Toplumun Psikolojik Ekseni ve Siyaset
Toplumun, duygulardan ekonomik güce kadar çok farklılaştığı ve bireylerin giderek kendini güçsüz hissettiği bir durumda gözler yine siyasete, siyaset aktörlerine dönüyor. Sorunların üzerine kararlılıkla giden ve uzun vadeli çözümler üreten politikalara ihtiyaç artıyor. Tam da bu nedenle ikircikli, net olmayan eski siyasi alışkanlıklar yerine; cesaret ve kararlılıkla toplumun refah, güvenlik, esenlik, eşitlik, adalet talebine cevap vermenin ve bu yolda atılacak adımlara toplumu da dahil etmenin vaktidir.
Panorama TR’nin Odak bölümünde bu ay geride bıraktığımız yılın duygusuna odaklanılmış. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nebi Sümer’in katkılarıyla hazırlanan bölümdeki veriler; genel itibarıyla 2024’ün, Türkiye toplumunun duygusal ve ekonomik zorluklarla sınandığı bir dönem olduğuna işaret ediyor. Katılımcıların en ortaklaştığı duygu, 2024 yılının kötü bir yıl olduğu. Ekonomik ve hukuki eşitsizliğin damgasını vurduğu bir yıl olmasının yanı sıra bu kadar kötü hissedilmesinin diğer bir sebebi ise; suyun çürüdüğü hissini oluşturan tanıklıklar.
Araştırmada, geçtiğimiz yılın en üzücü olayı sorusunda bu tanıklığın izleri yer alıyor: “Katılımcıların 2024 yılında yaşanan en üzücü olaya verdiklerini yanıtlar incelendiğinde de ilk sırayı kadın/çocuk cinayetleri ve istismar vakalarının aldığı görülmektedir. Ağustos ayında 8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesi ve 19 yaşlarındaki İkbal ve Ayşenur cinayetleriyle birleştirildiğinde katılımcıların üçte biri ülkede yaşanan kadın ve çocuk cinayetlerinin en üzücü olay olduğunu düşünmektedir. Ekonomik kriz yüzde 13 ile ikinci sırada gelmektedir.” Araştırmaya katılanların yüzde 13’ü 2024’ün ekonomik krizden ve geçim sıkıntısından dolayı zor geçtiğini; artan işsizlik, kira oranları ve emekli maaşlarının yetersizliğini vurguluyor. Üçüncü sırada ise depremin etkilerinin giderilmeyişi yer alıyor.
Toplum, hayatından memnun olanlar veya olmayanlar olarak ikiye ayrılmış görünüyor. Ancak memnun olanların oranının çok yüksek olmaması, mutluluğun içsel olmasından öte aidiyetlerle ilgili ve yüzeysel olduğunu gösteriyor. Değerlendirmede bu konu şu şekilde yorumlanmış: “Genel duruma bakıldığında, toplumda mutsuzluğun daha derin, mutluluğun ise daha yüzeysel olduğu anlamına gelir. Örneğin, dört seçenekle sorulan ‘Hayatınızdan genel olarak memnun musunuz?’ sorusunda katılımcılar ‘memnun olanlar’ ve ‘olmayanlar’ diye ikiye ayrıldığında oranlar birbirine yakınken, grupların kendi içinde ‘Hiç memnun değilim’ diyenlerin oranı (yüzde 21,6) ‘çok memnunum’ diyenlerden (yüzde 8,5) neredeyse üç kat daha fazladır. Benzer örüntü beş aralıklı sorulan bütün ölçeklerde görünmektedir. Katılımcılar neredeyse bütün ‘olumlu’ sorularda orta noktalarda, ‘olumsuz’ sorularda ise uç noktalarda değerlendirme yapmıştır. Psikolojik esenliğin düşüklüğü, WHO-5 ve olumlu-olumsuz duygularla ölçülen psikolojik esenlik düzeyine bakıldığında daha açık görülmektedir. WHO-5 ile sorulan beş sorunun toplamı ile değerlendirildiğinde, toplumun yüzde 43’ünün psikolojik iyilik halinin düşük olduğu, daha kötüsü ise toplumun dörtte birinin (yüzde 24,8) depresyon eğilimine yakın düzeyde psikolojik iyilik halinin bozulduğu bulunmuştur.” Olumsuz duyguların daha baskın olduğunun belirlendiği araştırma, en yüksek düzeyde yaşanan duyguların kızgınlık (yüzde 46,9) ve üzüntü (yüzde 44,4) olmasının, psikolojik durumun genel bir memnuniyetsizliğin ötesine taşınarak öfkeye ve duygusal çöküntüye evrilme eğilimine işaret ettiğini de vurguluyor.
Ekonomik ve Politik Ayrışmanın Gölgesinde
Araştırmanın diğer bir yönü, siyasetten ekonomiye birçok konuda olduğu gibi duygusal olarak da kutuplaştığımıza işaret etmesi. Bu yönüyle iktidar seçmeni ve gelir durumu iyi olanların diğerlerine göre hayatlarından daha memnun olduğu görülüyor. Psikolojik esenlik üzerindeki en büyük etkenlerden biri, gelir düzeyleri arasındaki derin uçurum. Alt gelir gruplarında yaşayanların psikolojik iyilik hali, üst-orta ve yüksek gelir gruplarına göre dört kata kadar daha düşük. Hayattan hiç memnun olmayanların oranı, düşük gelir gruplarında yüzde 33’e kadar çıkarken, bu oran üst gelir gruplarında yüzde 9’da kalıyor. Kadınlar, düşük eğitim düzeyine sahip bireyler ve 55 yaş üzerindekiler, psikolojik esenlik açısından daha dezavantajlı gruplar olarak dikkat çekiyor. Ancak bu farklılıklar, gelir ve siyasi aidiyet gibi unsurlarla karşılaştırıldığında daha az belirgin hale geliyor. Mutsuzluğun tek nedeni ekonomi değil. Siyasi parti tercihleri de psikolojik iyilik halini etkiliyor. AK Parti seçmenleri kendilerini büyük oranda memnun ve mutlu olarak tanımlarken, muhalefet seçmenleri arasında memnuniyetsizlik ve kızgınlık oldukça yaygın. Bu, politik aidiyetlerin bireylerin duygusal durumlarına nasıl yansıdığını gösteriyor. Özellikle CHP ve DEM Parti seçmenleri arasında derin bir kırgınlık ve öfke olduğu dikkat çekiyor.
2024’ü bu duygularla geride bıraktık. 2025’in ilk günlerinde hem ülkemizde hem de dünyada karmaşık ve bir o kadar da kırılgan ama aynı zamanda küresel ölçekte istikrarın sağlanması için kalıcı adımların atılabileceğinin işaretlerinin olduğu bir dönem görünüyor. Bugün uluslararası arenada karşılaştığımız sorunlara baktığımızda, demokrasi ve hukuk devletinden ekonomik eşitsizliklere, krizlerden güvenlik endişelerine uzanan geniş bir yelpaze karşımıza çıkıyor. Türkiye için bu gerçekler, küresel bağlamda ele alınması gereken konularla birlikte, ülke özelindeki özgün sorunların da çözümüne yönelik bir yol haritası gerektiriyor. Toplumun, duygulardan ekonomik güce kadar çok farklılaştığı ve bireylerin giderek kendini güçsüz hissettiği bir durumda gözler yine siyasete, siyaset aktörlerine dönüyor. Bu dönemin gerekliliklerini anlayan, sorunların üzerine kararlılıkla giden ve uzun vadeli çözümler üreten politikalara ihtiyaç artıyor. Tam da bu nedenle ikircikli, net olmayan eski siyasi alışkanlıklar yerine; cesaret ve kararlılıkla toplumun refah, güvenlik, esenlik, eşitlik, adalet talebine cevap vermenin ve bu yolda atılacak adımlara toplumu da dahil etmenin vaktidir.
EMİNE UÇAK ERDOĞAN