Karanlığın Anatomisi: Fransa’dan Tarihi Bir Dava Daha

Fransa’da eski cerrah Joël Le Scouarnec, 25 yıl boyunca 10 farklı hastanede 299 çocuğa istismarda bulunmakla suçlanıyor. Savcılığa göre, 1989-2014 yılları arasında mağdurların 256’sı istismara uğradığında 15 yaşından küçüktü; yaş ortalaması ise 11’di. Davanın ilk duruşması 24 Şubat’ta görülmeye başlandı. Ancak yargılanan yalnızca eski bir cerrah değil. Fransa’nın adalet sistemi, tıp otoriteleri ve devlet kurumları da hesap veriyor.

“Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur.

Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur.”

Uğur Mumcu

 

Bedenleri iyileştirmesi beklenen ve bunun için tıp eğitimi almış bir cerrah, ruhları onarılamaz yaralarla baş başa bırakırken, yıllarca sessiz kalmış, göz ardı edilmiş, fark edilmemiş, belki de kayıtsız kalınmış çığlıklar şimdi mahkeme salonlarında hukuk eşliğinde yankılanıyor. Fransa, Gisèle Pelicot davasından beri cinsel istismar vakalarına dair en büyük hesaplaşmalarından birine daha sahne oluyor.

 

Eski cerrah Joël Le Scouarnec, 25 yıl boyunca 10 farklı hastanede 299 çocuğa istismarda bulunmakla suçlanıyor. 

 

Savcılığa göre, 1989-2014 yılları arasında mağdurların 256’sı istismara uğradığında 15 yaşından küçüktü. Ve fiziksel bütünlükleriyle birlikte güven duyguları da istismara uğradı. Mağdurların yaş ortalaması 11’di. 

 

Ve şimdi, 74 yaşındaki sanık, geçmişiyle yüzleşmek ve hesap vermek zorunda. Kendisi, duruşma öncesinde “Aşağılık eylemlerde bulundum. Bu yaraların silinemez ve onarılamaz olduğunun da farkındayım”, duruşma sırasında ise “Çocuklara yönelik saldırganlıklar gerçekleştirmek için statümden yararlandım” dedi. Ama geçmişin bıraktığı izler, yalnızca farkındalıkla silinebilir mi?

 

Karanlığın Perdesi Aralanıyor

 

Davanın ilk duruşması 24 Şubat’ta görülmeye başlandı. Geçen pazartesi, duruşma, yoğun sorgulamalar ve mağdurların da ifadeleri eşliğinde, ikinci haftasına girdi. 

 

Mağdurlardan biri, şu anda 45 yaşında olan Virginie. “Onun gözlerinin içine bakıp, ‘benim canımı acıttınız’ diyebilmek istiyorum” diyerek duygularını ifade ediyor basın karşısında… Le Scouarnec, günlüklerinde o sırada 9 yaşında olan Virginie’ye dair “fantezilerini” de ayrıntılı olarak kaleme almaktan çekinmemişti. 

 

Virginie ve daha nice kadın, yaşanan tüm bu ikincil travmaya rağmen Pandora’nın kutusunun açılmasını istiyor ve bunun için de kimliklerini ve yüzlerini gizlemeksizin adaletin peşinden gitmeye devam ediyorlar. Çünkü zamanında Pelicot’nun da dediği gibi, “utanç taraf değiştirmeli”. Ve Fransa yeniden bir “Me Too” hareketiyle karşı karşıya. 

 

Dosyada, mağdurların çoğunlukla ameliyat sonrası bilinci yerinde değilken veya genel anestezi altındayken istismara uğradığı, kurbanların maruz kaldıkları olayı idrak etme ihtimali düşük olan yaş aralığından seçildiği iddia ediliyor. Birçoğu hiçbir şey hatırlamıyor. Hatırlayanlar ise unutmayı diliyor. İçlerinden bazıları yetişkin olduklarında bir anda anoreksiyaya kapılmışlar, çoğunda “iğne korkusu” gelişmiş. 

 

Çocuklukta yaşadıkları travmanın üzerine derin bir unutuş yorganı çekilmiş; ama ruhları ve benliklerinde bu dehşet farklı şekillerde ortaya çıkmış. 

 

Kurbanlardan birinin avukatı, Le Scouarnec’in müvekkiline 11 yaşındayken, hastanede apandisit ameliyatı sonrası cinsel saldırıda bulunduğunu anlatıyor. Olay, 2001 yılında, doktorun yıllardır çalıştığı Bretonya’daki bir hastanede yaşanmış. Bir çocuk, tedavi edilmek için güvenle teslim edildiği bir yerde, en karanlık kâbusuyla karşı karşıya kalmış.  

 

Aralarında 4 yaşındaki bir hastanın, 6 yaşındaki komşusunun, hatta istismar başladığında yalnızca 4 yaşında olan iki yeğeninin de bulunduğu mağdurlar, bir insanın nasıl böylesine uzun süre saklanabilen bir suç düzeni kurabildiğini sorguluyor.

 

Başka tecavüz ve istismar suçlarından dolayı 2020’den beri cezaevinde bulunan Le Scouarnec, suçlu bulunursa şu an yatmakta olduğu 15 yıllık hapis cezasına ek olarak 20 yıl daha ceza alabilir. Ancak asıl soru şu: Bu suçlar neden daha önce durdurulamadı? Sözde hekimin çalıştığı hastanede bu süreçleri bilen ve susan kişiler var mıydı? 

 

Saklı Defterler, Kaybolan Hayatlar

 

Bu karanlık hikâyenin ilk satırları 2005 yılında yazılmıştı. Le Scouarnec, kredi kartının Rusya menşeli bir çocuk cinsel istismarı sitesine erişmek üzere kullanıldığı yönündeki istihbaratın Fransız yetkililerin eline geçmesi üzerine, o dönem çocuk istismarı içeren materyalleri bulundurmaktan ve ithal etmekten suçlu bulunmuş, ancak yalnızca 4 ay tecilli hapis cezası almıştı. Bu bir uyarı olmalıydı. Ancak Le Scouarnec’in saklanmasına yetti.

 

Dava, 7 yıl önce 6 yaşındaki bir çocuğun ailesine “Doktor bana dokundu” demesiyle yeniden alevlendi. Polis evine baskın düzenlediğinde, sırları açığa çıktı: İstismar ettiği çocukların isimlerini tek tek kaydettiği defterler, çıplak çocuk çizimleri, 300 binden fazla istismar görüntüsü içeren sabit diskler…

 

Ve en korkutucu itiraf, sanığın kendi kaleminden döküldü: “Ben bir pedofilim ve hep öyle kalacağım. Kendi torunuma da 2, 3 ve 4 yaşlarındayken cinsel saldırıda bulundum.” 

 

Sistemin Sessiz Suç Ortaklığı

 

Ancak yargılanan yalnızca eski bir cerrah değil. Fransa’nın adalet sistemi, tıp otoriteleri ve devlet kurumları da hesap veriyor.

 

Bir meslektaşı, Le Scouarnec hakkında yıllar önce tıp meslek örgütüne şikâyette bulunmuştu. Peki, neden hiçbir şey yapılmadı? 2005’te FBI’ın Fransız yetkilileri uyarması üzerine verilen hafif ceza, neden daha geniş çaplı bir soruşturmayı tetiklemedi? Bir cerrah, nasıl olur da 10 yılı aşkın bir süre boyunca gözden kaçmayı başarır?

 

Bazı avukatlar, France Victimes gibi mağdur destek servislerinin de görevini gerektiği gibi yerine getirmediğini söylüyor. 37 mağduru temsil eden Avukat Marie Grimaud, Fransa’nın mağdurlara yönelik sisteminin ne kadar yetersiz olduğunu vurguluyor.

 

Dolayısıyla bu yalnızca bir bireyin suçu değil. Bu, aynı zamanda, bir toplumun görmezden gelme, geçiştirme ve suskun kalma, örtbas etme suçudur.

 

Türkiye İçin Dersler: Çocuklar İçin Gerçek Koruma Var mı?

 

Her yıl yaklaşık 160 bin çocuğun cinsel şiddet mağduru olduğu tahmin edilen Fransa’da, şimdi istismar konusundaki tabular yıkılmaya ve geç kalmışlığın izleri onarılmaya çalışılıyor. Bunda, elbette Gisèle Pelicot’nun tüm ülkedeki kadınlara “sessizlik yasası”nı delip geçmeleri için verdiği cesaret ve ilham gücünün de etkisi var. 

 

Ama bu hikâye, yalnızca Fransa’ya ait değil. Almanya’da Katolik Kilisesi içindeki cinsel istismar vakaları, ABD’de Epstein skandalı aysbergin belki sadece görünen yüzü. 

 

H.K.G. gibi sembolik davalarla birlikte çocukların cinsel istismarı konusunda önemli kırılmalar yaşanan ve çocuk yaşta zorla evliliklerin de aslında ciddi bir istismar şekli olduğunun giderek ayrımına varan Türkiye için de kritik dersler barındırıyor. 

 

Ne güzel der felsefenin bilge kadını İoanna Kuçuradi: “İnsanlık onuru, sizin başınıza gelene değil, başkasının başına gelen ‘bir şey’e karşı, sizin nasıl tavır aldığınızdır.”

 

Le Scouarnec vakasında en çarpıcı olan, onun yıllarca sistem içinde korunmuş olması. 

 

Peki, Türkiye’de benzer durumlarla karşılaştığımızda ne yapıyoruz? 

 

Denetim mekanizmaları gerçekten işliyor mu? 

 

Mağdur destek hatları yeterince etkin mi? 

 

Bağımsız komisyonlar kuruluyor ve bu komisyonlar sivil toplum kuruluşları ve hukukçularla yeterince işbirliği yapıyor mu? 

 

Meslek örgütleri ve devlet kurumları çocukların haklarının korunmasında ne kadar etkin? 

 

Medya ne kadar cesur olabiliyor? 

 

Araştırmacı gazetecilik yoluyla böylesine çetrefil davaların gözden kaçan ayrıntılarına ulaşmak isteyen meslektaşlarımın önü açılıyor mu, yoksa yollarına mayınlar mı döşeniyor? 

 

Mağdurlar adalete ulaşabiliyor mu?

 

Bir ülkede hastanelerde, okullarda, bakım evlerinde ve aile içinde çocuk istismarına dair yeterince sıkı önlemler alınmadığında, ulusal hukuk ve uluslararası hukuk en çağdaş normlar ışığında uyumlaştırılmadığında, adalete erişim güçlendirilmediğinde, tüm çocuk koruma sistemi bağımsız izleme ve denetim kurullarıyla desteklenmediğinde, çocuk istismarcıları için elverişli bir ortamın taşları döşenmiş olur. 

 

Fransa, şimdi çocukları koruyamamış bir sistemin yozlaşmışlığıyla yüzleşiyor. Türkiye ise, bir Batılı ülkenin özeleştiri sürecinden geçtiği bu hatalardan ders alıp çocukları daha güçlü bir kalkanla korumak ve olası istismar vakalarında hesap verebilirliği güçlendirmek amacıyla sivil toplum ve medyayı güçlendirmek için proaktif adımlar atmalı. Fransa örneğinde gördüğümüz gibi ancak bu şekilde sessizlik ve örtbas etme kültürü yok oluyor. 

 

Ayrıca, çocuk istismarına karşı uluslararası sözleşmelerin -özellikle de Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve bazı lobilerin sürekli hedefe koymaya başladığı Lanzarote Sözleşmesi- etkin şekilde uygulanması, benzeri süreçlerde en büyük güvencelerden biri. 

 

Çünkü çocukların güvenliği, yalnızca bireysel suçlarla değil, toplumların neyi görmezden geldiğiyle belirlenir. Bir çocuk daha zarar görmeden, toplumların gözlerini açması gerekiyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.