Almanya’nın Krizleri ve İmkânları

Almanya tarihi bir eşikte: Klasik güvenli liman stratejisinden, yüksek riskli ama yüksek getirili bir dönüşüm projesine geçiyor. Bu yolculukta siyasi kararlılık, toplumsal destek, ekonomik yenilik ve uluslararası dayanışma kadar, akıllı ve esnek yönetim de belirleyici olacak.

almanya

2025 yılı Almanya’da belki de son 50 yılın en sarsıcı ve yenilikçi siyasi, ekonomik ve toplumsal değişimlerine sahne oldu. Ülke, küresel rekabet baskısı, demografik dönüşüm, enerji krizi, güvenlik kaygıları ve siyasi kutuplaşma sarmalında, bugüne kadar uyguladığı neredeyse tüm geleneksel kuralları, sınırları ve alışkanlıkları sorgulamak zorunda kaldı. Bu değişimin merkezinde, Almanya’nın kendi içindeki liderlik kavgası, toplumsal dönüşüm arayışı, küresel dengelerde rol arayışı ve bunlara karşı verilen siyasi mücadeleler var.

 

Seçimlerin hemen ardından kurulan, yeni şansölye Friedrich Merz liderliğindeki CDU/CSU-SPD koalisyon hükümeti, aslında toplumun değişen taleplerine cevap verme, ekonomik durgunluğu aşma ve Almanya’yı yeniden Avrupa’nın inovasyon ve güvenlik merkezi yapma iddiası taşıyordu. Ancak iktidara gelir gelmez hükümet kendini yapısal krizlerin ortasında buldu. Özellikle yaşlanan nüfusun işgücü üzerindeki baskısı, endüstrinin yeni teknolojilere adapte olma zorunluluğu, Ukrayna savaşıyla gelen güvenlik tehdidi ve AB ile ABD arasındaki ticari çekişmeler, yeni hükümeti tarihi kararlar almaya itti.

 

Bu kararların başında, Almanya’nın uzun yıllar kutsal bir tabu gibi koruduğu “borç freni”nin esnetilmesi ve tarihin en büyük kamu borçlanmasının ilanı vardı. Hükümet, hem devletin kısa vadeli finansman açıklarını kapatmak hem de uzun vadeli dijitalleşme, altyapı, yeşil enerji ve savunma yatırımlarını hayata geçirmek için SPD’nin de tazyikiyle 2025 yılı bütçesinde 81,78 milyar euro borçlanmaya gitti. Takip eden aylarda ise, 2029’a kadar toplam 500 milyar euro yeni borcun klasik bütçeye ekleneceği, ayrıca 12 yıllık “Altyapı ve İklim Fonu” ile 500 milyar euro daha harcanacağı kararlaştırıldı. Sonuç olarak Almanya, 1 trilyon euroya yaklaşan ve 2037’ye kadar topluma ve ekonomiye yön verecek devasa bir borç yükünü üstlenmiş oldu.

 

Bu süreçte alınan kararlar, sadece ekonomik veya teknik tartışmalarla sınırlı kalmadı. Almanya’nın siyasi kimliği ve toplumsal hafızası de ciddi bir sınavdan geçti. Seçim döneminde kamuoyuna mali disiplin ve klasik merkez sağ söylemiyle yaklaşan Friedrich Merz, hükümet kurulduktan sonra keskin bir dönüş yaparak, büyük borçlanmayı savunmak zorunda kaldı. Bu, hem CDU/CSU’nun kendi içinde hem de toplum genelinde ciddi tartışmalar yarattı. SPD tek koalisyon partneri imkânı olması sebebiyle, sosyal harcamaların artırılması ve düşük gelirli kesimlerin desteklenmesi için masada güçlü bir pozisyon elde etti. Yeşiller anayasa değişikliği konusunda, yenilenebilir enerji, iklim yatırımları ve dijitalleşme fonlarının genişletilmesi koşuluyla, hükümete kritik bir destek verdi. Koalisyon görüşmeleri sırasında, partiler arasında zaman zaman yoğun bir güç savaşı ve kamuoyuna yansımayan stratejik pazarlıklar yaşandı.

 

Bu dönemde, Almanya’nın köklü sanayi geleneği de ciddi bir testten geçti ve hâlâ geçmekte. Yıllarca “Made in Germany” markasıyla küresel pazarlarda başarı sağlayan otomotiv, makine ve kimya sektörleri, hem iç talepteki daralma hem de dış pazarlardaki rekabet ve korumacı politikalar yüzünden baskı altında. ABD ile yaşanan gümrük tarifesi restleşmesi, Alman ihracatçılar için adeta kırmızı alarm oldu. Bundesbank Başkanı Joachim Nagel ve ekonomi çevreleri, ABD’nin başlatacağı iki haneli ek vergilerin Alman ekonomisinde sadece geçici bir daralma değil, yapısal bir sarsıntı yaratacağını, 2026’da büyümenin yine sıfırlanabileceğini, hatta ekonominin küçülebileceğini vurguladılar. Özellikle otomotivde (VW, BMW, Mercedes), makine ve kimya sektörlerinde istihdam ve Ar-Ge harcamalarının kısılmasından küçük ve orta ölçekli tedarikçi zincirlerinin tamamen kopmasına kadar çok boyutlu bir kriz riski doğdu.

 

Almanya’nın bu zorlu tabloya verdiği yanıt ise çok katmanlı oldu. Yeni yatırımların önemli bir bölümü, sadece klasik altyapı değil, savunma sanayii, dijitalleşme, yapay zekâ, siber güvenlik, yeşil enerji ve veri ekonomisi gibi stratejik alanlara aktarıldı. Özel bir Dijitalleşme ve Modernleşme Bakanlığı kuruldu. Ülke çapında yüksek hızlı internet ve 5G ağı yatırımlarına hız verildi. Türkiye’deki tabiriyle, “E-devlet” uygulamaları önceliklendirildi, okullarda dijital eğitim altyapısı için büyük bütçeler ayrıldı. Orta ve küçük ölçekli işletmelere vergi indirimleri ve yeni teşvikler sağlandı. Ancak bunların hayata geçmesi için âtıl Alman bürokrasisinde ciddi reformlar gerekiyor. Ayrıca Almanya, AB düzeyinde de istisnai borçlanma ve yatırım için Brüksel ile zorlu müzakereler yürüttü. Sonunda AB Komisyonu, savunma ve altyapı yatırımlarının Avrupa İstikrar Paktı dışında tutulmasını kabul etti.

 

Tüm bu süreç, Almanya’da toplumun siyaset ve ekonomi ile olan ilişkisini de derinlemesine etkiledi. Kamuoyu, hem hükümetin cesaretini takdir ediyor hem de artan borç yükünden, toplumsal eşitsizlikten ve siyasi kutuplaşmadan endişe ediyor. Friedrich Merz, dış politikada ve güvenlikte güçlü bir lider profili çizerken, iç siyasette ve toplumsal diyalogda ise daha soğuk ve mesafeli görülüyor. Parti içi eleştiriler ve koalisyon ortaklarıyla yaşanan sürtüşmeler, hükümetin kamuoyundaki algısını zaman zaman olumsuz etkiliyor.

 

Uluslararası arenada ise Almanya’nın hamleleri hem saygı hem ihtiyatla karşılanıyor. ABD, özellikle Çin’in yükselen etkisine karşı Almanya’yı Avrupa’da kilit ortak olarak görmeye devam ediyor; ancak yeni vergi ve ticaret tehditleri ile ilişkilerin ne kadar hassas olduğu tekrar görüldü. AB cephesinde Almanya, Ursula von der Leyen ve Maroš Šefčovič temsiliyetinde birliği korumak için büyük çaba harcıyor. Özellikle Fransa ve Polonya, Berlin’in ekonomik ve güvenlik liderliğini destekliyor. AB, ABD’nin gümrük tarifelerine misillemelerle karşılık verme hazırlığı içinde. 

 

Sonuç olarak, Almanya tarihi bir eşikte: Klasik güvenli liman stratejisinden, yüksek riskli ama yüksek getirili bir dönüşüm projesine geçiyor. Bu yolculukta siyasi kararlılık, toplumsal destek, ekonomik yenilik ve uluslararası dayanışma kadar, akıllı ve esnek yönetim de belirleyici olacak. Dünyanın gözü, bir kez daha Berlin’in büyük hamlesinde ve bu hamlenin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı, sadece Almanya’nın değil, bütün Avrupa’nın ve hatta küresel ekonomik düzenin geleceğini etkileyecek.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.