“Erkinlik Marşı”nın Kabulünün 104’üncü Senesinde Ozan Mehmet Akif’i Anmak
İstiklâl Marşı’nın adını değiştirmek basit bir dil değişikliği değildir. Asıl maksat marştaki ruhî derinliği, maneviyatı değiştirmektir. Bunun için ilk iş olarak dilden başlamışlardır.

Başlığı “İstiklâl Marşı’nın Başına Gelenler” diye düşünmüştüm. Fakat orijinal (!), yenilikçi anlayışı (!) gösteren en güzel örnek “Erkinlik”e yazık olmasın (!); bu büyük buluşu (!) herkes öğrensin diye başlığı böyle koydum. Aradan bir asır geçmesine rağmen İstiklâl Marşı’nın hâlâ ‘bilinmeyen’, ‘az bilinen’ yönlerinin olması ne tuhaf değil mi? Safiye Erol’ün Ülker Fırtınası romanını ikinci kez okuyuncaya kadar doğrusu ben de atlamışım. (Demek ki her kitap her yaşta okunmamalı; meraktan başka yaş, bilgi ve dikkati de önemsemeliyiz.)
“İstiklâl”den kimler, neden rahatsız olmuşsa; marşın kabulünü izleyen 10 yılda kelimeyi atmışlar ve yerine “Erkinlik” getirmişler. (Neden yasaklamamışlar hayret doğrusu!)
1941 doğumlu Erkin Koray’a isim olarak verildiğine ve Safiye Erol da kitabının 1944’teki birinci baskısında kullandığına göre “Erkinlik Marşı” o yıllarda en azından bazı çevreler tarafından biliniyor olmalıdır. Kelimenin tedavüle girişi daha eski olmalı ki TDK tarafından 1945’te yayımlanan ilk Türkçe Sözlük “Erkin”e şu karşılıkları vermiş: “Başkasının baskısı ve yasağı altında olmayan, serbest, başkasının kölesi olmayan, hür”; “Erkincilik: Halk, hükûmet idaresine karşı olabildiği kadar erkinlik vermeği doğru bulan politika görüşü, devletçilik ve yetkecilik karşıtı”; “Erkinlik: Erkin olma hali, hürriyet”.
Görüldüğü gibi “İstiklâl” mânâ olarak yer almıyor.
Erkinlik, 30’lu yılların bütün resmî yazışmalarında ve gazetelerde de geçiyor. Bir yüksek lisans tezinin (Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Ulusal Bayramlar ve Önemli Günler (1908-1950 Mersin- Kasım-2019. Hz. Behiye Evirgen) 1935, 30 Ağustos kutlamaları hakkındaki aktarımında “…kıtalar ve örgüt teftiş edilip erkinlik marşı çalınmıştır” denmektedir.
“İstiklâl”in “Erkinlik” olduğu dönem; “aciz” yerine “eksin”in, “muhallet” yerine “kalı”nın kullanıldığı dönemdir ve yazarlar, devlet adamları “Amir adil olmalıdır” yerine “Buyurman tüzemen olmalıdır”, “Rüşvet alan memura acımak halka zulümdür” yerine “Alımsak işyarlara acımak budunu kıyınçtır” gibi sözler yazıp konuşmaktadır.
Köken itibarıyla “er”den mi yoksa “erk”ten mi türetildiği anlaşılmayan yeni kelimeyi kim icat etti bilmiyoruz. Ergenliği geç bulmuş yeni ergenler olduğu anlaşılıyor! Dönem “biz yaptık oldu” dönemi olduğu için “bağımsızlık, özgürlük, hürriyet” anlamlarını aynı anda karşılayan “İstiklâl”e tam kıyamamış olmalılar ki İstiklâl Savaşı’na Erkinlik Savaşı diyememişler. Çünkü o zaman 21 Kasım 1923’te Mustafa Kemal’e tevdi edilen İstiklâl Madalyası’nın karizmasını çizmiş olacaklardı.
Sonuç itibarıyla İstiklâl Marşı’nın başına gelenleri şöyle özetleyebiliriz:
Darbeye Gerekçe Gösterilen İstiklâl Marşı
İstiklâl Marşı’nın okunmaması, okunmasının engellenmesi, marş okunurken gösterilmesi gereken saygının vücut diline yansıtılmaması; 12 Eylül darbesinin gerekçelerinden biridir. Darbeye gerekçe üretsin diye 12 Eylülcülerin bir plan yaptıkları anlaşılıyor. 27 Ağustos 1979 Pazartesi günlüğüne şöyle yazıyor Kenan Evren:
“Ordunun tansiyonunu kontrolde tutmak gittikçe güçleşiyor. (…) Ekonomik durum bir yana, ODTÜ’de öğrencilerin İstiklâl Marşı’na ayağa kalkmamaları, marş bittikten sonra kalkıp Enternasyonal Marşı’nı söylemeleri gibi olaylar karşısında hiç olmazsa yaklaşan ara seçimlere kadar sakin olmaları ve bizim müdahaleyi düşündüğümüzü bilip sabırla beklemeleri açısından, zafer haftasından yararlanarak bir mesaj yayımladım.”
ODTÜ’deki bu olay yetmez, dincileri (!) de bu işe katalım projesini devreye alan 12 Eylülcüler MSP’nin Konya’da düzenlediği Kudüs Günü’nde de bir provokasyon yaparlar. İstiklâl Marşı okunurken birileri oturur. Bu kişileri parti çevresinden kimse tanımamaktadır. Daha sonra yakalanamazlar. Ancak MSP, İstiklâl Marşı’na saygısızlık yapmakla suçlanır. 12 Eylül’ü izleyen günlerde bu görüntüler sık sık yayınlanmıştır. Erbakan Hoca ve MSP yöneticileri bu davadan beraat ettiler.
Copla Söyletilen İstiklâl Marşı
12 Eylül darbecileri darbe gerekçesi olarak İstiklâl Marşı söylenirken oturan kimliği meçhul kişilerle yetinmemiş, tutukladıkları kişileri yüksek sesle, 10 kıtayı koro halinde okuma cezasına çarptırmış ve coplamıştır. Zamanın MHP’sinde önemli mevkilerde bulunan ve Mamak’ta tutuklu Rıza Müftüoğlu Copların Askerleri adlı hatıralarında şöyle diyor:
“Sabah altıda kalkıyorduk. Bir kere sayıma çıkıyorduk. Her gün bir saat süren beden eğitimi ve koşu yapıyorduk. Tabii coplar ve komutlarla beraber. Marş söyleme saatlerimiz oluyordu. Bazen marşları yüksek sesle okumadığımız gerekçesiyle coplanıyorduk. Zaten Mamak’ta coplanmak için her zaman bir sebep vardı.” (s.57)
Mahkemede Yasaklanan İstiklâl Marşı
Rıza Müftüoğlu anlatıyor:
“Mahkeme salonu yeni yapılmış büyük bir barakaydı. 587 sanık vardı. (…) Hemen hemen her sıranın iki başında iki asker duruyordu. (…)Türkeş ve arkadaşları en son getirildiler. En önde Türkeş görüldü. Sonra hiç kimsenin beklemediği bir olay oldu. İstiklâl Marşı okunmaya başlandı. Herkes ayağa kalktı. Herkes İstiklâl Marşı’nı okumaya başladı. Ama nasıl? Var gücüyle. Ve gözlerden akan yaşlarla. Ne olduğunu anlamayan askerler de dışarıda dikkat komutu çekerek hazır ola geçmişlerdi. Mamak’ta bir mânâ yaşanıyordu. Bir tepki. Bir isyan. Bir uyarı. Bir bağımsızlık aşkı. Ülkücülerin Mamak’ta toplu olarak yaptıkları tek eylem buydu.
(…) Mamak’ta her sayımda tutuklulara toplu olarak İstiklâl Marşı okuturlardı. Okumayan coplanırdı. Yüksek sesle okumayan da coplanırdı. Ancak MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın ilk mahkeme gününde İstiklâl Marşı okuduğumuz için o günden itibaren tam on gün Mamak’ta İstiklâl Marşı okutmadılar. İstiklâl Marşı okumak yasaklanmıştı. Mamak’ta askerî yönetim altındaki idarenin en çarpıcı olaylarından biri de buydu. Yüksek sesle dahi okumayanların coplanmasına sebep olan İstiklâl Marşı şimdi MHP’lilerce mahkeme salonunda emir dışı okunduğu için yasaklanıyordu (…) Birkaç gün sonra koğuşlara, içinde çeşitli soruların olduğu bir teksir kâğıdı dağıtıldı. Hepimizden yazılmış soruların cevaplandırılması istendi. Sorular şunlardı: ‘İstiklâl Marşı okudunuz mu? Okudunuzsa niçin okudunuz? Önce kim İstiklâl Marşı okumaya başladı?’ Bu eylemi kimlerin başlattığı öğrenilmek isteniyordu. Hiç kimse isim yazmadı. Herkes ‘İstiklâl Marşı okunuyordu, ben de ayağa kalktım ve okumaya başladım’ şeklinde cevaplar vermişti. Sorgudan bir netice çıkmadı.”
İstiklâl Marşı’nın başına gelenler bunlarla sınırlı değildir. Mesela marşın tahrif edilip edilmediğinden tutunuz, laikliğe aykırılığına kadar birçok spekülasyon yapılmıştır. BMM’de Millî Mücadele sonuçlanmadan önce kabul edildiği için değiştirilmesini göze alamayanlar alternatif İstiklâl Marşı olsun diye Onuncu Yıl Marşı’nı öne çıkarmışlardır. Bu anlayış hâlâ varlığını sürdürmektedir. Dönemin kayıtlarından anlıyoruz ki İstiklâl Marşı’nın başına gelen diğer bir felaket adının değiştirilmesidir.
İstiklâl Marşı’na “Erkinlik Marşı” diyenler Mehmed Akif’e “şairliği” çok görmüş, bazıları onun şair olmadığını, dolayısıyla Safahat’ın bir şiir kitabı olmadığını söylemiştir. Ve Akif’i “Ozan” olarak isimlendirmişlerdir. Dili arılaştırmak amacıyla halk arasında “Saz eşliğinde, diyar diyar dolaşarak şiir söyleyen kişi” anlamında Akif’ten “Ozan” olarak bahsetmişlerdir. Ozan, Arapça “şuur”dan türetilmiş şiir ve şaire karşı yerleştirilmeye çalışılmış bir kelimedir.
Sadece Akif değil, Yunus Emre, Mevlânâ gibi arif şairlerin de TV programlarında, ders kitabı ve antolojilerde “Ozan” olarak bahsedildiğinin tanığıyım.
İstiklâl Marşı’nın adını değiştirmek basit bir dil değişikliği değildir. Asıl maksat marştaki ruhî derinliği, maneviyatı değiştirmektir. Bunun için ilk iş olarak dilden başlamışlardır.
Yukarıdan beri sıraladıklarımız içinde marşın başına gelen en büyük felaket onun diline yapılan müdahaledir. İkincisi, İstiklâl Marşı’nı kabul eden BMM üyeleri daha hayatta iken buna cüret edilmesidir.
Yaşasaydılar sormak isterdim. O ‘arı dil’ ile İstiklâl Marşı yazılabilir miydi? Çünkü erkinlik tek başına olmayacağına ve metnin bütünündeki diğer kelimelere de sirayet edeceğine göre ortaya nasıl bir marş çıkacaktır?
Altı şiş üstü kebap kabilinden; isim ile muhteva uymuş mu diye baktınız mı hiç? Marşı, Akif değil de bir başkası yazsa idi yine müdahale eder miydiniz? M. Kemal bu yeni icada ne derdi? Madem böyle bir “dilbilimsel keşifte” bulundunuz bundan niye vazgeçtiniz?
Cevapsız kalan bu soruları geçiyor ve milli mutabakat metnimiz İstiklâl Marşı’nın ruhaniyeti içinde şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anıyorum.

KÂMİL YEŞİL
