artmıştır. Evlenme hızı 2023’te binde 6,63 olarak gerçekleşti. 1.000 nüfus başına düşen boşanma sayısını ifade eden ‘kaba boşanma hızı’ ise 2,01’e çıktı. Boşanmaların yüzde 33,4’ünün evliliğin ilk 5 yılı içinde, yüzde 21,7’sinin ise evliliğin 6 ila 10’uncu yılları arasında meydana geldiği göze çarpıyor. Ülkemizde ilk evlenme yaşının kadınlar için 26’ya, erkekler için ise 28’e yükseldiğini görüyoruz. İlk anne olma yaşı, geçmişte görülmemiş biçimde, 29’u aşmış vaziyette.”

 

Kültür ve medeniyet değerlerimize, inanç kodlarımıza yönelik vurgularla mimarisi yapılandırılmış konuşmaların durum tespiti ile ilgili kısmına, yukarıda da belirttiğim gibi kimsenin itirazda bulunabileceğini zannetmiyorum. Bu açıdan hepimizin ortak bir tespitte mutabık kalması, esasında anlamlı mesafe alış için çok önemli bir imkân. Ancak doğru bilgilerden oluşmuş tespitlerden hareketle makul bir çözümün kendiliğinden geleceğini düşünmek ise aşırı acelecilik olur. Çünkü “boşanmaların artması, nüfus artış hızının düşmesi vs.” gibi hususları birer maddi veri olarak tespit etmek ayrı bir şey, bu maddi verileri sosyolojik bir analize, çözümlemeye tabi tutmak bambaşka bir şey. Eğitimde başarısız olduğumuzu LGS, YKS, KPSS verileriyle söylemek ile başarısızlığımızın yapısal nedenlerini ortaya koymanın bambaşka şeyler olması gibi. Burada da sorunun dile gelmesi ile anlamlı bir çözümün kendiliğinden geleceği şeklinde bir kolaycılık çıkıyor karşımıza. Aileye, evliliğe ilişkin söylenen onca şeyden sonra sıralanan maddelerin kolayca meseleyi çözeceği algısı oluşuyor. Türkiye’nin hayati meselesi birden bire bir kamu diplomasisi alanına dönüşüyor böylelikle. Nasıl büyük bir sorun olduğu teferruatlıca anlatılan meseleye ilişkin hükümetin açıkladığı çözüm paketinde şunlar yer aldı:


  • 1 Ocak 2025’ten sonra doğan ikinci çocuk için her ay olacak şekilde 1.500 lira yardım yapılacaktır.
  • 1 Ocak 2025’ten sonra üçüncü çocuğunu dünyaya getiren anneye ise aylık 6.500 lira ödeme yapılacaktır. Dördüncü çocukta ise yine 5.000 liralık yardım eklenecektir. Böylece dört çocuklu bir ailenin hesabına toplam 11.500 lira yatırılacaktır.
  • Söz konusu yardımlar çocuklar 5 yaşını doldurana kadar devam edecektir.
  • Yardımlar ailelere kriter gözetilmeksizin verilecektir. Herhangi bir şart bulunmamaktadır.
  • Aile ve Gençlik Fonu’na başvurmak isteyen gençler, 48 ay vadeli ve 2 yıl geri ödemesiz 150 bin lira tutarındaki faizsiz krediden yararlanabileceklerdir. Başvurular e-Devlet üzerinden yapılacaktır.
  • Aile ve Gençlik Fonu’ndan yararlanmak isteyen gençler için gerekli şartlar aşağıdaki gibidir:

 

T.C. vatandaşı olmak ve Türkiye’de ikamet etmek, başvuru tarihi itibarıyla 18-29 yaş arasında olmak, taşınmaz sahibi ya da hissedarı olmamaları, çiftlerin son 6 aylık gelir toplamı ortalamasının ve son aya ait gelirleri toplamının asgari ücretin 2,3 katından fazla olmaması, başvuru tarihi itibarıyla resmî nikâh gününe en az 2 ay, en fazla 6 ay kalmış olmak, Bakanlığın evlilik sonrası sunacağı eğitim hizmetlerine 2 yıl içerinde katılmayı taahhüt etmek.

 

Doğruyu Yanlışa Payanda Etmek

 

Doğru şeyler sıralayıp keyfe keder işler yapmak Türkiye’de kamusal işleyişin temel alamet-i farikalarındandır. Nüfusun yaşlanması, boşanmaların artması, doğurganlık oranının düşmesi vs. ile hükümetin açıkladığı çözüm paketi arasındaki ilişkinin makuliyeti tartışmalara konu edilmediği için her şey yerli yerindeymiş gibi algılanıyor. Çözüm paketi, çocuk sayısındaki düşüş ile evlenme yaşının gittikçe artışını gelir seviyesindeki düşüklükle ilişkilendirmiş ki Türkiye’nin sosyolojik gerçekliği apaçık bir şekilde bu okumayı yalanlıyor. Düşük çocuk sayısı ve geç evlenme; zannedilenin aksine sosyo-ekonomik durumun kötü olmasıyla ilintili değil, tersine bu durumun görece daha iyi olmasıyla ilintili olarak karşımıza çıkıyor. Şayet hükümetin ima ettiği gibi ise Cumhurbaşkanı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, AK Parti iktidarları döneminde gittikçe kötüleşen rakamların müsebbibi olarak kendilerini ve kendi elleriyle hayata geçirdikleri kamu politikaları olduğunu belirtmiş oluyorlar demektir. Şüphesiz gayrı ihtiyari ima edilen bu durumun gerçekliğinden şüphe edilemez. Ancak meselenin bu kadar basit, bu kadar sınırlı ve mekanik olmadığını görmek için yazının başında referans verdiğim Mills’in “sosyolojik muhayyile” kavramına başvurmamız gerekiyor. 

 

Mills, “sosyolojik muhayyile”yi kısaca şöyle tanımlamaktadır: “İnsanın kendi yaşamının anlamını kavrayabilmesi ve kendi geleceğini görebilmesi için, insanın kendisini de yaşadığı tarih dönemi içinde ele alması ve hayatta yararlanabileceği olanakların farkında olabilmesi için, kendi toplumsal koşulları altında yaşayan diğer insanların durumunun da bilincinde olması gerektiğidir.” Biyografi ile tarihi etkileşime sokarak anlamamız gerektiğini belirten Mills, haklı olarak bize şunu söylemektedir: Şikâyetçisi olduğumuz şeyler bizimle mukayyet şeyler mi yoksa koşulları benzeşen herkesin yaşadığı genel şeyler mi?” Mills’in çarpıcı örneğiyle “100 bin nüfuslu bir kentte adamın biri işsizse ve başka hiçbir “istihdam dışı” nüfus yoksa bu kişisel bir sorundur. Çözümü için, söz konusu adamın karakteri, becerileri, yararlanabileceği mevcut olanaklar üzerinde durmak gerekir. Fakat çalışabilir nüfusu 50 milyonu bulan bir ulus içinde, çalışabilir nüfusun 15 milyonluk bir kısmı ‘istihdam dışı kalmışsa’ bu toplumsal bir sorundur ve çözümü için tek tek bireylerin olanakları, becerileri, karakterleri üzerinde durmak yetmez.” Aynı şey “Aile Yılı” üzerinden konuştuğumuz hususlarla ilgili. Tespit ettiğimiz ve doğruluğundan emin olduğumuz hususlara ilişkin gerçekten makul bir yol almak istiyorsak “sosyolojik muhayyile”ye ihtiyacımız var. Yaşananları tarihsel-toplumsal koşullarla etkileşim içinde değerlendirmek ve ona göre bir yol belirlemek durumundayız.

 

Sorunu Görmek ile Sorunu Çözümlemek Farklı Şeyler

 

Sorular son derece basit esasında: Ne oluyor da ideolojik-politik aidiyet fark etmeksizin insanlar fazla çocuk sahibi olmak istemiyor? Bir önceki kuşakla karşılaştırıldığında çocuklar neden anne babalarına göre daha fazla boşanıyor? İnsanlar niçin gittikçe daha geç yaşta evlenmeyi tercih ediyor? Duygusal reaksiyondan mı kaynaklanıyor? İçinde bulunduğumuz hayatın organizasyonu, işleyişi, mantığı, kurgusu ile ilgili bir şey mi var? Kitlesel eğitimin yaygınlaşması ve ortalama eğitim süresi ile çocuk sayısı arasında bir ilişki var mı? Günümüzün ekonomi-politiğinde, modern hayat tanziminde, iş koşullarında, insan-toplum-hayat algısında belirleyici olan saikler neler ki dünyanın benzer yerlerinde farklı kültür, inançlardan gelen insanları benzer bir hayat tarzına doğru sürüklüyor? Yeni sosyalleşme biçimi, teknolojik araçlar, kent yaşamı, ekonomi-politik, mimari, zamanın ruhu aileyi hangi anaforlardan geçiriyor? Evlilik kurumunun tarihsel olarak yaşadığı kırılmayı, geçirdiği başkalaşımı yüzeysel ve indirgemecilikten uzak nasıl değerlendirmek gerekiyor? 

 

Burada üzerinde düşünülmesi gereken sayısız soru var. Bu soruların hiçbirini sormadan doğrudan çözüme geçiliyorsa ya mevzuyu anlamamışız veyahut mevzunun çözülmesini istemiyoruz demektir. Sorunun çözülmesini istememenin en azından çok da makul bir sebebi olmadığını kabul ettiğimizde geriye kronik problemimiz olan mevzuyu kavrayamamak kalıyor. O yüzden kronik problemimiz olarak ifade ettim. Problemlerimizin en önemli kök sebeplerinden birisini bu oluşturuyor. Mevzuyu kavramadan, yerli yerine oturtmadan yerleşik sorun tanılama mekaniği üzerinden çözüm repertuarında yer alan seçeneklerden birini veya birkaçını ileri sürerek iş görmek. “Çocuk sayısı düşüyor, o halde her ailenin en az üç çocuğu olsun!” Temenni ile sosyal politika, tavsiye ile kamu politikası arasında devasa bir mesafe var. Biz temennilerimizi, tavsiyelerimizi ileri sürdüğümüzde dört başı mamur bir çözüm ürettiğimizi zannediyoruz.

 

Yapısal Sorunlara Biyografik Çözümler Üretmek

 

2025 yılını “Aile Yılı”  ilan ettik ancak bu kadar yücelttiğimiz ailenin başına nelerin neden geldiğini bilmiyoruz, merak da etmiyoruz. Cumhurbaşkanı, Yardımcısı ve bakanların çocuk sayısına bakıldığında kabinenin çocuk ortalaması 2,6 olarak çıkıyor. Aile üzerine titizlenen bir hükümetin bile çocuk ortalaması bu ise meseleyi LGBT lobisi, evlere şenlik teşvik paketi içeriğiyle ilişkilendirmek neden bahsettiğini bilmediğini itiraf etmektir. Ulrich Beck, “yapısal sorunlara biyografik çözümler” üretmekle karşı karşıya bırakan bir genel işleyişin içinde olduğumuzun altını çiziyordu. Modern hayatın bir ritmi, işleyişi, dinamiği var. Bunu görmeden, konuşmadan, tartışmadan daha da önemlisi hangi politikaları hayata geçirdiğini, hangi yaşam tarzına alan açtığını sorgulamadan “aile çok kıymetli, boşanmalar çok kötü, çocuk sayısının mutlaka artması lazım” gibi aile içi yakınmalarla meseleyi gündem etmek “Havalar güzel olsun!” temennisinden öte bir anlam taşımaz. Yapıyı, işleyişi, ilişkiyi görmezden gelerek sorun çözebileceğini düşünmek Baudrillard’ın ifadesiyle “çaresiz stratejiler” ile iş görmeye yeltenmektir. Modern dünyadaki anmaların, isimlendirmelerin, sembolik bir anlatıya dönüştürme gayretlerinin çoğu kamufle edilmiş bir defin işlemidir. Yakıcı gerçekliğin öldürücü doğasını katlanabilir kıvama getirme refleksidir. Çaresiz stratejilerin çaresizliğinde hayat mahkûmlarıyız. Öyle olmasaydık varoluşsal sorunlarımızı sembolizme boğulmuş temennilerle görünmez kılmazdık.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.