İslamcılar Nazım Hikmet’in Kitaplarını Ne Zaman Yayınlayacak?
“Sağ”, “sol”u; “sol” “sağ” ve “İslamcı”ları okumamış, “görmemiş”tir. Yani edebî eserin en önemli ölçütü geri plana düşmüştür. Yayınlar üzerinden, yazarların, şairlerin sınıflanması yoluna gidilmiş ve “Türk Edebiyatı” bütünselliğini kaybetmiştir. 60’larda bu ayrım kemikleşmiştir. 80’lere kadar artık yekpare bir Türk Edebiyatı fikrimiz yoktur. Bu yapıyı günümüzde İslamcılar kırıyor. Çünkü Sosyalist/Marksist solun iki önemli yazarı Sabahattin Ali ve Kemal Tahir’in eserlerini artık İslamcılar yayınlıyor.
Rasim Özdenören, Sezai Karakoç’a (ikisine de rahmet olsun) sosyalist çevrenin önde gelen bir dergisinden öykü ve şiir talebi geldiğini ve göndereceklerini söyler. Sezai Bey’in de bir yazı ile katılmasını ima eder. Sezai Karakoç “Ama biz Müslümanız, başka yerde olamayız.” diye cevap verir. Rasim Bey, “Sezai Bey’in bize olan en büyük katkısı bu aidiyet, kim olduğumuz ve nerede durduğumuz bilincini kazandırması oldu.” diyor.
Bu anekdotu İslami çevrelerin Marksist/Sosyalist yazarın eserlerini yayınlaması üzerine hatırladım. Aklıma acaba Sabahattin Ali ve Kemal Tahir, eserlerinin İslamcı yayınevleri tarafından neşredilmesine nasıl bakarlardı, sorusu geldi? Okuyucuya da sormuş olayım.
Sizce Kemal Tahir ve Sabahattin Ali kitaplarının İslamî kimlikli bir yayınevinden çıkmasını isterler miydi?
Bildiğim kadarıyla “laik”, “sosyalist” yayıncılar içinde İslamcılara ait neşredilmiş ilk eser Mehmed Âkif’in Safahat’ıdır. Bir bankanın da Necip Fazıl’ın Çile’sini bir kereliğine yayınladığını hatırlıyorum. Necip Fazıl, eserlerini kendi adına neşretmek istese de hem parasızlıktan hem ayrı bir zaman, personel vs. gerektirdiğinden uzun zaman buna muvaffak olamamıştır. Sezai Karakoç, yukarıda geçen açıklamaya uygun olarak kendi eserlerini neşretmeye gayret göstermiştir. Doğrusu okuyucu için de bu tür tercihler önemli idi. Çünkü okuyucular maddi olarak “başka”larına ait yayınları desteklemek sorumluluğunu yüklenmek istememiştir.
Edebi eserlerin “yayınevi”ne göre farklılığı, nitelikli okur için büyük bir sorun teşkil etmez. Ancak nitelikli edebî eser yayını ile bir düşünceyi yan yana getirmeye çalışanlar “diğer” yazar ve şairlerin eserlerini basmamış, okunmasını istememiştir. Yayınevinin temsil ettiği “ideoloji”ye paralel sanat eserleri yayınlamak, kendi içinde “tutarlı” bir şeydir. Bundan dolayı yazar ve şairler eserlerini hangi yayınevine vermişse onunla anılır olmuştur ve öyle etiketlenmiştir. Etiket, eserin ve yazarın önüne geçtiği için, nitelikli eserlerin okuyucuları sınırlı kalmıştır. “Sağ”, “sol”u; “sol” “sağ” ve “İslamcı”ları okumamış, “görmemiş”tir. Yani edebî eserin en önemli ölçütü (Türkçe/Türk edebiyatı) geri plana düşmüştür. Yayınlar üzerinden, yazarların, şairlerin sınıflanması yoluna gidilmiş ve “Türk Edebiyatı” bütünselliğini kaybetmiştir.
60’larda bu ayrım kemikleşmiştir. 80’lere kadar artık yekpare bir Türk Edebiyatı fikrimiz yoktur.
Bu yapıyı günümüzde -her zaman olduğu gibi- İslamcılar kırıyor. Çünkü Sosyalist/Marksist solun iki önemli yazarı Sabahattin Ali ve Kemal Tahir’in eserlerini artık İslamcılar yayınlıyor. Yeni neslin evlerinde, ellerinde, kütüphanelerinde bundan böyle “bizim yayınevlerinin” imzası ile çocuklarımız Kemal Tahir ve Sabahattin Ali okuyacaklar. Aileler “bizim cenah”ın yayınevleri çocuklarımıza yanlış, kötü şeyler okutmaz” güveni ile çocuklarının ellerine, kütüphanelerine Marksist/Sosyalist eserler verecekler. “Bizim mahalleye” bakmayan, yok sayan Sosyalistlere, Marksistlere maddi destek sağlamış da olacağız böylece.
Bu neşir faaliyetlerinde yazarların ölüm yılı ile ilgili olan telif yasası işi kolaylaştırdı. Çocuklarımız Kemal Tahir ve Sabahattin Ali’den dolayı artık komünist olarak suçlanmayacak, yaftalanmayacak. Çünkü daha yakın zamanlara kadar üniversite öğrencileri başta olmak üzere, evlerde “yakalanan” kitaplardan dolayı yargılanma olaylarını, okuldan atılmaları biliyoruz. Attila İlhan daha lise öğrencisi iken Nazım Hikmet’in şiiriyle yakalanmıştır. (1938 Harbokulu Olayı). Okuldan atılmış ve bu yanlış muamele sonucu sosyalist olmuştur.
Artık 60’tan bu yana nitelikli edebî eserlerin okunmasının önüne geçen, yazarların tanınmamasına ve hatta kötü tanınmasına sebep olan ideolojik ayrımın tesirinden kurtulduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu böyledir de yine de bazı sorular ortadadır. Mesela, İslamcı yayınların, Sabahattin Ali’nin eserlerini neşretmesindeki itki, sadece telif hakkının anonimleşmesi midir? Sabahattin Ali’nin “M. Kemal’e eleştirel yaklaşması ve onu tenkid eden bir şiir yazması ile de bir bağlantısı var mı?” diye soruyor insanlar. Aynı şekilde Sabahattin Ali’nin Tek Parti döneminde, iktidarının bilgisi dahilinde öldürülmesi de bu tercihte bir rol oynamış olabilir mi diye sorulabilir. Kemal Tahir’in Kemalist söyleme getirdiği tenkitler, Yorgun Savaşçı’da olduğu gibi Milli Mücadele’nin kahramanı olarak sadece bir kişiyi değil de milleti görmesi gibi hususlar da bu seçimde ne kadar etkili olmuştur? Yorgun Savaşçı yayınlanınca Kemalist kesimin Kemal Tahir’i hem tehdit hem ihbar içeren yazılarını hatırladım nedense.
İhbarcı gazeteci hem romanın hayali bir eser olduğunu söylüyor hem de o hayali kitabı ihbar ediyordu. Sonradan öğrendik ki “Yorgun Savaşçı” ve “Yol Ayrımı” resmi tarihin önüne geçmiş ve “Gerçek Tarih”ten bir nebze olarak kabul edilmiştir.
Velhasıl cevabını arayan sorular var.
Söz Yorgun Savaşçı’dan açılmışken sormadan geçmeyelim. Romanın ayrıntılarında “erkek çocuk” kovalayanlara, sapkınlıklara, ağza geldiği gibi çıkan küfürlü sözlere bir şey oldu mu acaba yeni neşirlerde? Çünkü İslamcı kesimin önemli bir bölümü, edebî eserde böyle ayrıntılara hazır değildir hâlâ. İslamcıların çocukları bu eserleri bu halleri ile mi okuyacak?
Doğru anlaşılmak için tekrar edelim. Bu sorular her iki yazarın eserlerini okumuş olarak benim soru(n)um değil. Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve diğer sosyalist yazarların MEB Türk Edebiyatı Müfredatına (2005) girmesinde emeği olan biri olarak böyle bir sorunum olamaz. MEB ders kitaplarına alınacak metinleri süzgeçten geçirdiği için öğrencilerin önüne müstehcen, argo vs içeren ifadeler getirilmez.
İdeolojik söylemin her şey olduğu, bıyığın, sakalın, saç taramanın, giysinin ideolojik kimlikle tanımlandığı dönemlerde değiliz artık. Kimse komünist olduğu için tutuklanmıyor, takibata uğramıyor, dışlanmıyor. SSCB’nin yıkılması ile “yakın tehlike”den uzaklaşmış bulunuyoruz. Küba, Kuzey Kore, Çin gibi komünist ülkeler artık komünizm “ihraç etmiyor”. Bundan dolayı edebi eserdeki sosyalizmden, komünizmden korkmuyoruz. Kişiler komünist olacaklarsa kendileri için komünist olacaklar. Zaten romandan, hikayeden, şiirden hareketle komünist olmak çok zordur. Yeni neslin “Devlet Ana”daki Asya üretim tarzını keşfedilmesi için bir fırın etmek yemesi gerek.
Hilmi Yavuz’un “Ben ve benim kuşağım Kapital okuyarak komünist olmadı. Biz Dostoyevski’nin, Gorki’nin romanlarını okuyarak komünist olduk.” dediği zamanlardaki gibi okunmuyor kitaplar. Çünkü 68 Kuşağının sosyalist olmasında; dönemin tesiri, (yasaklamalar dahil), dünyada yükselen sosyalist hava, teşvik edici üniversite sistemi ve moda oluş da var.
Bir hikayeci olarak kendi adıma Kemal Tahir ve Sabahattin Ali’nin eserlerinin İslamcı yayınevleri tarafından neşrini sorun olarak görmeyebilirim. Zaten alıp okuduğumuz eserler. Benim mevzum başka. “Bizim cenah”ın bu yazarları yayınlamasını sırf ticari kaygıya bağlamıyorum, aklımda başka sorular var: Bu anlayış ve uygulama kimlere kadar uzanır, uzanacak? Mesela Nazım’a, Yılmaz Güney’e, Tevfik Fikret’e gelecek mi sıra?
Ben merhum Sezai Karakoç gibi düşünüyorum. Bana göre bizi okumak isteyenler; bizi, bizim yerlerde aramalıdır. Bundan dolayı kendi eserlerimin basımına sadece “bizim” yayınevleri için razı olurum. İçimizden bazılarının “bize ait olmayan yerler”de kitap yayınlamasına kesin olarak itirazım var.
En önemli soruyu sona sakladım.
Kemal Tahir ve Sabahattin Ali kitaplarının “bizden” çıkmasına itiraz mı ederlerdi; iyi, güzel olmuş mu derlerdi?
KÂMİL YEŞİL