Greta Thunberg Işığı Gazze’ye Çevirdiğinde

“Bir aktivist, kendi öyküsünden ziyade başkalarının görünmez kılınan öykülerini dünyaya duyurabildiği ölçüde anlam kazanır. Hakikat her zaman güçten daha parlaktır, eğer birileri o ışığı doğru yere çevirmeyi seçerse.”

greta thunberg

Dünyanın gözleri genellikle parıltıya aldanır. Spot ışıkları kime yönelirse, hakikat de oraya yönelmiş sanılır. Gücün sahipleri de bu ışıkları ustalıkla kullanır. Kimi zaman bir liderin sahte karizmasına, kimi zaman bir şirketin “yeşil dönüşüm” propagandasına, kimi zaman da savaş suçlarının üzerini örten bir retoriğe çevrilir bu ışık. 

 

Ve bizler, ışığın peşinden gideriz.

 

Ama bazen (aslında çok nadiren), o ışığın sahibi olan biri, kendi ışığını bambaşka bir yere çevirir. 

 

İşte Greta Thunberg’in yaptığı da tam olarak buydu.

 

Çocuk yaşında iklim için okul grevine çıkan, bir anda dünyanın her köşesinde milyonların ilham kaynağı haline gelen, güç odaklarının alay ederek küçümsemeye çalıştığı ama hep inatla dik duran o genç kız… Bugün, o ışığını Gazze’nin üzerine tuttu. Kendisine yapılanı değil, kendisine dokunan şiddeti değil, milyonların yaşadığı felaketi öne çıkardı. İşte bu yüzden, Greta’nın Sumud Filosu’yla yaşadığı deneyim yalnızca bir “kişisel hikâye” değil, zamanımızın ahlaki pusulasının hangi yöne çevrilmesi gerektiğini anlatan bir semboldür.

 

Sumud Filosu ve Yolculuğun Anlamı

 

Gazze’ye giden deniz yolunu duyan herkes, bunun sıradan bir yolculuk olmadığını bilir. “Sumud” kelimesi Arapça’da “direnişte sebat” demektir. 2010’da, Mavi Marmara’dan bu yana, Akdeniz’in bu rotası sadece zorlu bir deniz yolculuğu değil, aynı zamanda vicdanın da sınavıdır. Uluslararası sulardan geçip Gazze’ye insani yardım ulaştırmaya çalışan her filo, kâğıt üzerindeki nutuklarının gerçekte ne kadar boş olduğunu göstermiştir.

 

Mesela uluslararası hukuk “Sivillere insani yardım engellenemez, açık denizde seyrüsefer serbesttir” der ama uluslararası düzlem çok başka bir telden çalar. O nota hep, “İsrail’in çıkarlarına dokunulamaz” diye bestelenir. Bu çelişkinin ortasında Sumud Filosu, yalnızca bir gemi değil, dünya halklarının adalet talebini taşıyan bir sembol da oldu. Greta Thunberg’in, tıpkı daha önceki Gazze yolculuğu gibi bu filoya da katılması, dünyanın en tanınan genç aktivistinin kendi bedenini ve popülaritesini bu sembolün içine koyması demekti. 

 

O, Gazze için de “söz” değil “beden” koymayı seçti.

 

Aslında filo henüz yola çıkmadan herkes olası senaryoyu biliyordu. İsrail’in daha önceki müdahaleleri, uluslararası sularda “kaçırma” operasyonlarına dönmüştü. Bu kez de öyle olacaktı ve oldu. Gemiler durduruldu, aktivistler gözaltına alındı, kötü muamele gördü. En kötü muıameleyi görenlerden biri de Greta’ydı.

 

Ama işte tam burada bir ayrım doğdu. Onun üzerine kolayca bir kahramanlık hikâyesi kurulabilirdi: “Dünyanın en ünlü genç aktivisti İsrail tarafından kaçırıldı!” 

 

Başka biri olsa, belki hayatının geri kalanını bu mağduriyet üzerinden inşa ederdi. Oysa Greta, kendi mağduriyetini küçülttü, küçülttü, küçülttü. Spot ışıklarını hızla, ısrarla ve bilinçli bir biçimde Gazze’nin üzerine çevirdi:

 

“İsrail’in yaptığı esas olarak bizi uluslararası sularda yasadışı bir şekilde kaçırmak ve hapishanelerde kötü muamele etmek değildi; asıl yaptığı, Gazze’ye insani yardımın girmesini engelleyerek uluslararası hukuku ihlal etmekti.”

 

Bu cümle, dünyadaki bütün mağduriyet endüstrisinin altını oyan bir çığlık gibiydi. Çünkü çağımızda acının değeri bile medyanın, lobilerin ve siyasetin kararına bağlı. Ama Greta, kendi hikâyesini değil, milyonların hikâyesini öne çıkardı. Bu, çağımızda ender rastlanan bir ahlaki büyüklüktü.

 

Lobiler, Güç ve Sessizlik

 

Dünya düzeni İsrail’e dokunmamak üzerine kurulu. Silah endüstrisi, enerji anlaşmaları, lobiler ve medya ağları, sessizliğin zırhını örüyor. Batılı hükümetler kendi kamuoylarına “insan hakları” nutukları atarken, fiilen soykırıma ortak oluyor. İşte Greta’nın sözleri tam da bu noktada bir şimşek gibi düştü:

 

“Ayrıca, İsrail tarafından hapse atılmamızda hükümetlerimizin doğrudan payı olduğunu belirtmek istiyorum… Biz onların yapması gereken işi yaparken, güvenliği sağlamayı başaramıyorlar.”

 

Greta’nın açıklamaları, genç bir aktivistin öfkesi değil, uluslararası hukuk dersiydi adeta. Devletlerin soykırımı önlemek için “yasal yükümlülüğü” olduğunu hatırlattı. “Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, insanlığa karşı suçtur” dedi. İşte bu, 21 yaşında bir gencin ağzından çıkan sözlerdi. Oysa Birleşmiş Milletler salonlarında, büyük üniversitelerin kürsülerinde, hukuk uzmanlarının dahi cesaret edemediği cümlelerdi bunlar. 

 

Greta bir noktada şöyle dedi:

 

“Toy görülmeyi, adaletsizlik karşısında hiçbir şey yapmamayı tercih ederim.”

 

Bu cümle, çağımızın genç kuşaklarının en çıplak isyanıdır. Çünkü büyükler hep aynı bahaneyi kullanır: “Dünya böyle işler, gerçekçi ol, toy olma.” Greta ise bu “gerçekçilik” denilen şeyin aslında korku ve çıkar, “toyluğun” ise dünyanın en devrimci gücü olduğunu gösterdi.

 

Havalimanında Greta şunu söylüyordu: “Bizim yanımızda hakikat, ahlak, uluslararası hukuk, adalet, sevgi, tarih, dünya dayanışması ve temel sağduyu var. Savaş suçlularının ise nefreti, yalanları ve silahları var. Adalet yerini bulacak. Özgür Filistin!

 

Kendi popülaritesini, kendi gücünü Gazze için bir merceğe dönüştüren, ışığını kendine değil, en karanlık yerdeki halka çeviren Greta’nın cümlelerinin, yalnızca “politik tavır” olarak yorumlanmaması haksızlık olur. Çünkü, Greta’nın bu tercihi, esasen sivil aktivizmin özünün ne olduğunu gösteriyor. Sivil aktivizm, yalnızca bireysel mağduriyetleri sahneye taşımak değil, gücün perdelediği hakikati görünür kılmak için kendi konumunu, kendi sesini bir araç haline getirebilmektir. Bir aktivist, kendi öyküsünden ziyade başkalarının görünmez kılınan öykülerini dünyaya duyurabildiği ölçüde anlam kazanır. Greta, spot ışıklarını Gazze’ye çevirerek sivil aktivizmin gerçek amacını, yani iktidarların suskunluğunu bozan bir vicdan yankısı olmayı örnekledi. Bu yüzden onun yaptığı, sadece bir politik tavır değil, sivil direnişin en saf ve en öğretici biçimiydi.

 

Greta Thunberg’in Sumud Filosu’ndaki deneyimi, geleceğin tarih kitaplarında belki sadece bir dipnot olacak. Belki devletler, medya ve şirketler, bu sesi kısmayı başaracak. Ama yine de şu an, bu çağda yaşayan bizler için o deneyim bir pusula. Çünkü bize şunu hatırlatıyor: Hakikat her zaman güçten daha parlaktır, eğer birileri o ışığı doğru yere çevirmeyi seçerse. Tıpkı, “Gerçek kahramanları unutturmanın bir parçası olmamak için basına konuşmuyorum” diyen, ablukayı sembolik de olsa delmeyi başaran Mikeno gemisinden Huzeyfe Küçükaytekin, filoya sessizce Tunus delegasyonuyla katılan AK Parti eski milletvekili İffet Polat’ın Kadem üyesi kızı Sena Polat, sadece Gazze’ye ulaşamamanın hüznünü yaşayan Ömer Faruk Narlı, Sinan Akılotu ve daha yüzlerce daha az meşhur aktivistin yaptığı gibi…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.