Avrupa Ortak Savunma Kabiliyetlerine Sahip Olmalı
Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık, teknolojik inovasyona ortak savunma kabiliyeti oluşturma hedefiyle yaklaşmalı. Avrupa’nın dört bir yanında gelecek vadeden girişimlere sermaye aktaran bir işbirliği ortamı geliştirmek, bölgenin karşı karşıya olduğu güvenlik sorunlarının üstesinden gelmesini sağlayabilir.
Avrupa, Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanmasının ardından güvenliğini güçlendirmesinin ve ekonomik dayanıklılığını artırmasının gerekli olduğunun farkına vardı. Avrupa’nın savunma sanayii liderleri sektöre daha fazla yatırım yapılması çağrısında bulunuyor, savunma bakanlıkları da ülkelerinin bugünün ve yarının savaşlarına hazır olmalarını sağlamak için bilim ve teknolojiye daha fazla harcama yapıyor.
Ancak ülkelerin yalnız hareket etmesi yeterli olmayacak. Avrupa Birliği (AB) ve Birleşik Krallık, teknolojik inovasyona ortak savunma kabiliyetleri oluşturma hedefiyle yaklaşmalı. Son zamanlarda bu yönde umut verici girişimlerde bulunuluyor: Alman savunma şirketi Rheinmetall, Almanya ve Birleşik Krallık arasındaki savunma anlaşmasının bir parçası olarak, 2027’de Birleşik Krallık’ta yeni bir fabrika açacağını duyurdu. Birleşik Krallık’tan BAE Systems, İtalya’dan Leonardo ve Japonya’dan Mitsubishi Heavy Industries firmaları yeni nesil bir savaş uçağı geliştirmek için işbirliği yapıyor. Yapay zekâ tabanlı savunma yazılımları konusunda uzmanlaşan Alman Helsing, İsveçli savunma devi Saab ile yakın işbirliği içinde çalışmayı sürdürüyor. Şirket, İngiltere’deki varlığını genişletmeyi de planlıyor.
Ulusal çıkarlardan ziyade ortak çıkarlara odaklanılması büyük ölçek ekonomilerini mümkün kılar. Her ülke hem teknolojik inovasyon hem de askerî yetenekler açısından karşılaştırmalı üstünlüğünü geliştirebilir. Böylece gelecek on yıllar boyunca Avrupa’nın mukavemeti de güçlendirilebilir. Bu yönde bir gelişme, Avrupa’nın kendine özgü savunma uzmanlığı ve endüstriyel altyapısıyla ABD’ye güçlü bir ortak olarak hizmet etmesini sağlar.
Mario Draghi’nin Avrupa’nın rekabet gücünün ve Avrupa Komisyonu’nun politik gündeminin geleceğine ilişkin son raporunda da belirtildiği üzere, Avrupa’nın gelişmiş teknolojik kabiliyetleri ekonomide refahının da temelini oluşturuyor. Ancak ulusal politikalar, müttefiklerle kaynak ve bilgi paylaşımı yerine ulusal sanayinin güçlendirilmesi ve korunması amacıyla teknolojik egemenliğe odaklanmaya devam ediyor.
Bu yanlış bir yaklaşım. Kritik teknolojilerin yaygınlaşması, en güçlü Avrupa ekonomilerinin bile tek başlarına avantaj sağlayamayacağı anlamına geliyor. Dahası, her ülkenin tek başına hareket etmesi, istemeden de olsa ihracatı sınırlandırarak ve pazar büyüklüğünü ekonomik olarak verimli ya da istenilenin altına düşürerek büyüme fırsatlarını engelliyor.
Teknolojik üstünlük kazanmak, ortak becerileri geliştiren ve koruyan Avrupa ittifakları kurmayı gerektirir. Böyle bir müşterek devlet idaresi, kuantum, uzay ve siber teknolojiler alanında çalışan yenilikçi girişimcilere ev sahipliği yapan Danimarka, Norveç ve Estonya gibi daha küçük ekonomilerin Avrupa’nın egemenliğine katkıda bulunmasını sağlayacaktır. Bu ülkeler geniş tabanlı bir teknoloji sektörünü desteklemek için oldukça küçük; Avrupalı müttefikleriyle daha yakın çalışmak bu ülkelerin endüstriyel altyapılarını inşa etmelerine ve yerel ekonomik büyümeyi artırmalarına yardımcı olacaktır.
Bağımlılık ve Kırılganlık
Bu fikir yeni de değil. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler radar alanındaki olağanüstü ilerlemeleri Tizard Misyonu çerçevesinde ABD ile paylaşmıştı. Günümüzde de NATO müttefikleri Ukrayna ile birlikte insansız hava araçları geliştiriyor. Ancak Avrupa hükümetleri savaş zamanı dışında teknoloji üzerinde müşterek egemenlik sağlamaya yönelik daha tutarlı bir yaklaşım benimsemek için iki faktörü göz önünde bulundurmalı: Bağımlılık ve kırılganlık.
Kritik teknolojilerde lider olmak uzmanlık, coğrafi avantaj ve kümülatif üretim açısından karşılıklı bağımlılık gerektirir. Örneğin kuantum bilgisayar sistemleri, süper iletken malzemelerden kriyojenik mühendisliğe kadar çok çeşitli alanlarda uzmanlığa dayanır ve bu uzmanlık genellikle ülkelere yayılmış olup ittifakların önemini gösterir. Uzay fırlatma teknolojisi gibi diğer yenilikler ise önemli ölçüde coğrafyaya bağlıdır: Norveç’in Kuzey Kutup Dairesi içindeki Andøya uzay üssü Avrupa’nın uzay egemenliği için hayati önem taşıyacaktır. Son olarak, bazı ülkeler, yıllarca süren yatırımların ardından, üretimde kümülatif bir avantaja sahip; yarı iletkenlerde Tayvan gibi. Burada Almanya ve Birleşik Krallık’taki yerleşik üretim faaliyetleri tamamlayıcı olabilir.
Bağımlılıktan kaynaklanabilecek kırılganlık meselesi de aynı derecede önemli. Örneğin Ukrayna’daki savaş, Avrupa’nın Rusya’nın doğalgaz üzerindeki kontrolüne karşı kırılganlığını (ve drone parçalarındaki tedarik zinciri zayıflıklarını) gözler önüne serdi. Enerji dönüşümü hızlandıkça, bölgenin kritik malzeme girdilerine ve teknolojiye erişebilmesini sağlaması gerekecek ve bu da ortak bir çaba gerektiriyor.
Çok taraflı kurumlar bu tür işbirliklerini kolaylaştırabilir. Örneğin 2021 yılında Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD tarafından kurulan AUKUS güvenlik ittifakı, gelişmiş kabiliyetler sunmayı ve lisanssız savunma ticareti sağlamayı taahhüt ediyor. Aynı şekilde NATO da askeri olmayan teknolojilerin paylaşımını mümkün kılmalı.
Neyse ki bu konuda şimdiden bazı ilerlemeler kaydedildi. NATO geçtiğimiz yıl güvenlik hedeflerini geliştirecek teknolojilere yatırım yapmak üzere bir inovasyon fonu kurdu. Avrupa Komisyonu da kısa bir süre önce Avrupa İnovasyon Konseyi Fonu ile birlikte, çığır açan teknolojilere ortak yatırım yapmanın önündeki engelleri kaldırmak üzere bir Güvenilir Yatırımcılar Ağı kurdu.
Müşterek ekonomik devletçilik, özünde, bir ülkenin başka bir ülkedeki sanayiyi destekleyerek daha iyi hizmet verebileceğini kabul etmek anlamına gelir. Avrupa ancak Avrupa’nın (ve ABD’nin) dört bir yanından sağlanacak sermayenin en umut verici girişimlere kanalize edilmesine olanak tanıyacak bir işbirliği çerçevesi geliştirerek, önemli askeri zorlukların üstesinden gelmesine yardımcı olacak teknolojik üstünlükler elde edebilir.
Böylesine cesur bir eylem, Avrupa’da ulusal güvenlik ve ekonomik rekabet gücü tartışmalarını kuşatan temel gerilimi giderecektir. Konuyu anavatanı savunmaktan ya da rekabet gücünü güçlendirmekten müşterek çıkarların nasıl ilerletileceği tartışmasına kaydırmak, Avrupa’nın egemenliğini ve ekonomisini hem destekleyen hem de koruyan tedbirlere yönlendirecektir. Ancak öncelikle Avrupa ülkelerinin her birinin teknolojik, coğrafi ve üretim avantajları ile müşterek barış ve refaha en iyi nasıl katkıda bulunabileceği konusunda net olması gerekir.
Bu yazı Project-Syndicate sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
LARS FRØLUND & FIONA MURRAY