Küresel Güneyin Stratejik Özerkliği: Stratejik Bağlantısızlığın Yükselişi
Trump’ın ikinci döneminde Amerika önemli olmayı sürdürüyor. Ancak dünyada giderek artan sayıda ülke artık ABD’yi beklemiyor. ABD hala liderlik edebilir; ama sadece dinleyerek, dünyanın yeni diplomatik masasına katılmak, masanın sahibi olmayı talep etmemek kaydıyla.
Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, Rio de Janeiro’daki Itamaraty Sarayı’nda sessizce kadeh kaldırdı. Amerika karşıtı bir söylem yoktu, meydan okuyan açıklamalar yoktu. Sadece “dayatmasız işbirliği” çağrısı vardı. Zaten BRICS liderlerinin 6-7 Temmuz 2025’de zirve için bir araya gelmesinin verdiği mesaj da açıktı: Biraradalığın nedeni ABD’nin yerini almak değil, ABD’den ayrı bir alan yaratmakla ilgili.
Başkan Trump’ın ikinci döneminde küresel diplomasi çatışmaya dönüşmüyor. Daha sessiz, daha bilinçli ve belki de daha kalıcı bir şeye, stratejik bağlantısızlığa, kayıyor.
Bunlar Soğuk Savaş rekabetine dönüş anlamına gelmiyor. Politika yapıcıların çoklu hizalanma ya da daha açık bir ifadeyle aktif bağlantısızlık olarak adlandırdıkları şeyin yükselişine işaret ediyor. Brezilya’dan Cakarta’ya, Ankara’dan Nairobi’ye, hükümetler artık dış politikalarını sadakat etrafında değil, nüfuz çerçevesinde şekillendiriyor.
Bu devletler bloklara dayalı alternatifler oluşturmak ya da rakip güçlere bağlılık yemini etmek yerine sahadaki rollerini oynuyorlar. Yararlı buldukları yerlerde Washington’a, stratejik buldukları yerlerde Pekin’e angaje oluyorlar ve aralarında yeni yatay ittifaklar kuruyorlar. Bu Amerikan karşıtlığı değil, stratejik esneklik.
Rio de Janeiro’daki son BRICS zirvesi sessiz ve zarif bir gösteriydi. Kimileri zirvede havai fişekler ya da Batı karşıtı cesur bir manifesto bekliyor olsa da zirve sonunda yayınlanan 31 sayfalık “Rio de Janeiro Bildirisi”, BM ve Bretton Woods kurumlarında reform, etik yapay zekâ yönetişimi ve iklim finansmanının arttırılması çağrısında bulunurken, İran’a yönelik saldırıları kınadı ve Gazze’de ateşkesi destekledi. Bildiri fark edilebilir bir biçimde ABD karşıtı söylemlerden uzaktı.
Zirveye ev sahipliği yapan Lula, bloğun felsefesini netleştirdi: BRICS’in bir çatışma aracı değil, 1955 Bandung Konferansı’ndan ilham alan bir reform platformu olduğunu savundu. Büyük güçler arasında “eşit mesafeyi” vurgulayarak Brezilya’nın bağlantısız duruşunu bir kez daha teyit etti.
Brezilya’nın tutumu dengeyi yansıtıyor. Çin ve Rusya’ya ev sahipliği yaparken ve BRICS üyeliğini Mısır, Etiyopya, Endonezya, İran ve BAE’yi (ortak olarak Suudi Arabistan ile birlikte) kapsayacak şekilde genişletirken, Trump’ın gümrük vergisi taleplerine karşılık vermeden direniyor. Hindistan’ın tutumu da kararsızlığı yansıtıyor. Başbakan Narendra Modi’nin hükümeti Washington ile savunma iş birliğini derinleştirmeye devam ederken, “önce insanlık” yaklaşımıyla 2026 BRICS zirvesinin başkanlığını üstlendi ve Brezilya ile ikili ticareti üç katına çıkarma sözü vermek de dahil olmak üzere Çin ve BAE ile ticareti güçlendirdi. Yeni Delhi dış politikasını artık “konu temelli angajman” yani ideolojik bir bağlılık olmadan pragmatik bir şekilde kendini korumak olarak tanımlıyor.
Türkiye de bir başka örnek teşkil ediyor. NATO üyesi olmaya devam eden ve ABD’nin askeri alımlarına katılan Ankara, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı Rio’ya göndererek Türkiye’nin BRICS ile daha derin bir işbirliği içinde olmasıyla ilgilendiğini teyit etti. Türk yetkililer diplomasilerini “çok yönlü” olarak tanımlıyor ve sabit bir bağlılık olmadan Brüksel’den Bakü’ye nüfuz inşa ediyor.
Çok yönlülük artık bir söylenti değil. Münih Güvenlik Raporu 2025’e göre, ankete katılan Küresel Güney politikacıların yüzde 57’si artık diplomasilerini “çok yönlü” olarak tanımlıyor (Bu da 2020’den bu yana 21 puanlık bir artış olduğunu gösteriyor). Bu hükümetler ABD’yi reddetmiyor ya da rakiplerini kucaklamıyor. Çıkarlarını çeşitlendiriyor, yeniden ayarlıyor ve ayrıştırıyorlar.
Peki neden şimdi? Bu sorunun cevabı Trump’ın ikinci döneminin yarattığı gerçeklikte. Trump’ın dış politika kararları, uzun süredir müttefik olan ülkeler arasında bile, belirsizlik, sürtüşme ve stratejik risk azaltma çabalarını tetikliyor.
İlk olarak Trump, göreve geldiği ilk gün ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan çıkardı. Amerikan endüstrisi üzerine fazla yük bindiği gerekçesine yaslanan bu hamle, küresel iklim diplomasisinde şok etkisi yaratarak milyarlarca dolarlık iklim finansmanının durmasına yol açtı ve ortak karbonsuzlaştırma çabalarını sekteye uğrattı. BRICS ise, buna karşılık olarak, Küresel Güney iklim hedeflerini desteklemek için gelişmiş ülkelerden 2035 yılına kadar yıllık 300 milyar dolar talep etti.
Trump yönetimi, ikinci olarak da, aralarında Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Avrupa Birliği’nin de bulunduğu 12 ülkeden ithal edilen çelik ve alüminyuma uygulanan Bölüm 232 gümrük vergilerini yeniden yürürlüğe koydu. Nisan ayına kadar gümrük vergisi oranları yüzde 25 ile yüzde 35 arasında değişerek diplomatik protestoları harekete geçirdi ve ticari misillemenin ilk işaretini verdi.
Üçüncü olarak Trump, ABD’nin Dünya Bankası’nın temiz enerji kredi platformuna katkılarını durdurdu. Amerika’nın kalkınma finansmanı normlarını şekillendirmedeki rolünü askıya aldı ve Küresel Güney ülkeleri arasındaki alternatifleri hızlandırdı.
Dördüncüsü, NATO üyesi olmayan ülkelere yönelik diplomatik yardımları dondurdu ve bu ülkeleri işlem doktrini kapsamında “güvenlik avantacıları” olarak nitelendirdi. Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki hükümetler de bu duruma karşılık olarak bölgesel çözümlere ve ortaklıklara yöneldi.
Beşinci ve belki de en istikrarsızlaştırıcı olanı da bizzat Trump’ın gümrük tarifesi stratejisi oldu. 6 Temmuz’da, 1 Ağustos’tan itibaren geçerli olmak üzere tüm BRICS ithalatına yüzde 10 gümrük vergisi getirdiğini açıklayan Trump, ikili anlaşmaların başarısız olması halinde gümrük vergisini yüzde 25 ila yüzde 40’a, BRICS ülkelerinin dolar kullanımını azaltması halinde ise yüzde 100’e çıkarma tehdidinde bulundu. Brezilya’ya zirveye ev sahipliği yaptığı ve ABD teknoloji firmalarına “saldırdığı” iddiasıyla yüzde 50 gümrük vergisi uygulandı. “Tarife Günü” olarak adlandırılan revize edilmiş ticaret protokolleri için 9 Temmuz olarak belirlenen son tarihin 1 Ağustos’a uzatılması acil müzakerelere ve sermaye kaçışına yol açtı.
IMF’nin son tahminlerine göre, ABD’ye doğrudan yabancı yatırım girişi 2025’in ilk çeyreğinde yüzde 6,1 azaldı. Bu arada Vietnam, Japonya ve Meksika, ABD yaptırımlarına maruz kalmayı azaltmak için bölgesel para birimi ve ticari korunma mekanizmaları konusunda görüşmeler başlattı.
Küresel Güney ülkeleri, tüm bunlara cevap olarak, giderek daha fazla birbirlerine yöneliyor. Bu ABD’ye karşı düşmanlıktan değil, zorunluluktan kaynaklanıyor. Kenya ve Hindistan ortak bir iklim kredisi platformu başlattı.
Meksika ve Kolombiya, dolar üzerinden takas sistemlerini devre dışı bırakarak Çin ve BAE ile yatırım anlaşmalarını genişletti. Çin ve Vietnam demiryolu işbirliğini ilerletme konusunda anlaşırken, Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri Brezilya’nın “Tropik Ormanlar Sonsuza Kadar” Fonu’na yatırım sinyali verdi. Yeni Kalkınma Bankası tarafından başlatılan BRICS Çok Taraflı Garanti mekanizması, altyapı ve iklim yatırımlarını artırmayı hedefliyor.
Geleneksel Batılı müttefikler bile pozisyonlarını yeniden gözden geçiriyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı bir iç yazışmasında, Washington’un ortaklık teklifinin daraldığı uyarısında bulunuldu. Fransa, Brezilya ve Mısır ile stratejik egemenlik diyaloğu topladı. Bunlar ittifakların çözüldüğünü değil dönüştüğünü gösteriyor.
Geçtiğimiz ilkbaharda ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi önünde verilen ifadeler bu eğilimi bir kez daha doğruladı. Hoover Enstitüsü’nün kıdemli araştırmacılarından Joseph Ledford “Washington’un sadakate olan bağımlılığı lider olma vasfını geride bıraktı.” diyor.
İşte bu yeni devrin özü bu: Stratejik özerklik ideolojik değildir. Uyum sağlamaya yönelik. Hükümetler bağımlılığa direniyor, ilişkilere değil. Münhasırlığı reddediyorlar, etkileşimi değil.
Bunların hiçbiri Amerikan karşıtı bir blok anlamına gelmiyor. Küresel Güney çatışma istemiyor. Ortak yönetim istiyor. Bugün küresel nüfusun yüzde 45’ini ve GSYH’nin yüzde 35’ini temsil eden BRICS’in genişlemesi Soğuk Savaş’ın bir tekrarı değildir. BRICS kutuplaşma değil çoğulculuk forumudur.
Bu da bir fırsat. ABD için mesele rekabet değil, uyumluluk. Washington, karşılıklı saygı ve kurumsal reform temelinde çok kutuplu diplomasiyi benimseyebilirse, liderlik için gerekli araçları elinde tutmayı sürdürebilir. Ancak istikrarsızlık sunarken bağlılık talep etmeye devam ederse, düşmanları tarafından değil ama kayıtsızlıkla kenara itilme riskiyle karşı karşıya kalır.
Trump’ın ikinci döneminde Amerika önemli olmayı sürdürüyor. Ancak dünyada giderek artan sayıda ülke artık ABD’yi beklemiyor. ABD hala liderlik edebilir; ama sadece dinleyerek, dünyanın yeni diplomatik masasına katılmak, masanın sahibi olmayı talep etmemek kaydıyla.
Bu yazı The Hill sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
IMRAN KHALID