Çocuklarda Obezite Pandemisi

Çocukların etrafı fast-food kültürü ve ultra-işlenmiş gıdalarla kuşatılmış durumda. UNICEF, artık obezitenin yetersiz beslenmeyi geçtiğini ortaya koyuyor. Sorunun kaynağı ucuz, yaygın ve agresif pazarlanan işlenmiş gıdalar ile yetersiz yasal düzenlemeler. Gıda endüstrisi “bireysel tercih” söylemiyle sorumluluğu çocuklara ve ailelere yüklüyor ama uzmanlara göre hiçbir spor, bu ürünlerin metabolik ve bilişsel yıkımını telafi edemez.

çocuklarda obezite

Geçenlerde Güney Afrika’dan bir haber düştü önüme. McDonald’s, iki devlet okuluna sırt çantası şeklinde katlanabilen rengârenk sıra ve tabureler hediye etmiş. Başta kulağa hoş geliyor, değil mi? Ama küçük bir detay var: Çocuklar ders çalışırken de çantalarını sırtlarına takarken de o dev “M” logosuna bakmak zorunda. Yani sınıfa çocukların sırtında fast food kültürü de girmiş oluyor. Bir nevi “Bu filmde ürün yerleştirme bulunmaktadır”. 

 

UNICEF’in 10 Eylül günü yayımladığı “2025 Child Nutrition Report – Feeding Profit: How Food Environments Are Failing Children” (2025 Çocuk Beslenmesi Raporu – Karlılığı Beslemek: Gıda Ortamları Çocukları Nasıl Mağdur Ediyor?” başlıklı son raporu bu örneğin tesadüf olmadığını söylüyor. 

 

Çocuklar artık sadece televizyon reklamlarında değil, sosyal medyada, oyunlarda, spor müsabakalarında, hatta okul sıralarında bile işlenmiş gıdaların hedef kitlesi. Ve sonuç ortada: 5 ila 16 yaş arasındaki her 5 çocuktan biri fazla kilolu. Bu da, 391 milyon çocuğa karşılık geliyor. Üstelik bu sayı 2000 yılından bu yana ikiye katlandı. Daha da çarpıcı olanı, okul çağı çocuklarında ve ergenlerde obezite artık yetersiz beslenmeyi geçmiş durumda. Yani 21. yüzyılda çocukluk çağı malnutrisyonunun yeni görüntüsü, aşırı kilo şeklinde karşımıza çıkıyor. 

 

Çocukların çevresi sağlıksız gıdalarla kuşatılmış durumda. Dünya genelinde şekerli içecekler, cips, fast-food gibi ultra-işlenmiş ürünlerin çocukların yaşam alanlarına, evlerine, okullarına ve çevrimiçi ortamlarına yayılması, beslenme düzenlerini bozan başlıca etkenlerden. Bakkaldan zincir marketlere, okul kantininden sosyal medyaya kadar her yerde ucuz, yağlı, şekerli ve tuzlu yiyecekler var. Ekran başındaki çocukların üçte ikisi haftada en az bir kez bu ürünlerin reklamına maruz kalıyor. 

 

İşin acı tarafı, bu “sağlıksız gıda tsunamisi” artık sadece zengin ülkelerde değil; aşırı kilo alma ve fazla kilolu olma durumu, hâlâ beslenme yetersizliği sorunu olan ülkelerde bile hızla artıyor, Afrika’dan Asya’ya düşük gelirli ülkelerde hızla yayılıyor. Bugün fazla kilolu çocukların % 80’i düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşıyor. Bu durum hem sağlık açısından hem de psikososyal ve ekonomik açıdan ağır sonuçlar doğuruyor. Uzun vadeli hastalık riskleri, sağlık sistemine yük, ailelerin maddi ve manevi baskısı gibi…

 

Bu sürecin aslında üç temel sebebi var: Ultra-işlenmiş ürünler ucuz ve yaygın, pazarlaması ise agresif. Dijital pazarlama, bu yeni medya çağında, özellikle çocukları yoğun şekilde etkiliyor ve hedefliyor. Ayrıca, yasal düzenlemeler ya eksik ya da yetersiz. Özel sektörün etkisi ve çıkar çatışmaları bu durumu daha da güçlendiriyor.

 

Bireysel Tercih Değil 

 

Burada kritik nokta şu: Bu tabloyu sadece “bireysel tercih” meselesi gibi görmek, tam da gıda endüstrisinin istediği şey. “Çocuk spor yapsın, hareket etsin, sorun çözülür” diyorlar. Oysa hiçbir spor, sürekli maruz kalınan şekerli içeceklerin, ultra işlenmiş yiyeceklerin yol açtığı metabolik ve bilişsel tahribatı telafi edemez.

 

Türkiye’nin bu açıdan içinde bulunduğu durum, küresel trendden farklı değil. Bugün ülkemizde çocukların % 10’u obez, bir başka % 10’u ise “yüksek kilolu” sınıfında. Yani her beş çocuktan biri sağlıksız kilo ile büyüyor. Okul kantinlerinde sadece sağlıklı gıdaların satılması için yıllar önce çıkarılan genelge ise hâlâ tam anlamıyla uygulanamıyor, sürekli erteleniyor. Çocukların sağlıklı beslenmesi, kâğıt üzerinde alınmış ama hayata geçirilmeyen kararların gölgesinde kalıyor. 

 

Okul gıdası uygulaması yaklaşık altı yıl önce Tarım ve Orman, Sağlık ve Milli Eğitim bakanlıklarının arasında bir protokolle başlatılmış, ardından Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Ancak okul bünyesinde faaliyet gösteren kantin ve kafeteryalarda meyve, sebze, ayran, yoğurt, kuruyemiş gibi yüksek oranda ilave şeker içermeyen, ani enerji vermeyen, dengeli besinlerin satılmasını ve bu hazır ambalajlı ürünlerin sıkı denetimler sonucunda “Okul Gıdası” logosu içermesini öngören bu uygulama, tebliğ değişikliğiyle 14 Eylül 2026’ya ertelenmişti. 

 

Bununla bağlantılı olarak, bir başka görünmez sorun da eş zamanlı olarak büyüyor: Gizli açlık. Çocuklar cips, kola gibi ürünleri tükettikleri için kendilerini o an için tok sanıyorlar ama vitamin, mineral ve protein açısından yetersiz besleniyorlar. Bu da bağışıklık sistemini zayıflatıyor, öğrenme kapasitelerini düşürüyor, gelecekte kronik hastalıkların kapısını aralıyor. Yani tek mesele sadece fazla kalori değil aynı zamanda yanlış kalori alımı. 

 

Reklamlara Maruz Kalan Çocuklar 

 

UNICEF’in raporu kapsamındaki küresel araştırma, çocukların aslında nasıl bir reklam bombardımanı altında kaldığını çok net ortaya koyuyor. 171 ülkede 13–24 yaş aralığındaki gençlerle yapılan ankete göre, her dört gencin üçü sadece bir hafta önce gazlı içecek, abur cubur ya da fast-food reklamı görmüş, yüzde 60’ı da bu reklamlardan sonra söz konusu gıdaları tüketme arzularının arttığını söylemiş. Düşünün, savaşın ortasındaki ülkelerde bile bu oran yüzde 68. 

 

Burada dikkat çekilmesi gereken nokta şu: Gıda endüstrisi yıllardır ‘bireysel sorumluluk’ söyleminin arkasına saklanıyor. Yani ‘yersen koş, spor yap, telafi edersin’ şeklinde tekrarlayan tavsiyeler karşısında uzmanlar açıkça şunu söylüyor: Spor ne kadar önemli olursa olsun, ultra-işlenmiş gıdaların yol açtığı diyabet, diş çürükleri, kalp-damar hastalıkları, bazı kanser türleri ya da bağırsak sorunlarını telafi edemezsiniz.

 

UNICEF de bu yüzden ülkeleri uyarıyor: Çocukları sağlıksız gıdalardan korumak için güçlü bir yasal çerçeveye ihtiyacımız var. UNICEF Genel Direktörü Catherine Russell’ın dediği gibi, bugün hiçbir ülkenin elinde eksiksiz bir politika paketi yok. Ama umut var; giderek daha fazla ülke çocuklarını bu görünmez tuzaklardan korumak için harekete geçiyor.” Çocukların sağlıklı beslenme hakkı için hem devletlerin hem sivil toplumun hem de özel sektörün sorumlulukları var. Etkin uygulama, yaygın düzenleme ve güçlü bir toplumsal farkındalık oldukça iyileşme de mümkün. 

 

İyi Uygulama Örneklerinden İlham Alınmalı 

 

Bazı ülkeler bu gidişata kayıtsız kalmadı ve çoktan adım attı. Şili, Meksika, Brezilya gibi ülkeler şekerli ürünlere vergi koydu, paketlerin üzerine kırmızı etiketlerle “Sağlıksız” damgası vurdu. Sonuç? Kısa sürede tüketimde ciddi düşüşler, obezite oranlarında yavaşlama. Yani bu iş gönüllülükle bu iş olmuyor, bağlayıcı yasal çerçeveler gerekiyor.

 

Ücretsiz okul yemeği denince akla genellikle yetersiz beslenmeyle mücadele gelir. Ama Şili bize bunun tersini de gösteriyor: Okul yemekleri aynı zamanda çocukluk çağı obezitesine karşı güçlü bir politika aracına dönüşebilir. Zira, Şili’de 5-19 yaş aralığındaki çocukların dörtte biri obeziteyle yaşıyor.

 

Şili’nin “Programa de Alimentación Escolar (PAE)” adlı ulusal okul yemeği programı 1964’te başlıyor ama kökleri 1929’a kadar gidiyor. Bugün ise bütçesinin tamamı devlet tarafından finanse edilen bu program, özellikle son yıllarda çocuklarda hızla artan fazla kilo ve obeziteyle mücadele için beslenme boyutunu merkeze almış durumda. Yaklaşık 2 milyon öğrenciye ulaşarak ülke çapındaki ilkokul ve lise çağındaki çocukların %70’ini kapsıyor.

 

Peki Şili, çocukluk çağı obezitesine karşı nasıl önlemler aldı? Özellikle 2012 yılında kabul edilen ve 2016 yılında uygulamaya başlanan “Gıda Etiketleme ve Reklam Yasası” çerçevesinde obeziteyle mücadelede çok kritik adımlar attı. Beslenme uzmanlarının evde oturup atama beklemesi yerine, onları söz konusu okul beslenmesi programına dahil etti. Obeziteyi önleme hedefini, beslenme stratejisinin bir parçası haline getirdi. Dünyadaki ülkelerin yalnızca üçte birinde böyle bir hedef var. Şili bu azınlığın içinde. 

 

Ülkedeki gıda yasasına göre kalori, şeker, tuz ya da doymuş yağ oranı yüksek ürünlerin üzerine siyah uyarı etiketi konuyor. Böylelikle tüketiciler paket üzerinden bu konuda uyarılıyor. PAE kapsamında uyarı etiketi taşıyan bu ürünlerin okulda bulunması ve 14 yaş altındaki çocuklara pazarlanması, sabah 6 ila gece 10 arasında bu ürünlerin televizyonlarda veya sinemalarda reklamının yapılması yasak. 

 

Ayrıca 2014 yılında şekerli ve tatlandırılmış içeceklere dair yasalarını gözden geçiren Şili’de her 100 ml’de 6,25 gramdan fazla şeker bulunan içeceklerin vergisi yüzde 10’dan yüzde 18’e çıkarılırken, bu eşik değerin altındaki içeceklerin vergisi yüzde 13’ten yüzde 10’a indirildi. 

 

Bağımsız değerlendirmeler, alınan önlemlerin gerçekten işe yaradığını gösteriyor. Çocukların sağlıksız gıda ve içecek reklamlarına maruz kalma oranı % 73 oranında azalmış. Üstelik sadece ekran başında değil, mutfak alışkanlıklarında da gözle görülür bir değişim var: Yüksek kalorili, tuzlu, şekerli ve yağlı ürünlerin satın alınmasında ölçülebilir bir düşüş kaydedilmiş. Dahası, gıda endüstrisi de bu baskıya yanıt vermek zorunda kalmış; ürünlerdeki tuz ve şeker oranlarını düşürerek yeniden formülasyon yoluna gitmiş.

 

Okullarda verilen yemekler, tahıl, tuz gibi temel ürünlerle ve demir, iyot, B1, B2 gibi vitamin ve minerallerle destekleniyor. Bu yemeklerde gastronomiye önem veriliyor, çocukların sadece doyurucu değil iştah açıcı yemekler yemesi için menüler lezzetli hale getiriliyor. Çocuklarda beslenme ile bağlantılı sağlık gelişimleri düzenli takip ediliyor, boy, kilo ölçümleri yanında diş, işitme ve göz taramaları da yapılıyor. 

 

Kısacası Şili, obeziteye karşı okul yemeklerini bir ön cephe hattı olarak kullanıyor. Yalnızca açlığı değil, aşırı beslenmeyi de çocukların geleceğini tehdit eden bir sorun olarak görüyor. Bugün birçok ülke bu modeli dikkatle izliyor.

 

Bu alanda öncü ülkelerden biri olan Meksika’da da tablo çok çarpıcı. 2014 yılında şekerli içeceklere ve yüksek kalorili yiyeceklere vergi koyarak tüketimi düşüren Meksika, 2020’de ise dünyadaki en katı ön paket uyarı sistemlerinden birini getirdi: Şeker, tuz ya da doymuş / trans yağ oranı yüksek her ürünün üzerine kocaman siyah-beyaz uyarı etiketleri konmaya ve bu etiketlerin üzerine de “Aşırı kalori” gibi uyarılar eklenmeye başlandı. Ayrıca bu ürünlerin çizgi film kahramanları ya da ünlülerle pazarlanması yasaklandı. Son adım ise mart 2025’te geldi: Ülke çapında, okullarda ve okul çevresinde bu tür ürünlerin satışı, dağıtımı ve reklamı tamamen yasaklandı. Yerine okulların sağlıklı alternatifler getirmesi sağlandı. Çocukluk ve ergenlik obezitesinin yaygın olduğu bu ülkede, çocukların günlük kalorilerinin neredeyse yüzde 40’ı şekerli içecekler ve ultra-işlenmiş gıdalardan geliyordu. Bu adım, 34 milyondan fazla çocuğun her gün karşılaştığı beslenme ortamını doğrudan iyileştirdi.

 

Brezilya da çocukların sağlıklı beslenmesi konusunda dünyaya örnek bir yol açtı. Sağlık Bakanlığı’nın 2014’te yayımladığı “Brezilya Beslenme Rehberi”, sadece kalori ya da besin değerine değil, gıdaların işlenme düzeyine odaklanan NOVA sınıflandırması ile uluslararası ölçekte çığır açtı. Rehber, taze ve az işlenmiş gıdaları teşvik ederken, ultra-işlenmiş ürünleri açıkça caydırıyor; sağlıklı beslenmeyi de toplumsal ve kültürel bir mesele olarak ele alıyor.

 

Bu yaklaşım kısa sürede kamu politikalarına yansıdı. Ulusal Okul Yemeği Programı giderek ultra-işlenmiş gıdaları dışladı; 2023’ten itibaren Rio de Janeiro ve Niterói belediyeleri bu tür ürünlerin okullarda satışını tamamen yasakladı. Aynı zamanda vergilerle sağlıklı gıdalar teşvik edilirken şekerli içeceklere ek vergi getirildi. 

 

Brezilya yalnızca okul çağındaki çocukları değil, daha küçük yaş gruplarını da korumaya aldı. 2019’da yayımlanan “İki Yaş Altı Çocuklar İçin Beslenme Rehberi”, bebeklere ve küçük çocuklara ultra-işlenmiş gıda ve içecek verilmemesini özellikle vurguladı. Bunun yanında, 2025’te Dünya Sağlık Asamblesi’nde anne sütü ikamelerinin dijital pazarlamasına sınırlama getiren karara da öncülük etti.

 

Paket önü etiketleme, çocuklara yönelik pazarlama kısıtlamaları ve endüstriyel trans yağ yasağı gibi zorunlu önlemlerle birlikte bu adımlar Brezilya’da sağlık, beslenme ve sosyal eşitliği bir araya getiren güçlü bir politika zemini oluşturdu. Dahası, bu model yalnız Brezilya’yı değil, Kanada’dan Hindistan’a dek birçok ülkeyi de etkiledi.

 

Çocukluk çağı fazla kilo ve obezitesini önleyici müdahaleler yapılmazsa ülkeler yaşam boyu sürecek sağlık ve ekonomik yüklerle karşı karşıya kalacak. Örneğin Peru’da yalnızca obeziteyle bağlantılı sağlık sorunları nedeniyle oluşacak maliyetin 210 milyar ABD dolarını aşacağı öngörülüyor. 2035 yılına gelindiğinde ise fazla kilo ve obezitenin küresel ekonomik etkisinin yıllık 4 trilyon ABD dolarını geçmesi bekleniyor.

 

Oysa çocukların sağlığı ticari çıkarların pazarlama stratejilerine bırakılamayacak kadar önemli. Kantinlerden başlayarak okulun her köşesini sağlıklı gıdaların alanı haline getirmek mümkün. Bu sadece “sağlık yatırımı” değil, aynı zamanda eşitsizlikleri azaltmanın da yolu. Çünkü en çok etkilenenler, sağlıklı gıdaya erişimi sınırlı olan dar gelirli ailelerin çocukları.

 

UNICEF’ten Tavsiyeler 

 

UNİCEF’in raporunda, çocukların beslenme ortamlarının iyileştirilmesi için ana öneriler yer alıyor. Bunlardan bazıları şu şekilde: 

 

  • Emzirmenin teşvik edilmesi ve tamamlayıcı besleme uygulamalarının desteklenmesine dair uluslararası kuralların (özellikle anne sütü ikame ürünleri) uygulanması.
  • Sağlıksız gıdaların ve içeceklerin pazarlamasına sınır getirilmesi, okullarda sağlıksız ürünlerin temin edilmesinin, satışının ve pazarlanmasının kontrol altına alınması. 
  • Sağlıklı gıdaların erişilebilirlik ve fiyat açısından uygun hale gelmesi için tarım, ticaret ve tüketici teşviklerinin yönlendirilmesi; suyun güvenli ve temiz olması. 
  • Çocuklar için yerel düzeyde üretilmiş sağlıklı gıdaların erişilebilirliğini artıran kapsamlı politikaların uygulanması. 
  • Kamu politikalarında sektör çıkarlarının (gıda ve içecek endüstrisi gibi) müdahalesinin önlenmesi; lobi faaliyetlerinin şeffaf hale getirilmesi; 
  • Ailelerin ve yerel toplulukların sağlıklı gıdaya erişim haklarını güçlendiren davranış değişikliklerinin teşvik edilmesi. 
  • Gıda adaletini önceleyen kamusal politika yapımlarına ergenlerin ve gençlerin dahil edilmesi. 
  • Çocuklarda ve ergenlerde aşırı kilo alımını izleyen denetim sistemlerinin ve küresel ve ulusal veri toplamanın güçlendirilmesi. 

 

Çocukların Beslenme Hakkı İçin Kim Ne Yapmalı?

 

UNICEF’in son raporu çok net bir şey söylüyor: Çocukların sağlıklı beslenme hakkı sadece anne-babanın sorumluluğu değil, başta hükümetler olmak üzere tüm aktörlerin ortak görevi. Ama bu görev sadece iyi niyetli sözlerle değil, somut adımlarla yerine getirilmeli.

 

Hükümetler okul kantinlerinden televizyon reklamlarına kadar çocukların etrafını kuşatan sağlıksız gıdalara karşı zorunlu yasal önlemler almakla yükümlü. Üstelik bu sadece yasa çıkarmakla bitmiyor; denetim, şeffaflık ve çıkar çatışmalarını önleme mekanizmalarının da kurulması gerekiyor.

 

Sivil toplum ve medya hem kamuoyunu bilgilendirmek hem de şirketlerin zararlı ticari uygulamalarını ifşa etmek için kritik bir rol üstleniyor. Yani toplumun sesi olacak, “çocukların yanında” duracak bir kamu denetçisi işlevi görüyorlar.

 

Uluslararası kuruluşlar ve insani yardım aktörleri ülkelerin bu dönüşümü yapabilmesi için hem standart belirleyici hem de kapasite güçlendirici destek vermeli. Tarım ve ticaret politikalarının da çocukların yararına yönlendirilmesi burada hayati.

 

Finansal destekçiler, obeziteyle mücadeleyi stratejik öncelik ilan edip kaynak aktarmalı. Çünkü sağlıklı okul yemekleri de, gıda güvencesi de, sağlıklı gıda planlaması da kaynağa ihtiyaç duyuyor.

 

Akademi, bağımsız araştırmalarla hem sorunun fotoğrafını çekmeli, hem de çözüm yollarını kanıt temelli göstermeli. Bunun için farklı disiplinlerden uzmanları yetiştirmek de üniversitelere düşüyor.

 

Ve elbette gıda endüstrisi; artık oyunun kuralını değiştirmek zorunda. Çocuklara zarar veren pazarlama taktiklerini bir kenara bırakıp, sağlıklı, erişilebilir ve uygun fiyatlı ürünlere yatırım yapmaları gerekiyor. Dahası, hiçbir şirket çocukları koruyacak yasal düzenlemeleri geciktirme ya da sulandırma hakkına sahip değil.

 

Peki ya Türkiye? 

 

Bugün elimizde iki seçenek var: Ya çocukların sırtında ve zihninde yerleşen fast food logosuna göz yumacağız ya da onların sağlığını önceleyen cesur adımları atacağız. Kısa süre önce İletişim Yayınları etiketiyle çıkan “Karnım Zil Çalıyor! Bir Hak Olarak Ücretsiz Okul Yemeği” isimli kitabımda da altını çizdiğim gibi, ücretsiz ve sağlıklı okul yemekleri çocukları obezite dalgasından korumanın en adil ve en etkili yoludur. 

 

Sağlığı, beslenmeyi ve sosyal eşitliği birbirinden koparmadan ele almak; okul yemekleri ve beslenme rehberleri üzerinden çocuğun üstün yararını merkeze koyan politikalar geliştirmek, üstelik bunu sadece sözde değil, somut yasaklarla, teşviklerle ve rehberlerle yapmak oldukça kolay. 

 

Okul kantinlerinden sağlıksız gıdaların tamamen çıkarılması oldukça kolay. 

 

Cesur ve kapsamlı politikalar uygulamak oldukça kolay. 

 

Uluslararası iyi uygulama örnekleri de bunu bize net bir şekilde gösteriyor. Türkiye’nin de uluslararası düzlemde süregiden bu önemli tartışmaların dışında kalmaması, çocuklarını gerçekten seven bir ülke olup olmadığını gösteren en somut kanıt olacak. 

 

Sağlıklı beslenme bir lüks değil, bir çocuk hakkıdır. Türkiye de aynı kararlılığı gösterebilir, göstermelidir.

 

UNICEF’in raporunu ayrıntılı incelemek isteyenler için: https://www.unicef.org/media/174091/file/CNR%202025%20-%20Feeding%20Profit%20-%20Final%20Report%20-%20English%20-%20FINAL.pdf.pdf 

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.