Nebî, her toplumda farklı biçimlerde ortaya çıkan ama özünde aynı işlevi gören evrensel bir bilinçdışı yapıdır. Kur’ân’ın bu figürü evrensel olarak tanımlaması, arketip kuramını teyit eder niteliktedir. Böylece Jung’un psikolojik antropolojisi ile Kur’ân’ın evrensel teolojisi arasında doğrudan bir kesişim kurulabilir.

İlke olarak şahsi ibadetlerde ikinci kişilerin katkısı olmaz, ibadete ortak kabul edilmez. Öyle ki bazı fıkıh kitaplarında “abdest alırken suyu başkasına döktürmek caiz değildir” kaydı vardır. Durum böyle iken Diyanet İşleri Başkanı tarafından ibadetlerin, iyiliklerin yarışma konusu haline getirilmesi hakkındaki açıklamaları bizi hayrete düşürmüştür.

Meallerde yapılan hataları, aşırı yorumları ve zorlamaları önlemenin yolu bilimsel eleştiri kanallarını açık tutmaktan geçmektedir. Dinî bilgi üretme çalışmalarını baskı altına almadan, kurumlar üzerinde vesayet kurmadan, dinî lobicilik arzularına alan açmadan bu sorunu çözmek mümkündür. Öncelikle meallerin denetlenmesi/yasaklanması sayesinde dinî düşüncede bir birlik oluşturulacağı düşüncesinin yanlışlığı fark edilmelidir.

Kur’an’ın kendisi, Allah’ın insan aklı/vicdanı, insan dili (Arapça) ve insan (Hz. Muhammed) aracılığı ile Araplara hitabıdır. Allah, insanları düşünerek, şuurlu olarak, ikna olmuş bir vaziyette, gerekçeli olarak kendine ve peygamberinin otoritesine teslim olmaya ve itaat etmeye çağırmaktadır. Kendi önerileri, insanın vicdanına ve sağduyusuna hitap ettiği gibi; onların vicdan kapasitesinigeliştirmek, keskinleştirmek ve gümrahlaştırmak için de gayret göstermektedir.

Tanrı’nın “öldürülmesi” (Nietzsche’nin tasvir ettiği Hristiyan Tanrı), bir “istiğna”yı gizlediği gibi; bir yanı ile de bir dürüstlüğü, mertliği, cüreti, düelloyu ifade eder. Ancak Müslümanların yaptığı (Allah’ı kullanma), -bir tür kurnazlık olarak- onların yaptığından daha az kötü bir şey değildir.

Hukuk gibi en temel kavramların bile devlet elinde araçsallaştırılıp istenmeyen kişi ve gruplara karşı bir silah gibi kullanıldığı bir yerde İslam’ın bunun dışında kalacağı düşünülemez. Oysa Kitap “Sizin dininiz size benim dinim bana” demiş, bireyler arasındaki ilişkileri belli bir esasa bağlamış ve herkesin hukukunu güvenceye almıştır.

Batı insanının istiğna ve istikbârının bir sonucu olarak Tanrı’nın öldürülmesi; ruhun, vicdanın, kalbin, dinin, merhametin ve adaletin ölümüdür. Ölen “Tanrı”nın Kilise’nin yarattığı Tanrı imgesi olduğunda kuşku yoktur.

Dinsizler, arzuların ve içgüdülerin içine karışmış olduğu bir “akıl” kavramı/tapınımı ile kendilerini kandırırken; dindarlar da yorum yolu ile oluşturdukları bir “Tanrı” veya “hakikat” imgesi ile kendilerini kandırabilmektedirler. Dinsizler ve dindarlar için de ortak çıkış yolu, sürekli tetikte olmak, teyakkuzda olmak, kül yutmamak, uykusuz olmak, eşikte durmaktır.

Eğitim, kültür, sanat, mimari, din, bilim, hukuk ve siyaset, toplumsal hayatı sağ-salim sürdüren ocaklardır. Eskiden bu “ocak”lar bir biçimde “tütüyordu”, yani duman çıkarıyordu. Şimdilerde ise dumanları azaldı ve külleri çoğaldı… Marifet, meziyet, Müslüman olmak, insan olmak; ocak kurmak, ocak yakmak, ocak tüttürmek, tütmesi için odun atmak ve üflemektir; ocak söndürmek değil.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.