İklim Değişikliği Sürecinin Teknik ve Politik Analizi
20 madde, iki geçici madde ve üç farklı kanunda değişiklik içeren Türkiye’nin ilk iklim kanunu, 2053 Net Sıfır Emisyon ve Yeşil Kalkınma hedefi doğrultusunda, iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini, planlama ve uygulama araçlarını, gelirleri, izin ve denetim ile bunlara ilişkin yasal ve kurumsal çerçevenin usul ve esaslarını kapsıyor.

Meclis’te kabul edilen 7552 sayılı İklim Kanunu, 9 Temmuz tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun öncesi büyük tartışmalar yaşanmış ve bunun sonucu olarak kanun maddeleri bir süre Meclis gündeminden geri çekilmiştir. İklim Kanunu, öncesi ve sonrasıyla tüm boyutları ve olası etkileriyle halen tartışılmaktadır.
Tartışmalar genel olarak iki farklı boyutta sürmektedir.
Birinci boyut; meselenin teknik boyutu ve Paris İklim Anlaşması, Türkiye’nin anlaşmaya taraf olması, son yıllarda çok fazla yaşadığımız yüksek-düşük sıcaklıklar, zirai donlar, seller, yangınlar ve diğer doğa olayları etrafında şekillenmektedir. Bu kapsamda emisyonlar, sera gazları, metan gazı ve iklim değişikliğinin oluşturduğu ve oluşturma potansiyelinin olduğu olayların penceresinden yapılan değerlendirmeler öne çıkmaktadır. Bu çerçevede bilim insanları, akademi dünyası ve özellikle tarım ve gıda camiası ve çiftçi temsilcileri konuyla ilgili değerlendirmelerini ifade etmekte ve yayımlamaktadır. Dolayısıyla buradaki tartışma daha reel ve cari temeller üzerinde ve günlük yaşamı etkileyecek şekilde sürmektedir.
Bu sene dördüncüsü düzenlenen Türkiye Tarım Orman Şurası kapsamında iklim değişikliğine uyum ve azaltım çalışma gurubu bu konuyu çok detaylı bir şekilde analiz etmiş, alanında Türkiye’de öncü bilim insanları ve ilgililer önemli tespitler ve önerilerde bulunmuştur. Nitekim şura kapsamında Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan 86 karar arasında iklim değişikliğine direkt temas eden bazı modeller bulunmaktadır.
Bu maddeler şunlardır:
Orman ekosistemleri iklim değişikliğine karşı dirençli hale getirilmeli, yangın riski belirleme ve erken uyarı sistemleri geliştirilmeli, yangınlara yönelik mevzuat güncellenmeli ve iklim değişikliğine dirençli türler için yayılış modelleri oluşturulmalı.
İklim krizi, afetler, savaşlar ve salgınlar nedeniyle yerel ve kısa tedarik zincirleri geliştirilerek, küresel ve merkeziyetçi tedarik zincirlerine olan bağımlılığın azaltılmasını sağlayacak politikalar geliştirilmeli.
İklim değişikliğinin beklenen etkilerine (kuraklık, yağış ve sıcaklık değişimleri, hastalıklar vb.) dayanıklı bitki çeşit, tür ve hayvan ırklarının tespiti, geliştirilmesi ve kullanımı sağlanmalı.
Bu meselenin ikinci yönü, olayın siyasi ve politik analizlerini yapan çevreler tarafından sürdürülmektedir. Burada siyasi partiler, dernekler ve sivil toplum örgütleri İklim Kanunu’na ve onun getireceği olası sonuçlara dair daha siyasi, yönetimsel ve politik değerlendirmeler yapmaktadır. Bu alandaki tartışmaları yürüten çevreler Paris İklim Anlaşması ve diğer uluslararası anlaşmalar temelinden baktıkları İklim Kanunu’na önemli eleştiriler getirmektedir. Bu eleştiriler, hayvancılığın yasaklanacağı, küçük çiftçinin bitirileceği, şirket tarımının öne çıkarılacağı, yapay etin dünyada ve Türkiye’de yaygınlaştırılacağı ve kanunun Türkiye’ye önemli yükler getireceği yönünde farklı açılardan yaklaşımları içermektedir.
Bu iddiaları dile getiren çevreler, gelişmiş ve kalkınmış ülkelerin iklimdeki bozulmaya neden olduklarını ve sorumluluğun da bu ülkeler tarafından alınması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca ikinci Trump dönemiyle başlayan süreçte ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan geri çekilmesi ve İtalya’da Meloni hükümetinin de Paris Anlaşması’ndan ayrılmaya yönelik ifadeleri, meseleyi politik açıdan başka bir boyuta taşımıştır.
Her iki alandaki tartışmaların kısa sürede bitmesi veya bir orta noktada buluşulması bu aşamada mümkün görülmemektedir. Tartışmaların özellikle teknik ve bilimsel temelli devam etmesi gelecek açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Bu süreci daha iyi anlamak için meselenin iki farklı perspektiften analiziyle beraber; iklim değişikliği, iklim değişikliğine uyum ve azaltım, İklim Kanunu gibi konuları birbirinden ayırarak bakmak gerekir.
Bu makalede genel olarak iklim değişikliği, Paris İklim Anlaşması ve İklim Kanunu’na yönelik teknik analizlerin ağırlığında süreç değerlendirilecektir.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yayımladığı “Altıncı Değerlendirme Raporu’nda, sera gazı emisyonları başta olmak üzere insan faaliyetlerinin küresel ısınmaya kesin olarak sebep olduğu vurgulanmaktadır. Sanayi Devrimi öncesinden günümüze kadar küresel sıcaklıkların yaklaşık 1,1°C arttığı belirtilirken, mevcut eğilimlerin sürmesi halinde 2100 yılına kadar küresel ısınmanın yaklaşık 3°C’ye ulaşacağı öngörülmektedir (IPCC, 2021).
IPCC’ye göre Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri olup, bölgedeki sıcaklığın Sanayi Devrimi öncesi döneme kıyasla 1,5°C daha fazla olduğu belirtilmektedir (IPCC, 2022). Küresel iklim değişikliğinin sıcaklık artışına bağlı olarak tarımsal üretim başta olmak üzere çok sayıda sektörü etkilemesi kaçınılmazdır. Türkiye, hem nüfus artışı, şehirleşme, sektörlerin artan arazi, su ihtiyaçları ve tüketim alışkanlıklarındaki değişiklikler hem de bulunduğu konum nedeniyle iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer almaktadır. Kuraklık, sel, sıcak hava dalgaları, orman yangınları, su kıtlığı gibi olumsuz durumların daha sık, şiddetli ve uzun süreli olarak görülmesi beklenmektedir. Bu doğrultuda etkileri en aza indirecek, kırılganlığı azaltacak, dayanıklılığı artıracak “iklim değişikliğine uyum” faaliyetleri büyük önem arz etmektedir. Diğer yandan tarım ve ormancılık sektörü, sera gazı emisyonu ve karbon tutumu yapan bir sektördür. Bu yönüyle Türkiye, başta 2053 yılı için hedeflediği net sıfır emisyon olmak üzere iklim değişikliği ile ilgili tüm çabalarına gıda güvencesini tehdit altına sokmadan sürdürülebilir ve rekabetçi bir tarım sektörü ile katkı vermek durumundadır (Tarım Şurası iklim değişikliğine uyum çalışma grubu).
Paris İklim Anlaşması
Paris Anlaşması, 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında düzenlenen 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiş; küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun sağlanmasıyla, 4 Kasım 2016 itibarıyla yürürlüğe girmiştir.
Anlaşma, 195 ülkenin katkı sunduğu ilk küresel iklim anlaşmasıdır. Temel amacı, küresel sıcaklık artışını 2°C’nin altında tutmak ve tercihen 1,5°C ile sınırlandırmaktır. Tüm ülkelerin, “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesi doğrultusunda sera gazı emisyonlarının azaltımına katkı sunmaları beklenmektedir. Ülkeler, bu kapsamda Ulusal Katkı Beyanları ile hedeflerini belirlemekte ve bu hedefleri güncellemektedir.
Anlaşma, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine maruz kalan ülkelerin uyum ve direnç kapasitelerinin artırılması ile emisyon azaltım kabiliyetlerinin güçlendirilmesini hedeflemektedir. Bu doğrultuda, gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere finansman, teknoloji ve kapasite geliştirme desteği sağlamakla yükümlüdür.
Emisyon azaltımı bağlamında, gelişmiş ülkelerden mutlak azaltım hedeflerini sürdürmeleri, gelişmekte olan ülkelerden ise emisyon azaltım hedeflerini artırarak zaman içinde tüm ekonomiyi kapsayacak şekilde geliştirmeleri beklenmektedir.
Türkiye, 1992 yılında BMİDÇS’ye taraf olurken gelişmiş ülke kategorisine dahil edilmiştir. Ancak Paris Anlaşması kapsamında, iklim finansmanı kaynaklarına erişim kısıtları nedeniyle bu statüyü fiilen reddetmiş, gelişmekte olan ülke yaklaşımıyla hareket etmiştir.
Ülkemizin lehine olacak şekilde belirli finansman mekanizmalarına erişim konusunda siyasi destek sağlanmasının ardından, 22 Nisan 2016’da gelişmekte olan ülke vurgusuyla imzalanan anlaşma, 7 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile onaylanmıştır.
Bu süreçte Türkiye, “Niyet Edilen Ulusal Katkı” beyanını yüzde 21’e varan artıştan azaltım olarak açıklamış; 2022 yılında bu hedefi yüzde 41’e yükselterek, 2030 yılına kadar yaklaşık 500 milyon ton emisyon azaltımı taahhüt etmiştir. Ayrıca, 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi belirlemiştir.
İklim Kanunu Süreci
2 Temmuz 2025 tarihinde 7552 sayılı İklim Kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edildi. Türkiye’nin ilk iklim kanununun yasama geçmişine bakıldığında, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca, 2021’den itibaren kanun çalışmalarının ilerlemesi hakkında açıklamalar yapılmış ve nihayet 20 Şubat 2025 tarihinde Meclis’e kanun teklifi verilmiştir. 8-9 Nisan 2025 tarihlerinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek ilk dört maddesi onaylanan kanunun görüşmeleri ertelenmiştir. Nihayet 25 Haziran 2025 tarihinde yeniden görüşmelerine başlanan kanun, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmiş ve 2 Temmuz 2025 tarihinde yasalaşmıştır.
20 madde, iki geçici madde ve üç farklı kanunda değişiklik içeren Türkiye’nin ilk iklim kanunu, 2053 Net Sıfır Emisyon ve Yeşil Kalkınma hedefi doğrultusunda, iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini, planlama ve uygulama araçlarını, gelirleri, izin ve denetim ile bunlara ilişkin yasal ve kurumsal çerçevenin usul ve esaslarını kapsamaktadır. Kanunda, “Adil geçiş”, “Birincil piyasa”, “Denkleştirme”, “Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)”, “Gömülü sera gazı emisyonları” ile “Gönüllü karbon piyasaları”, “İklim adaleti” gibi tanımlar yer almaktadır.
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en fazla etkilenen tarım sektörüne bakıldığında kanun, sera gazı emisyonlarının azaltım faaliyetleri kapsamında orman, tarım, mera ve sulak alanlarda karbon yutağı kayıplarını engellemek üzere ilgili kurum ve kuruluşlarca tedbirler alınmasını, yutak alanların ve korunan alanların korunarak artırılmasının sağlanmasını, iklim değişimine uyum faaliyetleri kapsamında ise ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından; tarım sektörünün sürdürülebilirliğini teminen iklim değişikliğine dirençli ürün deseni ile gıda güvenliğinin sağlanması hedefleri doğrultusunda; doğal kaynakların, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin koruma-kullanma dengesinin gözetilmesi ile ihtiyaç duyulan tekniklerin ve teknolojilerin yaygınlaştırılması suretiyle, tarım sektöründe ekosistem temelli uyum yaklaşımını, doğa temelli çözümleri ve su bütçesini dikkate alan planlama araçları geliştirilmesini ve buna uygun iklim değişikliğine dirençli uygulamalar yaygınlaştırılması sorumluluklarını getirmektedir.
Dünyada İklim Mevzuatlarının Durumu
Kendi İklim Kanununu Çıkaran Ülkeler
Dünya genelinde birçok ülke iklim değişikliğiyle mücadele için ulusal düzeyde kendi iklim kanununu çıkarmıştır. Özellikle 1990’lardan itibaren iklim değişikliği konusu gündeme girdikçe, ülkeler sera gazı emisyonlarını azaltmak ve uyum politikalarını güçlendirmek adına yasal çerçeveler oluşturmaya başlamıştır. Dolayısıyla son yıllarda bu tür iklim kanunlarının sayısı hızla artmıştır. Araştırmalar, yaklaşık 60 kadar ülkenin kapsamlı bir “iklim değişikliği çerçeve kanunu” yürürlüğe koyduğunu göstermektedir. Bu kanunlar, ilgili ülkelerin orta ve uzun vadeli iklim hedeflerini belirleyip yasal bağlayıcılıkla takip edilmesini sağlamaktadır.
Örneğin Avrupa’da iklim mevzuatı oldukça yaygındır: Birleşik Krallık ve Avrupa Çevre Ajansı’na üye 32 ülkenin 22’sinde ulusal düzeyde iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik kapsamlı bir yasal çerçeve bulunmaktadır. Bu ülkelerin birçoğu, 2030 sonrasına uzanan net sıfır emisyon hedeflerini yasalarında belirlemiş durumdadır. Hatta Avrupa Birliği çapında da 2021’de kabul edilen Avrupa İklim Yasası mevcuttur. Bu yasalar, ülkelerin Paris Anlaşması hedefleriyle uyumlu olarak uzun vadeli sera gazı azaltım hedeflerini iç hukuklarına bağlamakta ve iklim politikalarının sürekliliğini güvence altına almaktadır. Türkiye de yakın zamanda kendi iklim kanununu çıkararak bu ülkeler arasına katılmıştır. TBMM’de Temmuz 2025’te kabul edilen Türkiye’nin ilk İklim Kanunu, 2053 net sıfır emisyon hedefini yasal zemine taşıyan kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Benzer şekilde Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Danimarka, Macaristan, Yeni Zelanda, Meksika gibi pek çok ülke de kendi iklim kanunlarını yürürlüğe koymuştur. Sonuç olarak, dünya genelinde onlarca gelişmiş ülke iklim değişikliğiyle mücadeleyi iç hukuklarında bağlayıcı hale getiren özel iklim kanunlarına sahiptir.
Küresel İklim Anlaşmaları: Katılan ve Ayrılan Ülkeler
İklim krizine karşı uluslararası düzeydeki ilk adım, 1992’de imzaya açılan ve 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme, iklim değişikliği konusunda hükümetler arası ilk küresel mutabakat olarak kabul edilir ve 191 ülke tarafından onaylanmıştır. Sözleşmenin ardından, taraf ülkeler her yıl “Taraflar Konferansı (COP)” toplantılarında yeni adımlar belirlerler. 1997’de COP3’te Kyoto Protokolü kabul edilmiş ve ilk defa sanayileşmiş ülkelere yasal bağlayıcı sera gazı azaltım hedefleri getirilmiştir. Sonrasında 2015’te COP21’de Paris İklim Anlaşması kabul edilmiş; küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlamayı hedefleyen kapsamlı bir çerçeve oluşturulmuştur. Paris Anlaşması, esnek ulusal taahhütlere dayandığı için neredeyse tüm ülkelerin katılımını kazanmıştır.
İklim anlaşmalarına katıldıktan sonra ayrılan ülke sayısı ise çok sınırlıdır.
Kyoto Protokolü: 191 ülkenin taraf olduğu Kyoto’ya Kanada 2011 yılında taraf olduktan sonra tek taraflı olarak çekilmiştir. Kanada, Kyoto Protokolü’nü tamamen terk eden ilk ve tek ülke olmuştur. ABD Senatosu Kyoto’yu onaylamadığı için ABD hiçbir zaman Kyoto’ya resmen taraf olmamıştır.
Kyoto Protokolü’nü hiçbir zaman imzalamamış ve dolayısıyla protokole taraf olmayan ülkeler: Andorra, Güney Sudan ve Filistin’dir.
Paris Anlaşması: Donald Trump, Paris Anlaşması kapsamında gelişmekte olan ülkelere sağlanan iklim finansmanının ABD için adil olmadığını ve ülkenin egemenlik haklarını zedelediğini ileri sürmüştür. Trump yönetimi, Paris Anlaşması kapsamındaki taahhütlerin ABD ekonomisini ve istihdamını olumsuz etkilediğini savunmuştur. ABD hükümeti 27 Ocak 2025 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne resmî çekilme bildirimini iletmiştir. ABD dışında hiçbir ülke Paris Anlaşması’ndan çekilmemiştir. Aksine, başlangıçta imzalamayan veya onaylamayan Nikaragua ve Suriye bile anlaşmaya sonradan dahil olmuştur.
Paris Anlaşması’nı imzalamamış herhangi bir ülke bulunmamaktadır. Paris Anlaşması’nı imzalamış ancak henüz onaylamamış ülkeler ise: İran, Libya ve Yemen’dir.
İklim Krizinin Tarım ve Orman Sektörleri Üzerindeki Etkisi
Türkiye, iklim krizinin etkilerini tarım sektörü üzerinden yoğun bir şekilde hissetmektedir. Değişen iklim koşulları; kuraklık, aşırı hava olayları, seller ve orman yangınları gibi felaketlerin sıklığının artması tarımsal üretimi tehdit etmektedir. Bilim insanları, orman yangınları ve ani sel felaketleri gibi afetlerin temel sebebinin insan faaliyetlerinin yol açtığı iklim krizi olduğunu vurgulamaktadır. Aşağıda, iklim krizinin tarım üzerindeki dört önemli etkisi ele alınmıştır: Kuraklık, Gıda Güvenliği, Sel ve Orman Yangınları.
Kuraklık
Türkiye son yıllarda şiddetli kuraklıklarla karşı karşıyadır. 2024 ve 2025 yılları, ülke genelinde son 65 yılın en ciddi kuraklıklarından birine sahne olmuş; özellikle İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Trakya’da yağış miktarı uzun yıllar ortalamasının yüzde 40-60 altında kalmıştır. Yağış azlığı ve artan sıcaklıklar, toprak nemini azaltarak tarımsal üretimde ciddi verim kayıplarına yol açmaktadır. Nitekim 2021 yılında 65 ilimizde kuraklık nedeniyle ürün verimleri düşmüş, bazı bölgelerde ürün kayıpları yüzde 70’e kadar ulaşmıştır. Uzun süren kuraklıklar, çiftçilerin sulama suyu bulmasını zorlaştırmakta ve ekim alanlarının daralmasına neden olmaktadır.
Gıda Güvenliği
İklim kaynaklı kuraklık ve ekstrem hava olayları, gıda arzını azaltarak gıda güvenliğini tehdit etmektedir. Tarımsal üretimin düşmesi, temel gıda maddelerinde arz açığına ve fiyat artışlarına yol açmaktadır. Yükselen gıda fiyatları, özellikle dar gelirli kesimler için sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimi zorlaştırmaktadır. Bu gelişmeler, iklim krizinin gıda güvencesini zayıflattığını ve acilen dayanıklı tarım önlemlerine ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.
Sel
İklim krizinin etkisiyle ani ve şiddetli yağışların sıklığı artmakta, bu da taşkın ve sellere neden olarak tarım alanlarını olumsuz etkilemektedir. Örneğin, 15 Mart 2023’te Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen aşırı yağış sonrası sel felaketi buğday, arpa ve mercimek ekili tarlaların bir kısmını su altında bırakarak ekinlere büyük zarar vermiştir. Tarlalarda oluşan su birikintileri ve toprak erozyonu sonucu ürünlerde ciddi verim kayıpları yaşanmıştır. Seller sadece ekili alanları değil, kırsal altyapıyı da tahrip ederek çiftçilerin geçim kaynaklarını uzun vadede riske atmaktadır.
Orman Yangınları
Sıcak ve kurak yazlar, orman yangınlarının sayısını ve şiddetini artırarak tarım ve kırsal hayatı tehdit etmektedir. 2021 yazında Türkiye tarihinin en büyük orman yangınları gerçekleşmiş; 28 Temmuz-12 Ağustos 2021 arasında çıkan 600’ü aşkın yangında toplam yaklaşık 206 bin hektar orman alanı tamamen yanmıştır. Bu rakam, Türkiye’nin yıllık yangın ortalamasının yedi katından fazladır. Bilimsel raporlar, Akdeniz havzasında iklim krizine bağlı olarak orman yangınlarının sıklık ve yoğunluğunun gelecekte yüzde 50’ye varan oranlarda artabileceğini öngörmektedir. Büyük orman yangınları orman ekosistemlerini yok etmekle kalmaz, aynı zamanda tarım alanlarına da sıçrayabilir, toprak erozyonunu hızlandırarak ve su kaynaklarını etkileyerek tarımsal üretimi dolaylı şekilde zarara uğratır.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye’de ve dünyada iklim değişikliği ve iklim kanunu ve bu konular üzerindeki tartışmaların kısa sürede bitmesi mümkün görülmemektedir.
Bu konuda temkinli bir iyimserlik konuyu değerlendirmede en mantıklı yol gibi gözükmektedir.
İklim değişikliği nedeniyle doğada ve doğal kaynaklarda meydana gelen değişim ve oluşan tahribat bizi bu konuda bazı eylemlerde bulunmaya itmektedir.
Ancak bu eylem ve aksiyonların boyutu ve ortaya çıkaracağı sonuçlar iyi analiz edilmeli ve toplumdaki farklı çevreler daha iyi bilgilendirilmelidir.
Bu meselede şüphe ve birtakım soru işaretlerini gidermede en mantıklı yol meselenin şeffaf ve uluslararası boyutunu da içine alacak şekilde tartışılmasını sağlamaktır.
İklim değişikliği, küresel ölçekte tarımsal üretimi doğrudan etkileyen en önemli çevresel tehditlerden biridir. Türkiye, sahip olduğu geniş tarımsal alanları, biyolojik çeşitliliği ve iklim koşullarıyla tarım sektörü açısından büyük bir potansiyele sahip olmasına rağmen, iklim değişikliğinin getirdiği riskler karşısında kırılgan bir konumda bulunmaktadır. Bu bağlamda, tarım sektörünün iklim değişikliğine uyum sağlaması ve iklim dostu üretim modellerine geçiş yapması büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’de tarım ve ormancılık sektörünün iklim değişikliğine uyumu, sera gazı emisyonlarını azaltması ve karbon yutaklarını artırabilmesi odağında Türkiye’nin güçlü ve zayıf yönlerini tespit ederek, iklim değişikliğine uyum ve azaltım konusunda fırsatların değerlendirilmesi ve tehditlerin en aza indirilmesi önemlidir.
Bu kapsamda, tarım sektöründe iklim değişikliğine uyum ve azaltım için kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler oluşturulmalıdır. Öncelikli olarak, tarım topraklarının korunması, etkin kullanımı ve sürdürülebilir yönetimi sağlanmalıdır. Tarımsal üretim planlamasının güçlendirilmesi, arazi tahribatını önleyici politikaların uygulanması ve toprak organik madde içeriğinin artırılması, sektörde sürdürülebilirliği artıracaktır. Aynı şekilde, su kaynaklarının korunması ve verimli kullanımı için modern sulama tekniklerinin yaygınlaştırılması, su yönetimi politikalarının güçlendirilmesi ve alternatif su kaynaklarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Ekosistemin uyum kapasitesinin artırılması ve biyolojik çeşitliliğin korunması, ekosistem tabanlı tarım uygulamalarının desteklenmesi ve tahrip olmuş ekosistemlerin restorasyonu ile mümkün olacaktır. Tarım ve ormancılık sektörünün iklim değişikliğine karşı dayanıklılığını artırmak için ise, kuraklığa dayanıklı tarımsal çeşitlerin geliştirilmesi, erken uyarı sistemlerinin yaygınlaştırılması ve biyoteknolojik çözümlerle verim kayıplarının önüne geçilmesi büyük önem taşımaktadır. Düşük karbon emisyonlu tarım uygulamalarına geçiş, sürdürülebilir üretim açısından kritik bir adımdır. Toprak karbon yutak kapasitesinin artırılması, organik tarımın teşvik edilmesi, biyogaz tesislerinin yaygınlaştırılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının tarımsal faaliyetlerde kullanılması, emisyonların azaltılmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca, iklim değişikliğine uyum ve düşük karbon emisyonlu üretim konularında çiftçilerin bilinçlendirilmesi, eğitim ve yayım faaliyetlerinin artırılması, finansman mekanizmalarının güçlendirilmesi ve istihdam olanaklarının geliştirilmesi, sürecin etkin bir şekilde yönetilmesini sağlayacaktır. Bu hedeflerin başarıya ulaşması, ilgili tüm paydaşların ortak hareket etmesiyle mümkün olacaktır. Kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, akademi ve çiftçiler arasındaki işbirliği artırılarak, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında sürdürülebilir tarım uygulamaları teşvik edilmelidir. Aynı zamanda, uluslararası fonlardan ve işbirliklerinden yararlanarak, iklim değişikliğiyle mücadelede daha güçlü politikalar benimsenmelidir (Yayımlanmamış Dördüncü Tarım Orman Şurası İklim Değişikliğine Uyum ve Azaltım Raporu).
Sonuç olarak, Türkiye’nin tarım ve ormancılık sektöründe iklim değişikliğine uyum ve azaltım konusunda sürdürülebilir ve dirençli bir sisteme geçiş yapması, hem mevcut tehditlere karşı dayanıklılığı artıracak hem de uzun vadede sektörde verimlilik ve rekabet gücünü koruyarak, ülkenin 2053 net sıfır karbon hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayacaktır. (Yayımlanmamış Dördüncü Tarım Orman Şurası İklim Değişikliğine Uyum ve Azaltım Raporu)
Bu nedenle, belirlenen stratejilerin kararlılıkla uygulanması, gerekli mevzuat düzenlemelerinin yapılması ve tüm sektör paydaşlarının sürece aktif katılımı büyük önem taşımaktadır.

ALİ RECEP NAZLI
