Gazze’de Ölmek Sakat Kalmaktan Daha İyi

Savaş sadece öldürmez. Aynı zamanda sizden çalar. Toprakları, evleri, sevdiklerini çalar. Uzuvları çalar. Hayatı çalar. Acı, hayatta kaldığınızda sona ermez. Eksik olanla, kırılanla, asla eskisi gibi olmayacak bir bedenle yaşamak zorunda kaldığınızda başlar. Ve eğer ölüm bazen vücudunuzun bir parçasını kaybetmekten daha kolay geliyorsa, sonrasında yaşamayı seçtiğimiz hayat en saf haliyle direniştir.

gazzede ölmek

Gazze’den gelen son korkunç manşet “BM destekli kuruluş Gazze’de günde 10 çocuğun bir uzvunu kaybettiği uyarısında bulunuyor” diyor.

 

Haberde şu ifadeler yer alıyor: “Savaşın başladığı Ekim 2023’ten bu yana 40.500’den fazlası çocuk, 134.105 kişi savaşa bağlı olarak yaralandı.”

 

Bu sarsıcı istatistiklerin ardında, bedenlerinin bir parçasını, çocukluklarını ve hayallerini kaybeden, büyük acılar çeken gerçek çocuklar var.

 

12 yaşındaki akrabam Usame de o çocuklardan biri. Usame iki kez ölümden döndü, her seferinde de ailesinden birini kaybetti, tek başına kaldı.

 

İlk seferinde annesi, büyükannesi ve kız kardeşleriyle birlikte büyükanne ve büyükbabasının evindeydi. Bir İsrail hava saldırısı evi vurdu ve Usame hariç herkes öldü.

 

İsrail ikinci kez bombaladığında sığınağa dönüştürülen bir okuldaydı. Babası ve yedi amcası katledildi. Usame hayatta kaldı ama bacağını kaybetti.

 

Babamla birlikte El Aksa Hastanesi’nde onu ziyaret ettik. Hastanenin kapısında bizi bir çocuk karşıladı; bir elinde plastik bir torba vardı, su satıyordu; diğer eli kesikti. İçeride, Usame’nin yatırıldığı koğuşta manzara içler acısıydı. Yataklarda ve yerde düzinelerce ampute hasta yatıyordu.

 

Usame’yi yatağında yatarken bulduk. Ziyaret boyunca ağladı. Her hareket onun için zordu.

 

Yüzünde gördüğüm acıyı tarif etmek mümkün değil. Annesini, babasını ve kardeşlerini kaybetmiş bir çocuk, şimdi bir ampütasyonun travması ve acısıyla yapayalnız yüzleşmek zorundaydı.

 

Tümüyle yakınlarının hayırseverliğine güvenmek durumundaydı. Ona bakılıyor ve destek olunuyordu; birileri onun için sürekli olarak tekerlekli sandalye arıyordu.

 

Ancak savaş zamanında, kendi başına tuvalete bile gidemeyen yaralı bir çocuğa bakmak, onu sevenler için bile ağır bir yük. Yardım etmek istemediklerinden değil, kendileri de zar zor hayatta kalmaya çalıştıklarından.

 

Usame bunu biliyordu. “Anneme ve babama gitmek istiyorum… Cennette oynamak istiyorum” diye fısıldadı. Onun sözleri yüreğimi parçaladı.

 

Bir uzvu olmayan bir çocuk olmak, adil olmayan bir hayat yaşamak demek. Her harekette, her adımda, her basit aktivitede yardıma ihtiyaç duymak demek. Her zaman farklı hissetmek, birilerinin her zaman size acıyarak bakması, diğer çocuklara katılamadan koşup oynamalarını izlemek demek. Usame gibi pek çok çocuk tüm bu zorluklara annelerinin, babalarının, kız ve erkek kardeşlerinin desteği olmadan katlanmak zorunda kalıyor.

 

Usame’nin neler hissettiğini anlayabilmem mümkün değil.

 

Ancak bir uzvumun kesilmesinden kıl payı kurtulduğumda neler hissettiğimi biliyorum.

 

Geçen yıl Haziran ayında evimiz saldırıya uğradı ve ailemle birlikte yaralandım. Elim de dahil olmak üzere vücudumun çeşitli yerlerine şarapnel parçaları saplanmıştı. Hastaneye kaldırıldım.

 

Acil ameliyat olmam gerektiğini duyduğumda ilk aklıma gelen düşünce elimi kaybedebileceğim oldu.

 

Sağ elimi. Hayallerimi yazmak için kullandığım elimi. Defterlerimi açtığım ve kitaplarımı tuttuğum elimi. Anneme yardım etmek, telefonumu tutmak, arkadaşlarıma ve göremediğim yakınlarıma mektup yazmak için kullandığım elimi.

 

Sağ elim olmadan nasıl yaşayabilirim? Bir yazar olarak, bir çevirmen olarak, tüm bu yıkımın ortasında hâlâ hayal kurmaya cesaret eden bir kadın olarak nasıl devam edebilirdim?

 

O anda Usame’nin hissettiklerini ben de hissettim: Ölüm, bedenimin bir parçasını kaybetmekten daha kolay olurdu.

 

Hastanede çok ağladım. Sadece acıdan değil, artık kendimi bir bütün olarak hissedemeyeceğim bir hayattan korktuğum için ağladım.

 

Ameliyat sayesinde elim kesilmekten kurtuldu ama şarapnel içeride kaldı. Çıkaramadılar; sinire çok yakındı ve zarar vermekten korkuyorlardı. O şarapnelin orada kalacağını söylediler… Hem de sonsuza dek.

 

Vücuttaki bir şarapnel parçası, zihindeki acı dolu anıların bir parçası gibi. Savaşın içimde yaşamaya devam eden parçası. Bir yıkımın vücuduma saplı kalan bir parçası.

 

Cerrahi koğuşunda, ampütasyon ve uzuv kırığı vakaları için ayrılan kısımda iki hafta geçirdim. Burası acıya gömülmüştü. Ampütasyonun acısıyla kıvranan bir çocuğun çığlığı ya da iyileşmeyi reddeden bir yaradan dolayı acı içinde inleyen bir kadının iniltileriyle uyanmadığım bir sabah yoktu.

 

Yatağımın karşısında, iki kolunu da kaybetmiş 50’li yaşlarında bir kadın vardı. Ağzına bir parça ekmek bile götüremiyordu. Kızı yanında oturmuş, annesini sanki bir çocukmuş gibi kaşıkla besliyordu. Gözleri sadece fiziksel acıdan değil, o dayanılmaz çaresizlik hissi nedeniyle de yaşlarla doluydu.

 

Sessizce onu izledim. Sureti beni terk etmedi hiç. Bir insanın en temel becerilerinden, yemek yemek, yıkanmak, yürümekten yoksun bırakıldığını görmek insanı mahvediyor.

 

Savaş sadece öldürmez. Aynı zamanda sizden çalar.

 

Toprakları, evleri, sevdiklerini çalar. Uzuvları çalar. Hayatı çalar.

 

Acı, hayatta kaldığınızda sona ermez. Eksik olanla, kırılanla, asla eskisi gibi olmayacak bir bedenle yaşamak zorunda kaldığınızda başlar.

 

Ve eğer ölüm bazen vücudunuzun bir parçasını kaybetmekten daha kolay geliyorsa, sonrasında yaşamayı seçtiğimiz hayat en saf haliyle direniştir.

 

Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.