Sosyal Demokrasinin Avrupalı Kökleri
Günümüz Avrupa’sında sosyal demokrat siyasal partilerin ideolojik temelleri ve toplumsal konulardaki tutumlarına bakıldığında, sosyal demokrasinin erken dönemlerindeki Marksist temelin kuvvetli bir etkisinden söz etmek isabetli görünmüyor.
Marx, emeğin yeni örgütlenmesinin kurulması için tek bir yol olmadığını ifade etmiş ve işçilerin amaçlarına barışçı yöntemlerle ulaşmasının imkân dahilinde olduğu ülkeler olarak Amerika, İngiltere ve ihtimalen Hollanda’dan söz etmişti.¹ Söz konusu yaklaşım, Komünist Manifesto’da yer alan kapitalist toplumsal düzenin zorla yıkılması söyleminden farklı durmakta. Engels’in, toplumsal devrimin tamamen barışçıl ve yasal yollarla gerçekleştirilebileceği tek ülkenin İngiltere olduğu yönündeki tespiti ve ardından bu tespite yaptığı ekleme ise konunun girift boyutunu hatırlatıyor. Nitekim Engels, bu tespitinin sonrasında İngiltere’deki egemen sınıfların pro-slavery rebellion çıkarmadan bu barışçıl ve yasal devrime boyun eğmelerinin beklenemeyeceği söylüyor.²
Sosyalizmin barışçıl ve yasal araçlarla gerçekleşmesinin imkânına ilişkin tez, sosyal demokrasinin düşünsel önderi olarak ifade edilebilecek Karl Kautsky’nin temel dayanağını oluşturuyor. Esasen erken dönem Marksizm’de önemli bir yeri olan, hatta “Marksizmin Papası” olarak anılan, özellikle de Engels’in ölümünün ardından Alman Marksistleri arasında öne çıkan bir isim olan Kautsky’yi, söz konusu dönemde Lenin’i de etkileyen bir kişi olarak görmek mümkün. Bernstein tarafından temsil edilen revizyonizme karşı Kautsky, Marksizm’in daha ortodoks bir yorumunu savunmuş ve devrimci yöntemleri öncelemese de partinin devrimci karakterini vurgulamış görünüyor. Özellikle de Lenin’in Ne Yapmalı? isimli eserinde “kendiliğindencilik” olarak tanımladığı yaklaşıma yönelik eleştirilerinde Kautsky’nin etkisi belirgin. İşçi sınıfına politik bilinci dışarıdan aşılamak için siyasal mücadelenin önemini ve partinin öncü rolünü vurgulayan Lenin, bu bağlamda Kautsky’den de ilham almış. Alman sosyal demokrasisinde Bernstein tarafından temsil edilen ve ortodoks Marksizm’den büyük ölçüde uzaklaşmayı ifade eden revizyonizme karşı çıkan Kautsky’nin tutumu ile Lenin arasındaki bu örtüşme ise ilerleyen dönemde farklı bir boyuta evrilir. Nitekim süreç dahilinde parlamenter bir mücadeleyi öne çıkaran Kautsky’nin reformist tutumu, “oportünizm” ve “parlamenter alıklık” olarak etiketlenir; Kautsky, Lenin tarafından yoldaşlıktan “dönekliğe” sürülür.³
Lenin’in enternasyonal sosyalizminden farklı bir pozisyon alsa da dönemin Alman sosyal demokrasisi içinde ortodoks bir eğilimi temsil eden Kautsky ekolünden farklı olarak Bernstein ise Marksizm’in temel kabulleri karşısında daha mesafeli bir eğilime sahip. Hegelci diyalektikten arındırılmış ve İngiltere’nin evrimci geleneği ile buluşmuş bir Marksizmin imkânından söz eden Bernstein, kendisi için “nihai hedefin hiçbir şey, yolculuğun ise her şey olduğunu” belirtir. Alman sosyalizmi içinde sol kanadı temsil eden Rosa Luxemburg ise Bernstein’ın bu sözüne karşılık devrimciler için nihai hedeften daha pratik bir sorunsalın olmadığı söylemi ile cevap verir. Bernstein’ın bu sözüne dönülecek olursa, esasında burada ifade ettiği yaklaşımın, ideolojik keskinliği daha az bir siyasal pozisyona geçiş olduğu söylenebilir. Bu söylemin pratikteki sonucunun ise farklı siyasal hareketlerle, özellikle de liberallerle ittifaka açık bir sosyal demokrat hareketin vücut bulması olduğundan bahsedilebilir.
Bernstein’ın yer aldığı revizyonist çizginin temel noktasını, kapitalist ekonominin kaçınılmaz biçimde krize yol açacağı ve bunun proleter bir devrime neden olacağı biçimindeki öngörünün eleştirisi oluşturuyor. Buna göre kapitalist model içinde işçi sınıfının elde ettiği kazanımlar, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” bir proletarya olgusundan farklı bir tabloyu gösteriyor. Bu perspektif; demokratikleşme ve sosyalleşme zeminindeki reformlara dayanılarak evrimsel bir süreç dahilinde devrimin gerçekleşeceğinden söz ediyor.
Avrupa sosyal demokrasisi bağlamında farklı görüşlerin çıktığı bir zemin olarak Batı merkezli tarih okumasının ve kolonyalizmin değerlendirilme sürecinden bahsetmek de önemli. Afrika’da köle ticareti yapma hakkını kendinde gören kabilelerden ve bunun ancak Avrupa’nın uygar uluslarının müdahalesi ile engellenebileceğinden söz eden Bernstein, “uygarlığa düşman olan ırkların uygarlığa karşı ayaklanmasının” desteklenemeyeceğini, dahası bazı durumlarda buna karşı aktif bir muhalefetin gerektiğini yazar. Öte yandan kolonyalist olarak görülebilecek olan bu perspektif koşulsuz bir desteği içermez, ona göre “vahşilere” boyun eğdirmek için kullanılan yöntemlerin bir kısmına da karşı çıkılmalıdır. Bernstein’ın yaklaşımının ardından gelişen polemik sırasında İngiliz sosyalist Belfort Bax ise sömürgeleştirilmiş halklara dayatılan uygarlığın hiçbir şekilde desteklenemeyeceğini belirtir. Bax’ın yaklaşımı; kolonyalist girişimlerin “insancıl” bir biçimde bile olsa desteklenmemesi, hatta kapitalizmin iç çelişkilerini artıracağı için gerici bir karaktere sahip olsalar bile direniş hareketlerinin desteklenmesi yönündedir. Kautsky ise kolonyalizme ilerici bir rol atfetmeyi eleştirir, Batı’da işçilere güvenceler sağlayan yasal düzenlemelere karşı çıkan sanayi kapitalistlerinin sömürge topraklarında kölelik karşıtı ve hayırsever bir görünüm almasındaki çelişkiye değinir.⁴ Hindistan’da İngiliz kolonyalizminin rolüne dair Marx’ın tahlillerinin⁵ sosyal demokrat çevrelerde farklı biçimlerde yorumlanmış olduğu da düşünüldüğünde, tarihteki kolonyalist tecrübelerin analizinden günümüz uluslararası ilişkilerinde müdahaleci görüşlere uzanan bir temelde farklı yaklaşımları görmek mümkün.
Birinci Dünya Savaşı
Avrupalı sosyal demokrat hareketin kendi içinde çeşitli yollara ayrılmasına sebep olan bir etken olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan da söz etmek anlamlı olur. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi Alman sosyalizminin sol kanadında yer alan isimlerin açık bir biçimde savaş karşıtı pozisyon aldığı⁶, Lenin’in sosyal şovenizme karşı uyardığı ve devrimci yenilgicilik olarak belirtilen radikal bir tutumu savunduğu dönemde sosyal demokrat hareket içinde büyük bir kırılmanın yaşandığından söz edilebilir. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde (SPD) Friedrich Ebert’in başını çektiği grubun savaş kredisi lehine oy kullanması ve ilerleyen aşamada savaş kredisini desteklemeyen vekillerin SPD’den ihraç edilmesi, söz konusu ayrımı gözler önüne seren tarihsel hadiseyi oluşturuyor. Friedrich Ebert’in yer aldığı eğilim, marjinalleşmemek adına milliyetçilik ve ulusal burjuvazinin politikaları ile belirli bir uyumu öne çıkaran bir hattı ifade ediyor. Bununla birlikte ılımlı sosyalistlerin savaş ve militarizm konusunda yekpare bir tutum izlemediği de göz önünde bulundurulmalı. Sosyal demokrat hareketin sağ kanadında yer almasına ve söylemlerinde milliyetçi tonlar taşımasına rağmen Bernstein’ın SPD yönetiminin Birinci Dünya Savaşı döneminde savaş politikalarını onaylayan tutumu karşısında muhalif tavır alması, bu durumun bir göstergesi. Ilımlı bir sosyalist olarak Fransız Sosyalist Partisi’nin bir dönem liderliğini yapan Jean Jaurès’nin İkinci Enternasyonal’deki hâkim eğilimlere rağmen Birinci Dünya Savaşı’na karşı güçlü pozisyon alması da bu bağlamda değerlendirilmeli.
İlerleyen dönemlerde Avrupa sosyal demokrasisi içinde öne çıkan kişiler düşünüldüğünde farklı isimlerden de bahsedilebilir. 1936 seçiminde büyük bir zafer kazanan ve kapsamlı bir sosyal reform programı uygulayan Front populaire lideri, Fransa’nın ilk sosyalist başbakanı Leon Blum’a değinilebilir. Varşova gettosundaki anıtın önünde diz çökmesi ile hafızalara kazınan Alman sosyal demokrat lider Willy Brandt ya da Güney Afrika’daki apartheid rejiminin reforme edilemeyeceğini fakat elimine edilebileceğini söyleyen, Batılı bir lider olarak Küba’yı ilk kez ziyaret eden, ABD’nin Vietnam’ı ve Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgaline karşı tavır alan İsveçli sosyal demokrat başbakan Olof Palme anılabilir.
Marksist Temel
Günümüz Avrupa’sında sosyal demokrat siyasal partilerin ideolojik temelleri ve toplumsal konulardaki tutumlarına bakıldığında, sosyal demokrasinin erken dönemlerindeki Marksist temelin kuvvetli bir etkisinden söz etmek isabetli görünmüyor. Reformistlikle itham edilen Kautsky’nin çizgisi dahi günümüz sosyal demokrat siyasetine göre fazlasıyla ortodoks-Marksist bir pozisyonu ifade ediyor. Bu bağlamda birçok sosyal demokrat partiyi pratikte “sosyal liberal” olarak nitelemek doğru bir tespit olabilir. Nitekim refahın daha adil paylaşımını ve sosyal hakların önemini vurgulayan bir eğilimi liberalizmde de bulmak mümkün. Endüstrileşmenin yol açtığı şartların iyileştirilmesinden ve işçi sınıfı için sosyal güvencelerin gerekliliğinden söz eden John Stuart Mill’in yaklaşımı, erken dönem liberalizminde de bu tandansların bulunduğuna işaret ediyor.
Avrupa sosyal demokrasisi bağlamında değinilmesi gereken hususlar arasında önemli bir nokta da söz konusu partiler arasında ve partilerin kendi içlerindeki eğilim farklılıklarının gözden kaçırılmaması gerektiği. İngiliz muhafazakârlığının öncü isimlerinden Iron Lady Thatcher’ın İngiliz İşçi Partisi’nin başında Tony Blair’ın bulunması hakkında geçmişte sarfetmiş olduğu “Hayattaki en büyük başarım” sözü çok şey anlatıyor. Blair’in siyaseti ile özdeşleşen ve Anthony Giddens’ın teorisyenliğini yaptığı “üçüncü yol” çizgisi ile Labour’un ihraç edilen eski başkanı, İskandinav sosyal demokrasisine yakın Jeremy Corbyn’in siyasal tutumu ve İşçi Partisi’nin sol kanadı Momentum hareketi arasındaki farkı göz önünde bulundurmak gerek. Günümüz açısından bakıldığında da hem tarihsel ideolojik dönüşümün hem de uzun yıllara dayanan koalisyon ortaklıklarının etkisi ile merkezci politikalar izleyen Alman SPD’si, İspanya’daki diğer sol hareketlerle yakınlık kuran PSOE ya da Fransa’da merkez-sol ile radikal sol partilerin ittifakından oluşan Front Populaiere gibi oluşumların çeşitli konularda farklı politikalar izlemesi mümkün.
__
¹La Liberté Speech, 1872.
https://www.marxists.org/archive/marx/works/1872/09/08.htm
²Kapital, Cilt 1, İngilizce Basıma Önsöz, İstanbul: Yordam, 2010, s. 38.
³Lenin’in Kautsky’ye yönelik eleştirileri ve ithamları için bkz. The Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, 1918.
https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/prrk/
⁴Colonialism and Anti-Colonialism in the Second International, 18.04.2020.
https://cosmonautmag.com/2020/04/colonialism-and-anti-colonialism-in-the-second-international/#easy-footnote-bottom-9-2622
⁵The British Rule in India, New York Daily Tribune, 25.06.1853.
https://www.marxists.org/archive/marx/works/1853/06/25.htm
⁶The Main Enemy Is At Home!, Mayıs 1915.
https://www.marxists.org/archive/liebknecht-k/works/1915/05/main-enemy-home.htm
BURAK SAYGILI