İki Madalya, Bir Ülke ve Bir Soru: Neden Sadece Atlas ve Sidar?
Atlas ve Sidar’ın aldığı madalyalar, eğitim tartışmalarının ne kadar dar ve sığ bir zeminde yürütüldüğünü yüzümüze çarpıyor. Bu başarılar bir sistemin beklenen sonucu değil, sistemin eksiklerini bireysel çabayla aşan çocukların zaferi.
“Eğer bir yerlerde bilime, demokrasiye, aydınlığa
aç bir çocuk senin ışığını bekliyorsa, sönmeye hakkın yoktur.
Işıyacaksın!”
Prof. Türkan Saylan
Barselona’da bu yıl beşincisi düzenlenen ve 36 ülkeden 980 öğrencinin katıldığı Uluslararası STEM Olimpiyatları’nda Türkiye’den iki çocuk, Atlas Haser ve Sidar Cem Kılagöz, kendi yaş kategorilerinde tüm dünyayı geride bıraktı.
36 ülkeden 980 öğrencinin yarıştığı olimpiyatlarda Atlas, 6. sınıf seviyesinde matematikte dünya birincisi olurken, bilimde de gümüş madalya aldı. Sidar ise 4. sınıf seviyesinde hem matematikte birinciliğin, hem de bilim alanında altın madalyanın sahibi oldu.
Atlas, Haziran ayında Dubai’de düzenlenen Geleceğin Dahileri Öğrenci Olimpiyatları (FISO) finallerinde de matematikte dünya birinciliği elde etmişti. Aynı olimpiyatlarda Sidar Cem de hem matematik hem IQ alanlarında altın madalya almıştı.
Cağaloğlu Anadolu Lisesi de kısa süre önce İsviçre’deki CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) yarışmasını kazanan ilk Türk lisesi oldu. Bu yarışma, dünya çapında liseler arasında düzenlenen en prestijli yarışmalardan biri. 72 ülkeden 3.500 başvuru yapılıyor. Kazananlar ise CERN laboratuvarlarında deney yapma hakkı kazanıyor. Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nin 7 öğrencisinden oluşan takım, yarışma için radyoaktif atıkların insan ve doğa üzerindeki zararlarını azaltmaya yönelik bir nükleer enerji temalı deney önerisi sunarak beş finalistten biri oldu.
Tüm bunlar kulağa rüya gibi geliyor, değil mi?
Ama bu gerçek başarıları manşete taşımadan önce sormamız gereken temel bir soru var: Bu çocuklar nasıl başardı? Dahası, bu tür başarıları neden hâlâ tekil örnekler olarak konuşuyoruz?
Örneğin 2,3 milyon adayın Yükseköğrenim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları geçtiğimiz ay açıklandı. Bu sınavda mevcut eğitim sisteminin karnesi olarak değerlendirilen Temel Yeterlilik Testi (TYT) sonuçlarında bu sene ortalama netlerin oldukça düşük olması, fen bilimlerinde ortalama netin 4,11, matematikte ise 6’da kalması, matematikte adayların yüzde 13’ünün bir doğru dahi yapamaması, fen bilimlerinde hiç doğru yanıt veremeyenlerin oranının yüzde 9 olması oldukça düşündürücüydü.
Türkiye’de eğitime dair konuştuğumuzda genellikle çağdaş dünyanın ters yönüne ve çoğu zaman da çıkmaz sokaklara doğru son sürat ilerleyen müfredat değişiklikleri, yapboz gibi sürekli değişen sınav sistemleri ve şaibe iddiaları, atanamayan öğretmenler veya sansasyonel birkaç haber dışında derinlikli bir tartışma yürütülemiyor. Oysa Atlas ve Sidar’ın aldığı madalyalar, tam da bu gündemin ne kadar dar ve sığ olduğunu yüzümüze tüm gerçekliğiyle çarpıyor.
STEM neden bu kadar önemli?
En başından başlayalım. STEM (Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) neden bu kadar önemli? Önemli çünkü 21. yüzyılda sadece bilmek yetmiyor; derinlemesine düşünebilmek, problem çözebilmek, akılcı çözümler üretebilmek, eleştirel ve yaratıcı bakabilmek ve birlikte çalışabilmek de gerekiyor. STEM işte tam da bu yetkinliklerin tümünü kapsayan bir eğitim yaklaşımı. STEM eğitimi güçlü olan ülkeler, ekonomik ve teknolojik açıdan daha rekabetçi oluyorlar.
Ayrıca, birçok öngörüye göre, önümüzdeki yıllarda en çok talep görecek mesleklerin büyük kısmı STEM temelli olacak. Yapay zekâ, robotik, veri bilimi, yenilenebilir enerji ve biyoteknoloji gibi alanlar hızla büyüyor. STEM eğitimi, çocukları ve gençleri bu dönüşen iş gücü piyasasına da hazırlıyor.
Fen dendiğinde akla uzay bilimlerinden çevrebilime, genetikten fiziğe uzanan geniş bir yelpaze geliyor. Teknoloji alanında bilgisayar ve bilişim bilimleri; mühendislikte mekanikten elektriğe pek çok dal; matematikte ise cebir, istatistik ve geometri gibi disiplinler STEM çatısı altında değerlendiriliyor.
Ama Türkiye bu konuda maalesef yolun çok başında.
Üç yıllık döngülerle gerçekleştirilen, her döngüde bir alanın odak haline getirildiği ve 37’si OECD üyesi olan 81 ülke çapında yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nda (PISA) 2025 yılında 15 yaşındaki öğrencilerin fen becerilerine odaklanılacak. Oysa matematik, okuma ve fen alanlarında Türkiye halen OECD ortalamasının altında. Bu tablo da Türkiye’de öğrencilerin sosyoekonomik yeterlilikler ve akademik kapsayıcılık açısından ne kadar ayrıştığını her üç yılda bir bize yeniden anımsatıyor.
Örneğin 2022 yılı PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin matematik alanında ortalama puanı 453 iken OECD ortalaması 472. Fen alanında Türkiye’nin ortalama puanı 476 iken OECD ortalaması 485. Oysa, eğitimde STEM alanlarına verilen önemin artması, yalnızca bireysel başarıları değil, istihdamın geleceğini de şekillendirebilir. Nitelikli insan kaynağını daha okul sıralarında yetiştiren bu yaklaşım, aynı zamanda inovasyonu ve verimliliği artırarak ekonomik büyümeye ivme kazandırır. Böylece Türkiye, sadece teknoloji tüketen değil, teknolojiyi üreten ve yön veren ülkelerden biri olma yolunda önemli bir fırsat yakalayabilir.
Bu açıdan örneğin TÜSİAD’ın 2022 yılında çıkardığı “2023’e Doğru Türkiye’de STEM Gereksinimi” başlıklı raporunda şu ifadeler dikkat çekiciydi:
“STEM eğitim yaklaşımının okul öncesinden başlayarak tüm eğitim kademelerinde hayata geçirilmesi ve eğitimde kalitenin yükseltilmesi büyük önem taşımaktadır. Yaratıcı, yenilikçi, analitik ve eleştirel düşünen, problem çözme becerileri yüksek bireyler yetiştirilmesi için müfredatta, eğitim yöntemlerinde ve öğretmen eğitiminde iyileştirmeler fayda sağlayacaktır.”
Türkiye’nin STEM Karnesi Ne Diyor?
Türkiye, temel eğitimde OECD ülkeleri arasında hane halkının oransal olarak en fazla mali yük üstlendiği ülke. Türkiye’de temel eğitim harcamalarının yüzde 18’i hane halkı tarafından karşılanırken bu konuda OECD ortalaması yüzde 5. Bu yıl itibariyle OECD ortalamasına göre öğrenci başına yıllık harcama 14.209 dolar iken, Türkiye’de bu oran 5.425 dolar düzeyinde. OECD ülkelerinde temel eğitimin yüzde 93’ü kamu kaynaklarıyla finanse edilirken, Türkiye’de bu oran yalnızca yüzde 76.
Bütün bu veriler ışığında Atlas ve Sidar’ın başarısı elbette alkışlanmalı, ama unutmayalım: Bu başarı bir sistemin beklenen sonucu değil, o sistemin eksiklerini bireysel çabayla, aile yönlendirmesiyle, bilinçli öğretmenlerin katkısıyla ve kendi yılmazlıklarıyla aşan çocukların istisnai bir zaferi.
Peki Ne Yapmalıyız?
Öncelikle STEM eğitimini geliştirip tabana yaymalıyız. Bilimi toplumsallaştırmalıyız. Kodlama, robotik, fen deneyleri hâlâ Türkiye’de ayrıcalıklı okulların gündeminde. Oysa bunlar artık “lüks” değil; bu çağın temel okuryazarlık alanları. Avrupa’da ise birçok öncü ülkede çocuklar henüz ilkokul sıralarında STEM temelli sorgulama öğrenmeye başlıyor. Bizde ise hâlâ fen bilgisi dersinin yarısı ezber. Her mahallede, her köydeki okulda çocuklar laboratuvar ortamıyla, bilimle, robotikle, deneyle tanışmalı. Eğitimdeki bölgesel eşitsizlikleri azaltmadan, hiçbir çabamız kalıcı olmaz, olamaz.
Örneğin Foça’da disiplinlerarası ve deneysel bir müfredat sunan, tamamen gönüllü eğitimcilerin desteğiyle birkaç yıldır yürütülen, Türkiye’de alternatif bilim eğitiminin öncülerinden sayılan Bilimler Köyü projesi bu açıdan oldukça kıymetli bir örnek. Foça’da doğayla bütünleşik bir ortamda çadırlarda konaklayan çocuklar ve gençlerle, tek hücre ve uzamsal boyutta canlılık da, Homeros Destanları da, yapay öğrenmenin matematiği de tartışılıyor ve birlikte öğrenme zeminleri yaratılıyor. Bu projeye genellikle lise ve üniversite öğrencileri katılıyor; ama örneğin bu sene lise öğretmenlerine de bilim dersleri verilerek onların meslekiçi eğitimlerine katkı sağlandı.
Benzer bir şekilde, Beylikdüzü Belediye Başkanı Sn. Mehmet Murat Çalık’ın öncülüğünde “Çocuklar bilim ve sanatla buluşsun, bu topraklar yeni Aziz Sancarlar çıkarsın” mottosuyla yapımına başlanan, kendisi özgürlüğüne ve sağlığına kavuşana dek resmi açılışı haklı bir şekilde ötelenen Beylikdüzü Aziz Sancar Bilim ve Sanat Merkezi projesi de Beylikdüzü’nde bilim ve sanata erişimin sınıfsal bir ayrıcalık olmaktan çıkarıyor. Proje, hem bölgedeki çocuklara yaklaşık 1200 m2 alana sahip olan merkezin içerisinde STEAM (Fen, Teknoloji, Mühendislik, Sanat ve Matematik) Laboratuvarı, atölyeler ve konaklama alanları sayesinde yeni fikirler geliştirip projeler üretecekleri, bilim ve sanatla olan bağlarını güçlendirecekleri bir ortam sağlamayı, hem de uluslararası işbirlikleriyle diğer ülkelerden de çocukların davet edilerek kültürel etkileşimi güçlendirmeyi hedefliyor.
Öte yandan, öğretmene yatırım olmadan, öğretmenin iyi olma hali güçlendirilmeden, öğretmenlerin yeterliliklerini tanımlayıp güçlendirmeyi hedefleyen Milli Eğitim Akademisi gibi yeni projelere STEM eğitimini Batılı standartlarda eklemlemeden, öğretmenlerin inisiyatif alarak kendi bilim eğitimi materyalini seçip tasarlamasına izin vermeden bu iş olmaz. Çalışma koşulları ve gelir düzeyi iyileştirilen, mesleki itibarı korunan ve artırılan öğretmenlerle, yeterli bütçe aktarımı ile teknik ve teknolojik altyapıları ve donanımları iyileştirilen okullarla birlikte öğretmenlerin de öğrencilerin de eğitim alanındaki başarıları, mutlulukları ve okula bağlılıkları artırılabilir. Türkiye OECD ülkeleri arasında halen devlet ve özel okullar arasındaki personel eksikliği farkının en büyük olduğu dördüncü ülke.
Ayrıca, STEM eğitiminin ruhu, klasik ders anlatımının çok ötesinde bir pedagojiyi gerektiriyor. Problem çözmeye, sorgulamaya, birlikte üretmeye dayalı bu yaklaşımı öğretmenlerimize kazandırmadan yol alamayız. Öğretmeni sadece uygulayıcı değil, aynı zamanda tasarımcı konumuna getirmeliyiz.
İstanbul’un merkezindeki bir okulda 3D yazıcıyla tasarım yapabilen çocukla, Şırnak’ta hâlâ internet erişimi olmayan öğrencinin aynı sınav sistemine girmesi de hiç adil değil. Bu farkı kapatmazsak, yetenekler coğrafyanın kaderine hapsolmaya devam eder.
Eğitim, gerçek anlamda “gündem” olmalı. Eğitim her şeyin temelinde duruyor. Ekonomiden sağlığa, toplumsal barıştan dijital dönüşüme kadar uzanan bir etki alanı var.
Eğitim finansmanında sürdürülebilir modeller oluşturmadan, eğitimin STEM başta olmak üzere tümünde fırsat eşitliği güçlendirilmeden, ezber yerine merak duygusunu kamçılayan ve veri temelli eğitim politikaları geliştirilmeden, PISA ve daha nice uluslararası değerlendirmeden elde edilen sonuçlardan ders çıkarmadan, bilim eğitimi stratejik bir öncelik haline getirilmeden ancak eğitimde ara eleman açığını kapatmaya yönelik olarak iş dünyasının ucuz emeğe erişimini kolaylaştıran adımlar atılmış olur. Ama o sırada yüzlerce, binlerce, milyonlarca Atlas ve Sidar bu miyop yaklaşımlara heba edilir.
Eğitim Şart
Atlas ve Sidar’ın başarısı bize şunu hatırlatıyor: Nitelikli eğitim, aslında her şeyin önkoşulu. Ekonomik kalkınma, demokratik bilinç, aktif yurttaşlık, toplumsal eşitlik ve adalet… Bunların hepsi ancak nitelikli eğitimle mümkün.
Oysa bu ülkenin gerçek gündemi budur. Çünkü petrolümüz yok, yeraltı zenginliğimiz sınırlı ama potansiyelimiz var: çocuklar ve gençler… Eğitimi herkes için nitelikli ve erişilebilir hale getirirsek, çağdaş uygulamalardan ilham alarak eğitim içeriğini sürekli güncellersek, daha nice Atlas’ı ve Sidar’ı yalnız bırakmazsak, bu ülke yalnızca olimpiyatlarda değil, geleceğin ekonomisinde de, biliminde de adından söz ettirir.
Türkiye, genç nüfusu en yüksek OECD ülkesi. Ama aynı zamanda çocuk yoksulluğu, okul terki ve eğitimde eşitsizlik gibi göstergelerde de en kırılgan ülkeler arasında… Çocukları yalnızca ülkenin “yarınlarını sırtlayan”, demografik bir avantaj olarak görmek yetmez; onların bilgiyle, merakla ve özgüvenle bugün büyüyebileceği bir zemin sunmamız gerekiyor.
Bugün okullarımızda birer Atlas daha olabilir. Belki arka sırada oturuyordur, belki henüz keşfedilmemiştir. Ama bilimin, aklın ve emeğin yolunu açmadıkça, onu asla bulamayacağız. Zira gerçek başarı, madalya kazanan bir çocuğun değil; o madalyanın neden istisna değil, norm haline geldiği bir ülkenin olur.
MENEKŞE TOKYAY