Şarm El-Şeyh’i Davutoğlu ve Babacan’dan Dinlediniz mi?
Davutoğlu ve Babacan’ın Gazze “barışıyla” ilgili yaptığı konuşmalar, bizi gerçekliklerle yüzleştirme adına önemliydi. Sürecin deşifrasyonu, tercümesi, yapı sökümü her daim pembe tablolarla hamaset yelkenlerinin şişirildiği ortamlara kurban verilmemeli. Bu ülke gerçekçi, akli, vicdani, ahlaki analizlerinden ürkmemeli, aksine istifade etmelidir.

Yeni Yol Grubu’nun çarşamba günleri gerçekleşen TBMM Grup toplantıları toplumun yüzde kaçı tarafından ilgiyle takip ediliyor bilemiyoruz ama gazetecisinden aydınına, sokaktaki vatandaştan bürokratlara ve iktidar mensuplarına kadar bu toplantıların yakından takip edilmesinde büyük faydalar olacağının altını çizerek konuya girizgah yapmış olalım.
Her grup toplantısının kendi içinde elbette ayrı bir değeri var ama bu yazının konusu; özellikle Şarm El-Şeyh zirvesi sonrası yapılan toplantıdaki analiz, değerlendirme ve tarihi uyarılar. Elbette her üç genel başkanın da konuşmasının kayda değer önemli yanları vardı lakin hassaten sadece iki liderle; Davutoğlu ve Babacan’la sınırlamanın kendi içinde bir mantığı var. Bunu konu etmemizdeki sebep, Şarm El-Şeyh fotoğrafının hem Filistin halkı hem de küresel emperyalizm açısından ne ifade ettiğinin adeta paylaşılmışcasına özetlenmiş olmasıydı.
Davutoğlu, “Olimpos Tanrısı Trump Show” üzerinden “Trump dili”nin tercümesini ve Siyonizm’in tüm suçlarına rağmen meşruiyet alanını genişletme mücadelesinin şifrelerini ortaya koyarken; Babacan, imzalanan iki metnin deşifresine girişerek, bunların ne anlama geldiğini, bir anlaşma olup olmadığını ve bundan sonra izlenmesi gereken proseslere ilişkin önemli değinilerde bulundu.
Elbette on yıllardır acılar çeken ve son iki yıldır soykırıma maruz kalan bir halkın dertlerine bir süreliğine virgül konmuş olması, bir tas çorba karşısında renkli gözleri parıl parıl parıldayan çocukların tebessüm ve sevinci dünyaya bedeldir, ki zaten her iki lider de bu konuya ziyadesiyle değindi. “Sözde” diyerek anılsa da anlaşmada emeği geçen Mısır, Katar ve Türkiye’nin katkılarına müteşekkir olunduğu ifade edildi. Lakin, hem dünyanın hem Filistinlilerin hem de ülkemizin görmesi gereken tehditkâr tabloyu da tüm çıplaklığıyla ortaya koydular.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, konuşmasına “anlaşma” diye lanse edilen ve ama kendisinin sadece “içi boş sözlerle doldurulmuş bir iyi niyet beyanı” olarak gördüğü kağıt parçasının kendisinde yarattığı öfkeyi dile getirerek başladı.
Ona göre “Bir A4 sayfasını bile doldurmayan bu metin bir barış değil; hele ki soykırımcı rejimin savunma bakanı pervasızca çıkıp ‘rehineler alındıktan sonra Hamas’ın tünelleri vurulacak, orduya talimat verdim’ diyebiliyorsa bu gerçek anlamda garantiye alınmış bir ateşkes metni bile değil”di.
Öfkesi sadece Trump’a ve soykırımcı rejime değildi, bu tiyatroda rol alan liderlere de önemli uyarılarda bulundu:
“Bu metinleri okumayanlar; Trump’ın Knesset’te verdiği mesajlara kulaklarını tıkayanlar; Şarm Eş-Şeyh’de bir soykırımı örtme adına sergilenen tiyatrodan, Trump Show’da kendilerine yapılan övgülerden memnun olabilir. Ben insanlık adına, Gazzeli şehitler, kadınlar, yetimler, aziz Kudüsümüz, Mescid-i Aksamız adına hüzün doluyum, öfke doluyum! Ben şatafatlı toplantı salonlarında sarf edilen süslü sözlere bakmam, bu işin başındaki ve arkasındakilerin zihin kodlarına, eylemlerine ve ulaşmak istedikleri hedeflere bakarım! Bu zihin kodlarını anlamak açısından baktığımda Trump zihniyetini ve stratejik hedeflerini İsrail parlamentosu Knesset’de ortaya döktü; Mısır’da sadece tiyatrosunun figüranı gibi gördüğü liderleri aşağılayarak, onların da ona riyakarca dalkavukluk yaptığı bir sahnede soykırımın yok ettiği bebeklerin masum bedenleri üzerinde keyfini sürdü!”
Knesset’teki Çıplak Gerçeklik: Siyonizmin ve Barbarlığın Yürek Parçalayan Tiyatral Savunusu
Davutoğlu, Knesset’te insanlıkla alay eden ve Siyonizm’in hizmetkârı olduğunu en üst perdeden ilan eden küstah gövde gösterisine ilişkin şu tespitlerde bulundu:
“Gelin birlikte Trump’ın Knesset’te ortaya koyduğu zihin kodlarının ana unsurlarına göz atalım. Birincisi Siyonizm hedefine sadakat! Bakın ne diyor Trump: ‘3000 yıl süren acı ve çatışmalara rağmen, İsrailliler Siyonizm’in önündeki tüm tehditlerin karşısında asla pes etmedi; Siyon’un vaadi, başarı, umut, sevgi ve Tanrı vaadi hep canlı kaldı.’ Bu sözler fanatik bir siyonistin ağzından değil, birkaç saat sonra ağzının içine bakan Müslüman liderlerin önünde şov yapan bir küresel gücün liderinin ağzından çıktı!”
Davutoğlu, tüm bölge ve dünya liderlerinin bu tiyatro karşısında aciz kalışına da sitem ederken, aslında sürecin bundan sonraki yönetimiyle alakalı olarak sergilenecek acziyetin nelerin üzerini örttüğü, neleri meşrulaştırdığı, bölge ve Filistin için ne tür tehditler içerdiğine dikkat çekmeye çalıştı:
“(Trump), Uluslararası Ceza Mahkemesinde soykırım suçu ile yargılanan bir katili temize çıkarmaya çalıştı. Bakın ne dedi: ‘Böylesine önemli bir günün gerçekleşmesini sağlayan, olağanüstü cesarete ve vatanseverliğe sahip bir adama teşekkür etmek istiyorum. Kimi kastettiğimi biliyorsunuz: Başbakan Benjamin Netanyahu. Bibi, lütfen ayağa kalk. Ve size söylemek isterim ki, kendisi kolay biri değil. İşi zor, ama işte bu onu büyük yapan şey. İşte onu büyük yapan bu. Çok teşekkür ederim Bibi, harika iş çıkardın.’ Bu bebek katilinin çıkardığı harika iş ne arkadaşlar: 70 bini aşkın insanın katledildiği, yüzbinlercesinin yaralandığı, milyonlarcasının evinden yurdundan edildiği, bütün bir Gazze’nin yerle bir edildiği bir soykırım! Üçüncüsü, soykırım işbirlikçiliğinin açık itirafı! Bakın ne diyor: Dünyanın en iyi silahlarını üretiyoruz ve çok sayıda var. Ve açıkçası, İsrail’e çok silah verdik. Bibi birçok kez bana, ‘Bana şunu, bunu, şunu getirebilir misin?” diye aradı. Bazılarından habersizdim, ama yaptım. [Knesset’te gülüşmeler] Ve en iyileri onlar. En iyileri. Ve siz, ama onları iyi kullandınız. İnsanları da iyi kullanmayı bilmeli ve siz çok iyi kullandınız. Sonuçta İsrail güçlü ve kudretli oldu. Bugün kutlama yaparken…İsrail Savunma Kuvvetleri ve Operasyon Rising Lion’un cesareti ve inanılmaz becerisi sayesinde. Harika iş çıkardınız. Yani İsrail, bizim yardımımızla, tüm kazanabileceği zaferleri elde etti. Kazandınız.’ Daha yüz yıl önce vatan toprağı olarak gördüğümüz bu mekanlarda neyin kutlamasını yapıyorlar bunlar arkadaşlar!”
Soru sadece salondakilere değil, tüm İslam dünyasına sorulan bir soruydu. Bunca mezalimin ardından neyin kutlaması yapılıyordu? Neler meşrulaşıyor, hangi kurumların altı oyuluyor, uluslararası hukuk ne hale getiriliyordu? Davutoğlu’ndan dinleyelim:
“Dördüncüsü, BM kararlarını yok sayarak bu kurumun içini oydu. Bütün bu şatafatlı törende BM’in adı bile geçmedi, ama BM’in sayısız kararları açıkça çiğnenerek Kudüs, Batı Şeria ve Golan tepelerindeki işgal meşrulaştırıldı!
Bakın Knesset’te Netanyahu ne dedi, Trump nasıl cevap verdi! Netanyahu dedi ki ‘Başkan Trump, Knesset sizi ve seçkin heyetinizi ebedi başkentimiz Kudüs’te karşılıyor. Bu, Kudüs’ü başkentimiz olarak tanımanız ve büyükelçiliği buraya taşımanızdan sonraki ilk ziyaretiniz. Bunun için teşekkür ederim, Başkan Trump.
Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdığınız için teşekkür ederim. İsrail ve Birleşmiş Milletler’e karşı yürütülen yalanlara karşı durduğunuz için teşekkür ederim. 2020 Barış Planınızda Yahudi halkının atalarının yurdu olan Yehuda ve Samarya’daki (yani Batı Şeria’daki) haklarımızı tanıdığınız için teşekkür ederim.’
Trump bu sözleri teyit ederken BM Genel Kurulu’nun da kendilerinin içinde olduğu BM Güvenlik Konseyi’nin de aldığı kararlarla birlikte bu kurumları da toprağa gömdü! ‘İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanımak ve büyükelçiliği buraya taşımak da sözümü yerine getirmemin bir parçasıydı. Beni Golan Tepeleri hakkında düşünmeye yönlendirdiler, bu muhtemelen İsrail için olan en büyük şeylerden biri.’
Bu sözleri aktardıktan sonra Davutoğlu, Şarm El-Şeyh’in çapını belirleyen, adeta oradaki liderlere madde madde mesajlar gönderen; uluslararası tüm kurumları ve aldığı kararları tamamen çöp eden; Kudüs, Batı Şeria ve Golan konusunda kendi sınırlarını çizen; Abraham anlaşmalarının da sağlama alınması yoluyla hangi yeni sömürgeci planın devreye sokulmak istendiğine değindi:
“Beşincisi, Bundan sonraki hedefinin Abraham anlaşması üzerinden soykırımcı İsrail’in Arap ve Müslüman ülkelerle barıştırıp bölgenin ABD uzantısı hegemon gücü haline getirmek olduğunu söyledi: ‘Ve Abraham Anlaşmalarına erken katılan dört ülkeyi söyleyebilirim… Hepinizi davet edeceğim, katılın. Bir araya gelmeliyiz.’
Altıncısı, soykırım suçu dolayısıyla İsrail’e hiçbir tazminat yükümlülüğü koymadığı gibi yeniden inşanın bütün maliyetini Arap ve Müslüman ülkelere alaycı bir dil kullanarak yükledi: ‘Çok zengin Arap ülkeleri ortaya çıktı ve ‘Büyük miktarda para koyacağız, Gazze’yi yeniden inşa edeceğiz’ dediler. Ve bunun gerçekleşeceğini düşünüyorum. Güç, onur istiyorlar. Öne çıkmak ve isimlerini söylemek istiyorlar. Bibi, çok etkileneceksin. ’Yedincisi kurmak istediği yeni sömürgeci düzeninin işlevsel yapısı olan ‘Board of Peace/Barış Kurulu’nun başkanlığını tescil ettirdi: ‘Bu çabada bir ortak olmayı planlıyorum; inanılmaz popüler bir şey yapacağız. Herkes katılmak isteyecek. İsmi “Barış Kurulu”. Güzel bir isim değil mi? Her ülke beni başkan olmam için davet etti.’
Davutoğlu’na göre tüm bu konular özenle seçilip tiyatral repliklere yayılmış ve Şarm El-Şeyh’e davet edilen liderler de aslında çoktan bu işin figüranları kılınmıştı. O, İslam dünyasının içine düştüğü bu hale de isyan ediyor ve mevcut zillet halini şu sözlerle resmediyordu:
“Trump Mısır zirvesine gitmeden önce bu konuşmayı yaparak kendi mantığını ve zihniyetini ortaya koydu. Bir anlamda, Mısır’daki zirveye gelenler ve o metne imza atanlar benim bu yaklaşımımı bilerek gelsinler, orada bana biat etsinler demiş oldu. Oraya giden Müslüman liderler de bunu bilerek gittiler ve Gazze soykırımını engellemek için hiçbir adım atmamış olmanın zilletine bir de soykırıma işbirlikçilik yaptığını bütün pervasızlığı ve şımarıklığıyla söyleyen birinin huzurunda hizaya girdiler!
Olimpos Tanrısı’nın kendisini dünyaya ‘Barış Güvercini’ gibi lanse ettiği;
İsrail denen insanlık düşmanı suç çetesinin aklanmaya çalışıldığı berbat bir senaryonun izleyicisi oldular.
Ki bu nasıl bir gaflet ve ihanettir ki uluslararası adalet divanına göre savaş suçlusu, soykırım suçlusu bir kriminal barbar az kalsın zirveye katılacaktı. Bu haber basına düşer düşmez uyarıcı bir mesaj yayınladım. Buna engel olanları tebrik ediyorum ama bunun dışında aklımızda o sözde zirveden ne kaldı sormak istiyorum.”
Netanyahu’nun Yeri Miloseviç’in, Karadziç’in Yanıdır
Tıpkı Davutoğlu’nun konuşmasında olduğu gibi yer yer duygusal vurguların da yapıldığı konuşmasında Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan da önemli olduğu kadar, tablonun sadece pembe tarafına odaklanan, resimleri büyüterek veren, iktidar adına “tarihi zaferlerin” konuşulması dışındaki konulara set çeken, Türkiye medyasında girilmekten çekinilen, analizi yapılması istenmeyen alanlarda önemli değinilerde bulundu. Konuşmasına Türkiye, Mısır ve Katar heyetlerine teşekkür ederek başlayan Babacan, iki belgenin birbirine karıştırıldığı ve bunlara ayrı ayrı bakmak gerektiğini vurgulayarak başladı:
“İmzalanan iki belge var, birbirleriyle karıştırılıyor, bunlara ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Ancak unutmayalım…Ateşkes bir zafer değildir. Bu sadece yeni bir imtihanın başlangıcıdır. Mücadele, direniş devam edecektir. Gerçek zafer; adaletin tecelli ettiği, sorumluların hesap verdiği, mazlumların acıdan alev alan yüreklerinin soğuduğu gün kazanılacaktır. Gerçek zafer, zalimlerin elleri kelepçelendiğinde, soykırımın hesabı sorulduğunda kazanılacaktır. Gerçek zafer, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen bir Filistin Devleti kurulduğunda kazanılacaktır.
Bu ateşkes geçmişin suçlarını silmez, silemez. Sizlere soruyorum şimdi arkadaşlar; Hastanelere, okullara, çadırlara uzanan katliamları unutacak mıyız? Yardım dağıtım noktalarında açlıkla mücadele eden kadınlara çocuklara açılan ateşleri unutacak mıyız? Şimdi dünya politika sahnesine yeniden uygar bir figür olarak pazarlanmaya çalışılan o şahsı; Gazze’de binlerce çocuğun, annenin, sivilin katliamından sorumlu o şahsın yaptıklarını; Netanyahu’yu unutacak mıyız? Affedecek miyiz? Affetmeyeceğiz arkadaşlar. Bu hususta Türkiye temkini elden bırakmamalıdır. Netanyahu’ya yeniden biçilmeye çalışılan ‘devlet adamı’ rolüne asla ve hiçbir koşulda göz yumulmamalıdır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarınca soykırım suçuyla itham edilmiş, hakkında insanlığa karşı işlenmiş suçlardan tutuklama kararı çıkarılmış bir katilin yeri, politika sahneleri olamaz. Netanyahu’nun yeri Miloseviç’in yanıdır. Netanyahu’nun yeri, Karadziç’in yanıdır.
“O Metin Abraham Anlaşmalarının ve İsrail Merkezli Güvenlik Mimarisinin Genişlemiş Hali”
Bu sözlerin ardından Babacan, meselenin uzmanlarının dahi bugünlerde yapmaktan imtina ettiği şekliyle, imzalanan belgenin yapı sökümüne girişti:
“Pazartesi akşamı 4 devlet başkanı tarafından imzalanan metne baktığımızda, ben kaygılandım, inanılır gibi değil. O metin Abraham anlaşmalarının genişletilmiş bir şeklini görüyoruz.
Özellikle metindeki ‘İsrail ile bölgesel komşuları arasındaki dostane ve karşılıklı yarar sağlayan ilişkiler…’ ifadesi dikkat çekici.
Gazze sorununun çözümü derken, bölgesel normalleşmenin de ötesinde İsrail merkezli bir güvenlik mimarisinin genişlediğini görüyoruz.
Protokolün içeriği ile 2020 Abraham Anlaşmaları arasındaki (Davutoğlu ve Babacan, Hz.İbrahim’in isminin arkasına saklanarak meşrulaştırılmaya çalışılan bu anlaşmaya özellikle ‘Abraham’ demeyi tercih ettiklerini ifade ettiler) arasındaki paralellikler gayet açık:
1) “Terörle mücadele” başlığı altında İsrail’in güvenlik öncelikleri merkeze alınıyor. Terör dedikleri Filistin direnişi.
2) Filistin meselesinin somut ve nihai bir çözümünden ziyade, mesele insani yardımlar ve kalkınma projeleriyle sınırlandırılıyor.
3) Başta enerji, ulaştırma ve teknoloji alanlarında entegrasyon olmak üzere bölgesel işbirliği teşvik ediliyor.
Filistin açısından baktığımızda ise protokolün hiçbir somut kazanım sağlamadığı ortada. Sayın Erdoğan ın imza attığı belgede, Filistin davasının meşruiyetinin temel referansı olan 242 ve 338 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararlarına hiçbir atıf yok. Oysa, on yıllardır bu kararların uygulanmasının mücadelesi veriliyor. Metinde Filistin meselesinin tam da özü olan ‘İşgal’ ifadesi geçmiyor bile. İki devletli çözüme, Doğu Kudüs’deki Filistin haklarına atıf yok Batı Şeria’daki Filistin topraklarını delik deşik eden yerleşkelerin adı bile geçmiyor. İsrail askerleri Gazze’de ‘kısmen’ geri çekiliyor Ateşkes sonrası işgal etmeye devam edeceği Gazze topraklarından muhtemelen hiçbir zaman çıkmama planı yapmış olmalılar Hukuken Filistin Yönetimi altında olması gereken Gazze’nin yönetimi, İsrail ve uluslararası güçler arasında paylaştırılıyor.
1967 sınırlarına dönüş, Kudüs’ün statüsü, Filistinli mültecilerin dönüş hakkı gibi meselelerin adı bile geçmiyor. Yani sözün kısası, gerçek bir barışın hiç bir parametresi ne 8 Ekim, ne de 13 Ekim belgelerinde yer almıyor.”
Babacan’a göre belgede Filistin ve Filistinliler adına bu dezavantajlar yer alırken, İsrail’in güvenliğini merkeze alan tanımlar getiriliyordu:
“Diğer taraftan, ‘bölgesel istikrar’ ve ‘ortak güvenlik’ kavramları, İsrail’in güvenliğini garanti altına alacak şekilde tanımlanmış. Yani; ortada Filistin’in değil, İsrail’in güvenlik zeminini pekiştiren bir belge var.”
Babacan, bu metinle birlikte aslında Türkiye’nin “arabuluculuk” rolü ve kazanımlarının da sümen altı edildiğini söylüyor:
“Türkiye, artık bir ‘arabulucu’ değil, ‘bölgesel güvenlik mimarisi’nin bir asli unsuru olarak imzanın altında. Buradaki ortak payda ise İsrail’in güvenlik parametreleri. İşin pazarlamasına değil, özüne bakılmalı. Amerika, önce arabulucu olmuş, ardından yükü üç ülkenin; Türkiye’nin, Mısır’ın ve Katar’ın omuzlarına bırakmıştı.”
O, “Bundan böyle, Filistin davasındaki her bir karış kayıbın faturası, bu üç ülkeye kesilecektir.” dedikten sonra ABD ve İsrail’in güvenilmezliğine atfen iktidara şu uyarılarda bulundu:
“İşte tam da bu yüzden, Türkiye’nin üzerine düşen, Trump’ın kefilliğine soyunmak değil, süreci uluslararası garanti mekanizmaları ile sağlam bir zeminde yürütmektir. O imza Filistinli kardeşlerimize karşı Trump’a verilen kefalettir. İsrail’in yeniden saldırıya kalkışmaması için uluslararası yaptırımlar da bir an önce devreye sokulmalıdır”
15 Ekim sabahı TBMM’de, Yeni Yol Grubu’nda yapılan bu iki konuşma birbirini tamamlar nitelikte olduğu gibi aynı zamanda da tarihe düşülen “uyarı kayıtları” hükmünde. Elbette sevineceğiz, elbette trajediler yaşayan, acılar çeken, açlık ve ölümle imtihan edilen milyonların hissiyatlarına tercüman olacağız ama tam da bu yüzden gerçeklerden kopmadan ve korkmadan yüzleşeceğiz. Bunu hep birlikte, başta Filistin halkı olmak kaydıyla, bölge halkı ve ülke insanımız için yapmakla yükümlüyüz. Sezar’ın hakkını Sezar’a vererek; tablonun vahametinin farkında olarak; eğriye eğri doğruya doğru misyonuna halel getirmeden, popülizmin de esiri olmadan bu konuların konuşulması ve masaya yatırılmasını sağlamalı, ortak akıl ve istişarelerle bölgesel mekanizmaların da bir an evvel oluşması için gayret göstermeliyiz.
İşte bu iki konuşma bizi bu gerçekliklerle yüzleştirme adına önemliydi. Sürecin deşifrasyonu, tercümesi, yapı sökümü her daim pembe tablolarla hamaset yelkenlerinin şişirildiği ortamlara kurban verilmemelidir. Bu ülke gerçekçi, akli, vicdani, ahlaki analizlerinden ürkmemeli, aksine istifade etmelidir. İktidar da, bu uyarılardan dersler çıkarmalı, yaş tahtaya basmamaya özen göstermeli ve bir an evvel boşlukta kalan hususlarla ilgili bölge ve dünya ülkeleriyle istişarelerini hızlandırmalıdır. Unutmayalım ki, sadece ara verdik, imtihanın farklı türleri tuzaklarıyla birlikte bizleri bekliyor.

BAHADIR KURBANOĞLU
