İklim Kanunu: İçerik ve Tartışmalar
Meclis’te geri çekilen İklim Kanunu hem iklim değişikliğiyle mücadelede yetersiz olduğu yönünde eleştiriler almış hem de hakkında gerçek dışı kara propagandaya maruz kalmış olsa da Türkiye için oldukça hayati önemdedir.
İklim Kanunu Nedir ve Nasıl Oluşmuştur?
2021 yılında Paris Anlaşması’na taraf olan Türkiye, 2053’te net-sıfır emisyon hedefi belirleyerek bunu İklim Kanunu ile iç hukuka uyarlama kararı aldı. 2021’den beri hazırlıkları yapılan İklim Kanunu, 20 Şubat 2025’te 20 madde, iki geçici madde ve üç ayrı kanunda değişiklik içeren kanun teklifiyle Meclis’te görüşülmeye başlandı. Ancak kanun ilk dört maddesinin görüşülmesinden sonra geri çekildi ve ne zaman tekrar gündeme geleceği belirsizliğini koruyor.
Kanun esasında iklim değişikliği ile mücadele için net-sıfır emisyon hedefini belirtmesi, iklime dirençli şehirlerin oluşturulması, yeşil taksonominin gerçekleştirilmesi, yeşil teknolojilerin teşviki ve kamusal farkındalığı artırma bakımından birçok yeniliği barındırıyor. Eşitlik, iklim adaleti, ihtiyatlılık, katılım, entegrasyon, sürdürülebilirlik, şeffaflık, adil geçiş ilkelerini temel alıyor. Bu ilkelerden hareketle kanun, iklim eyleminde stratejiler ve yenilikler öngörüyor.
Ancak kanun, belirtilen birçok düzenleme ve yeniliğin nasıl yapılacağına dair detayların yeterince yer almaması, sivil toplum ve akademi gibi paydaş katılımının olmaması ve adil geçiş sürecinin açıklanmaması gibi noktalarda eleştiriler aldı.
Hangi Yenilikleri Getiriyor ve Neleri Hedefliyor?
Kanunun temel amacı 2053 net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda iklim değişikliğinin insan hayatı ve çevre için yıkıcı etkilerini azaltmak, dirençli şehirler meydana getirmek ve yeşil dönüşümü sağlayarak kaynaklar geliştirmektir. Kanunun getireceği yenilikler arasında Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), Türkiye Yeşil Taksonomisi, İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları, Sıfır Atık Sistemi, su ve tarım uygulamaları ve temiz teknolojilere geçiş gibi başlıklar yer alıyor. Ayrıca afet risklerini azaltacak erken uyarı sistemlerinin kurulması ve eğitim müfredatının iklim odağında güncellenmesi de hedefleniyor.
Kanun, iklim değişikliğine karşı mücadelede çözümleri il koordinasyon kurulları ile yerelleştirirken etkin su kaynağı yönetimiyle de tarım ve sulak alanları korumayı ve kuraklığı önlemeyi amaçlıyor. Temiz enerji olarak belirtilen hidrojen teknolojisi gibi yenilikçi ve karbonsuz enerji modellerinin geliştirilmesi için kamu ve özel sektör arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi teşvik ediliyor.
Emisyon Ticaret Sistemi, Yeşil Taksonomi ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması
İklim Kanunu taslağında yer alan Emisyon Ticaret Sistemi, Yeşil Taksonomi ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması Türkiye’de yatırımların ve finansmanların iklime ve çevreye duyarlı bir şekilde evrileceğini, işletmelerin mevcut ticari faaliyetlerini ciddi oranda değiştirmek zorunda kalacağını gösteren düzenlemelerdir.
Emisyon Ticaret Sistemi, bir işletmenin yıllık karbon emisyonu miktarının üst bir sınırla belirlenmesinin ardından bu kotanın artması veya geçilmemesi durumunda yapılan kota ticaretine deniyor. Örneğin bir işletme yıllık belirlediği karbon emisyonu salım hedefini aştığı durumda ya ceza ödeyecek ya da aşmadan önce ek emisyon kotası satın alacak. Bir diğer tercih ise mevcut karbon emisyonu kotasını doldurmayan şirketlerin bu kotayı ticari bir meta olarak başka işletmelere satmasıdır.
Kanuna göre bu sistemde yer alan işletmelerin karbon emisyon izni alması ve karbon emisyonlarını alım-satım faaliyetlerine dönüştürmesi, ticaret yoluyla emisyonların denetimini mümkün kılacak. ETS kapsamında yer alan yükümlülükleri yerine getirmeyen işletmeler para cezası alacaklar. Karbon emisyonunun yanı sıra işletmelere florlu gaz kotası ve ozon tabakasını incelten maddelerin kullanılması konusunda da ihlal cezası verilebilecek.
Yeşil Taksonomisi olarak ifade edilen düzenleme ise finansal kuruluşların vereceği finansmanların yeşil yatırımlara yönlendirilmesine dair kriterleri belirliyor. Yeşil finansmanlar artırılarak yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz teknolojilerin geliştirilmesi amaçlanıyor. Bunun için İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından ulusal, sektörel ve tematik raporlar hazırlanacak ve finansal kaynakların yönlendirilmesi yapılacak.
İklim Kanunu’na göre düzenlenen bir başka regülasyon ise Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’dır (SKDM). Özellikle Avrupa Yeşil Mutabakatı sonrası karbon ayak izinin azaltılmasına yönelik faaliyetlerden biri olan sınırda karbon düzenlemesi ilk olarak Avrupa Birliği ile ticaret yapan işletmeler için gündeme gelmişti. Kanun, Türkiye içinde de bir mekanizma kurarak gerekli raporlama ve esasları bakanlıklarla koordineli bir şekilde yürütmeyi amaçlıyor. Böylece Türkiye Gümrük Bölgesi’nde ithal edilen malların karbon emisyonları denetlenebilecek.
İklim Adaleti ve Adil Geçiş Süreci
Hukuki, felsefi ve etik boyutları olan iklim adaleti kavramı geniş bir tanıma sahiptir. İklim adaleti; iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin, azaltılmasında ortaya çıkan sorunların ve iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkmada karşılaşılan zorlukların yarattığı sorumluluğun adil ve hakkaniyetli bir şekilde bireyler, kurumlar ve devlet tarafından ele alınmasıdır.
İklim adaletine göre iklim değişikliğine karşı kırılgan grupların emisyonlara en çok katkıda bulunanlar tarafından korunması gerektiği ifade edilir. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin ortaya çıkmasında sorumluluğu olanların en fazla sorumluluğu taşıması gerektiği belirtilirken, kırılgan grupların karar yapım süreçlerine dahil ederek haklarının korunmasını öngörür.
Türkiye’de görüşülen İklim Kanunu’nda iklim adaleti ve adil geçiş kavramları detaylı şekilde tanımlanmasa da iklime dirençleri şehirlerin kurulması, su ve gıda güvenliğinin sağlanması, sıfır atık sistemi, temiz enerji teknolojilerinin artırılması gibi hedeflerle bu nosyon oluşturulmaya çalışılıyor. Fakat adil geçiş sürecinde “geride bırakılmama ilkesi” kapsamında yeşil ekonomiye geçilirken karbon yoğun sektörlerde çalışanların sürece nasıl dahil edileceğine dair bir açıklama yer almıyor. Kanunun mevcut durumda yalnızca işverenleri koruduğu görünüyor. Bu da esasında Türkiye için kritik bir soruyu gündeme getiriyor: Türkiye İklim Kanunu’nu kimin için çıkarıyor?
Kanunda Neler Eksik?
Kanunun en büyük eksikliği, 2053’e kadar net-sıfır hedefinin gerçekleşmesi için atılacak somut adımlara yer vermemesidir. 2053 tarihinin yalnızca gerekçe kısmında yer alması da hukuki bağlayıcılığı oluşturmuyor. Ayrıca iklim adaleti ve adil geçiş sürecinin detaylarının yer almaması, yeşil ekonomik dönüşümün ardından geride bırakılmama ilkesine yönelik önlemlere dair açıklamalar olmaması, kanunu taşıdığı misyon bakımından eksik bırakıyor. Kanun bu haliyle iklim değişikliğiyle mücadeledeki kırılgan grupların dirençliliğini artırmaktan ziyade işletmelerin devamlılığına ve zarara uğramamasına yönelik detaylar barındıran bir kanun olarak gözüküyor.
İklim Kanunu uygulayıcılar açısından bakıldığında yalnızca devlet ve sektör katılımcılarının faal olduğu, fakat sivil toplum ve alanında uzman akademisyenlerin görüşlerinin dışarıda bırakıldığı bir mekanizma olarak görülüyor. Kanunun yerelleşmesi açısından İl Koordinasyon Kurulları kurulsa da sivil toplumun aktif bir rolünün olmaması ve bilimsel bir danışma kurulu bulunmaması iklim eyleminde paydaş katılımını kapsayıcılıktan uzaklaştırıyor. Sosyal politikaların inşasında sosyal destek çalışmalarının yürütülmesi için gerekli olan kamusallığın inşa edilmeden kanunun etkililiği riske giriyor.
Emisyon Ticaret Sistemi’nden elde edilecek gelirin hangi alanlarda kullanılacağı da kanunun bir başka eksik kaldığı noktadır. Yeşil dönüşümün finansmanından bahsedilirken ve kârlılığın gözetilirken toplum yararının arka planda bırakıldığı anlaşılmaktadır.
İklim Kanununa İnkârcılar Neden Karşı Çıkıyor?
İklim inkârcılığı Türkiye’de daha çok sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen kampanyalarla gündeme gelirken ciddi bir dezenformasyona neden oluyor. Bu dezenformasyonu yürütenlerin bazı kesişimsellikleri bulunuyor. Aşı karşıtlığı, iklim inkârcılığı ve İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı gibi tutumları benimseyenlerin benzer kişiler olması esasında politik bir bilinç ortaklığına işaret ediyor.
Özellikle İklim Kanunu Meclis’te görüşülürken bu grubun iddiaları arasında “Tarım ve hayvancılığı bitirecekler, seyahat hakkı kısıtlanacak, yapay et ve gıda getirecekler, vatandaştan karbon vergisi alınacak, kömür ve petrol kullanımı tamamen kalkacak, sürdürülebilir protein adında böcek bazlı beslenme düzenine geçilecek…” gibi kanunda hiçbir şekilde yer almayan bir bilgi kirliliği söz konusuydu.
İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) tarafından tüm bu iddialar yalanlanmış olsa da hâlâ bu grubun şüpheciliği devam ediyor. Bu durumun ortaya çıkmasına ve taraftar bulmasına ise; iklim iletişiminin etkili şekilde yapılmaması ve iklim değişikliğinden kaynaklı tehlikelerin doğru şekilde topluma aktarılamamış olması neden oluyor. Medya, akademi, sivil toplum kuruluşları ve devletin ilgili organlarının bir araya gelerek iklim değişikliğine karşı mücadelede halkı bilinçlendirmesi ve iklim duyarlı bir düşünce yapısının oluşması için çalışmalarda bulunması gerekiyor.
Genel Değerlendirme
Meclis’te geri çekilen İklim Kanunu hem iklim değişikliğiyle mücadelede yetersiz olduğu yönünde eleştiriler almış hem de hakkında gerçek dışı kara propagandaya maruz kalmış olsa da Türkiye için oldukça hayati önemdedir. Kanunun Türkiye’nin kamu, özel sektör ve sivil toplum ortaklığında gerçekleştirilmesi gereken iklim acil eylemine ilişkin hukuki müeyyideler barındıran ilk metin olması, devamında iyileştirilerek ihtiyaçları karşılaması için bir umut doğuruyor.
İklim değişikliği tüm insanlığı ilgilendiren ve adım atılmadıkça daha da büyüyen bir tehdit, bu nedenle yapılan tüm çalışmaların ve atılan tüm adımların eksik de olsa bir kazanım olarak görülmesi gerekiyor. Bize düşen, yapıcı eleştirilerle atılan adımları güçlendirerek bu süreci daha iyiye götürmektir.
GÜLNAZ YÜCEL DURMUŞ