“Kötü Türkçe, İyi Türkçeyi Kovuyor”

Dil, kulaktan beslenir, hepimiz duya duya öğrendik dilimizi. Kötü kullanım çok kullanılınca yadırganmaz oluyor. Ekonominin çok bilinen kuralı dilde de işliyor: Kötü Türkçe, iyi Türkçeyi kovuyor. Kulak alışıyor, zihin alışıyor; çarpık sözler bile doğal bir kullanım gibi geliyor insana… Türkçe ne yazık ki 25-30 yıl öncesine göre bugün daha ciddi sorunlarla karşı karşıya.

feyza hepçilingirler

Mülakat: Yaşar Akgün

 

Her dilde olduğu gibi, Türkçe de tarih akışı içerisinde farklı süreçlerden geçmiş ve günümüzdeki halini almıştır. Cumhuriyet devrimleri, şüphesiz ki dilde de çeşitli yansımalara yol açmış; siyasal, kültürel ve toplumsal dönüm noktalarına ek olarak teknolojik gelişmeler de Türkçede tartışılması gereken yeni konuları gündeme getirmiştir. 

 

Türkçenin köklü geçmişinden bugüne süregelen dil tartışmaları, küreselleşme ile birlikte farklı açılımlar kazanmış ve incelenmesi gereken konuların sınırlarını genişletmiştir. Bu bağlamda, Türkçe üzerine çalışmalarıyla bilinen dilbilimci Feyza Hepçilingirler ile Türkçenin doğru kullanılmaması, medyanın Türkçeye etkisi, İngilizcenin kültür emperyalizmindeki konumu ve Türkçedeki Arapça, Farsça etkisinin yeniden gündeme gelmesi gibi çeşitli konuları ele aldık.

 

DİL, KULAKTAN BESLENİR

 

Türkçe “Off” serisi, yayımlandığı yıllarda Türkçenin yanlış kullanımı üzerine büyük bir farkındalık yaratmakla beraber, başta dilciler olmak üzere öğrencilerden yetişkinlere pek çok kişi için de kaynak kitap teşkil etmişti. Bununla beraber eserlerinizin yayımlanışının üzerinden neredeyse 20 yıl geçti. Bu süre içerisinde Türkçenin seyrini nasıl yorumluyorsunuz? Türkçenin doğru kullanımı ya da en azından kirletilmemesi noktasında olumlu bir gidişattan söz etmek sizce mümkün mü? 

 

Değil ne yazık ki… Dil, kulaktan beslenir, hepimiz duya duya öğrendik dilimizi. Kötü kullanım çok kullanılınca yadırganmaz oluyor. Ekonominin çok bilinen kuralı dilde de işliyor: Kötü Türkçe, iyi Türkçeyi kovuyor. Kulak alışıyor, zihin alışıyor; çarpık sözler bile doğal bir kullanım gibi geliyor insana. Dizinin, Türkçe “Off” adını taşıyan ve en çok ses getiren ilk kitabı 1997 yılında yayımlandı. Oradaki yanlış kullanım örnekleri çok garibine gidiyor, çok güldürüyordu okurları. Aradan çok değil, beş-altı yıl geçtikten sonra aynı örnekler yadırganmaz oldu. Derslerinde kitabı okutan öğretmen arkadaşlarım, öğrencilerin “E, ne var bunda?” tepkisiyle karşılaştıklarını söylemeye başlamışlardı bile. “Kendine iyi bak” sözü bunun iyi bir örneği. Başlangıçta yadırgadığımız, hatta dalga geçtiğimiz bir kalıptı. “Niye? Hasta olsam sen bakmaz mısın bana?” diye sorduğumuzu anımsıyorum. Geçen zaman içinde insanlar alıştı bu kullanıma. Önce kulaklar alıştı, sonra zihinler, nazik bir vedalaşma sözü yerine geçti ve hiç mi hiç yadırganmaz oldu. O kadar ki dilimden döküldüğünü fark etsem ben bile şaşırmayacağım. 

 

Yalnız çeviri yoluyla gelenler değil, İngilizceden gelen pek çok sözcük, pek çok kalıp başta biraz tepki uyandırsa da bir süre sonra kullanım alanına giriyor. Son yıllarda Dil Devrimi’nin kazanımlarından da ödün verilmeye, geri adımlar atılmaya başlandı. Gençler bizim kuşağın yıllar önce kullanımdan çıkardığı Osmanlıca sözcüklere özenir, onları kullanır oldu. Özetle Türkçenin kötü kullanımında herhangi bir gerileme yok; ne yazık ki durum 20-30 yıl öncesinden çok daha kötü.

 

YALNIZ SPİKER VE SUNUCULARIN DEĞİL, SİYASİLERİN DİLİ DE ÇOK ETKİLİ

 

Dilimizdeki yanlış kullanımların yaygınlaştırılması noktasında medyanın büyük bir rol oynadığını sıklıkla vurguluyorsunuz. Keza Türkçenin doğru kullanımından bihaber spikerlerin ve muhabirlerin halkın kullandığı Türkçe üzerindeki olumsuz etkisi, çeşitli örneklerle beraber eserlerinizin pek çok bölümünde irdelenmekte. Günümüz medyasını incelediğinizde her gün milyonlarca insana hitap eden spiker ve muhabirlerde aynı dilbilgisi eksikliğini görüyor musunuz?  

 

Medyanın, medya içinde en yaygın yayın organı olarak televizyonların etkisi büyük. Yalnız spiker ve sunucuların değil, siyasilerin dili de çok etkili. Siyasilerin dillerine doladıkları ve durmaksızın kullandıkları kimi sözcükler dinleyenlere ulaşıyor, onların diline de dolanıyor. Sözgelimi sizin de birkaç kez kullandığınız “noktasında” sözcüğü siyasiler tarafından kullanıla kullanıla topluma mal oldu. İşi topluma seslenmek olan kişilerin dil eğitiminden geçirilmeleri şart. Okullarda öğretilen dilbilgisi (Türk Dil Kurumu’nun önerdiğinin tersine Fransızca “gramer” anlamında kullanıldığında tek sözcük olarak yazılması gerekir) ölü bir bilgi olarak aktarılıyor öğrenciye. Bu bilgiye yaşamın içinde, dili kullandığı her an gereksinme duyacağı söylenmiyor. Ezberlenmiş birtakım bilgilerle öğretilmiş/öğrenilmiş gibi yapılarak geçiştiriliyor. Oysa vurgudan tonlamaya, diksiyona her incelik öğretilmeli. Spikerlerden önce öğretmenlere, yalnız Türkçe öğretmenlerine değil, her dersin öğretmenine. Sonra sunucu ve haberciler dahil, halka seslenecek her türlü uğraşın sahiplerine Türkçenin doğru ve güzel kullanımı öğretilmeli. Öğretilmeli ki onlardan duyanlar da öyle kullanmaya özensinler. 

 

DİLİMİZLE İLGİLİ BİR ÇEŞİT AŞAĞILIK KOMPLEKSİMİZ VAR

 

Başka bir söyleşinizde “Bu davaya gençleri kazanamazsak dilimizin İngilizce karşısında yenilmesine, ezilmesine, erimesine, hatta ölmesine kayıtsız kalacağız ve dilimizi ölüme terk edeceğiz” şeklinde bir ifadeniz bulunmakta. Günümüzde başta Netflix olmak üzere çok çeşitli görsel-işitsel araçlar özellikle de gençler arasında çok yaygın bir biçimde kullanılıyor. Öyle ki artık Türkçe konuşurken farkında olarak ya da olmayarak İngilizce kelime kullanan insanların sayısı hiç de az değil. Genellikle İngilizcenin hüküm sürdüğü bu yeni görsel-işitsel ortamda gençlerin “ana dili etkin kullanma” becerilerini nasıl buluyorsunuz? 

 

Kendimi biraz geriye çekip baktığımda dilimizle ilgili bir çeşit aşağılık kompleksimiz olduğunu görüyorum. Sanıyorum biz, tarihin hiçbir döneminde kendisiyle barışık, kendisinden memnun insanlar olmadık. Her dönemde kendimizden güçlü gördüklerimizin etkisinde kalmışız, onların dilinden sözcükler almakla yetinmemiş, adlarımızı bile onlarınkine benzetmeye çalışmışız. Ta 8’inci yüzyılda Türklerin ilk yazılı eseri Orhun Yazıtlarında Bilge Kağan, “Türk beğleri Türk adını attı. Çinli beğlercesine Çin adını tutarak, Çin kağanına görmüş (bağlanmış)” diyerek Türk beylerinin Türk adını atıp Çinli adı aldığını belirtmiş. Anadolu’ya gelindikten sonra güçlü olan komşu değişmiş. İran kültürüyle Farsçaya, Kuran’ın diliyle Arapçaya bağlanmışız. Tanzimat’tan sonra yüzümüzü Batı’ya dönünce Fransızca rüzgârı esmeye başlamış. Giyim kuşamımızdan ev eşyamıza kadar yaşamımıza yeni kattığımız ne varsa Fransızca adlarıyla gelmiş. Eskiden halk, anadilini sever ve korurdu. Arapçayı, Farsçayı zaten bilmiyordu. Öğrenme olanağı da bulunmadığı için dilini o dillerden uzak tuttu. Fransızca öğrenme, Osmanlı münevverlerinin ulaştığı bir şanstı. Halkın böyle bir olanağı zaten yoktu. Dolayısıyla Fransızca öğrenip konuştuğu dile ekleme aymazlığından doğal olarak uzak durdu. Şimdi durum öyle değil. Rüzgâr epey uzaklardan, ta ABD’den esiyor. Bu rüzgârdan yalnız gençler, yalnız Netflix izleyenler etkilenmiyor; görsel ve işitsel ve de sanal medyanın rüzgârı yaşı kaç olursa olsun, herkesi etkiliyor. “Buzlu çay” istediğim garson, “Ha, ice tea istiyorsunuz!” diye beni düzeltiyorsa; almak istediğim aleti, “Hani bitki çayı yapmak için kullanılan” diye anlatmaya çalışırken satıcı hafifçe ayıplayarak “French press” diye öğretiyorsa yalnızca gençleri suçlamak büyük haksızlık olur. Yine bir uygarlık değişimi, kültürel dönüşüm geçiriyoruz. Giyimimizden yeme içmemize kadar bütün alışkanlıklarımız etkileniyorken dilimizin aynı kalması söz konusu değildi; o da etkilendi. Benim önerim, köklü bir çare olarak kendimizle barışmamız. Biz dilimizi sevmediğimiz sürece her dönemde etki altına gireriz. Gençlerin önce kendilerini, sonra içine doğdukları dili ve o dilin kültürünü sevmeleri gerekir. Sevdiklerimizin üstüne titreriz; insan sevmediği şeyi korumaz. 

 

ÇEVİRMENLİKTE EN AZ YABANCI DİL KADAR ANADİLİN DE ÖNEMSENMESİ GEREKİR

 

Türkçe “Off” isimli eserinizde “Nerede kaldı edebiyatın, sanatın, çevirilerin bize sunduğu kültür alışverişi? Diğer kültürlerin olumlu değerlerini nasıl öğreneceğiz?” (s. 347) sorularını sormaktasınız. Çeviri uğraşını Türkçenin ve kültürümüzün gelişimi için önemli bir yere konumlandırmanız esasında çevirmen olan bizler için çok değerli bir durum. Dilimizin korunması ve geliştirilmesi noktasında çevirmenlere düşen görevleri biraz daha açımlamanız mümkün mü?

 

Çevirmenlerimizin çoğunun Türkçeden yabancı dile çevirmek yerine, yabancı dilden Türkçeye çeviri yapmayı yeğlediğini gözlüyorum. Türkçeden başka dile çeviri yapmak daha zor, daha külfetli geliyor sanırım. Bu çevirilerde kaynak dil konumundaki yabancı dilin iyi bilinmesi önemseniyor; anadili olduğuna göre zaten biliniyordur denerek Türkçe bilgisinin güçlendirilmesi önemsenmiyor. Sonra da ortaya “çeviri dili” ve “dublaj Türkçesi” dediğimiz kullanımlar çıkıyor. Oysa çevirmenlikte en az yabancı dil kadar anadilin de önemsenmesi gerekir. Sağlam bir Türkçe bilgisine sırtını dayayan çevirmen yalnızca Türkçeye özenli yapıtlar kazandırmakla kalmaz, pek çok yabancı kavramın Türkçesini bulma ve dilimize kazandırma şansına da ulaşır. 

 

Bizler Türkçeyi ne kadar doğru kullanmaya çalışsak da düzgün bir Türkçe ile yazılıp sunulmayan haberler ve “önemli insanlar” şeklinde düşünülen insanların kullandıkları yanlış ifadeler bizler farkında olmadan kullandığımız Türkçeyi olumsuz etkileyebiliyor. Dilin kulaktan beslendiğini belirttiniz. Kulaklarımızın yanlış bir Türkçe ile beslenmediğinden emin olmanın bir yolu var mıdır? 

 

Ne yazık ki yoktur. Eskiden Türkçesini geliştirmek, zenginleştirmek isteyenlere “Radyo dinle, gazete oku” diye önerilerde bulunulurdu. Şimdi çocuklara, gençlere neredeyse bunlardan olabildiğince uzak durmaları söylenecek. Kötü Türkçe ile karşılaşma olasılığı bu kadar yüksek olduğuna göre yapılabilecek biricik şey, kitaplara sığınmak. Onlardan da çalakalem/çalatuş yazılmış olanları değil, titizce yazılmış, özenle çevrilmiş olanları araştırıp bulmak, onları okumak gerek. Bir de bulabilirseniz düzgün konuşan insanları dinlemek. Belki sesli kitaplar çare olabilir ama onları okuyan tiyatro sanatçılarının bile hatalı telaffuzları oluyor ne yazık ki… Şu aralar dinlediğim kitapta “Rakım” olan ve a’sının hafifçe uzatılarak okunması gereken erkek adının, “Mezelerim burada, rakım nerde?” derken söyleneceği gibi “rakım” diye seslendirilmesi sinirlendirip durmakta beni.  

 

TÜRKÇE 25-30 YIL ÖNCESİNE GÖRE BUGÜN DAHA CİDDİ SORUNLARLA KARŞI KARŞIYA

 

Türkçeye ilişkin kitaplarınızın yayımlandığı günlerdeki dile dair sorunlar sizce güncelliğini koruyor mu yoksa günümüz koşulları altında Türkçenin yeni sorunlarla karşı karşıya olduğunu belirtebilir miyiz? Eğer gelişen teknoloji ve medya araçlarıyla birlikte Türkçenin geçmişe kıyasla farklı sorunları olduğunu düşünüyorsanız, bu bağlamda Türkçeyi konu edinen yeni bir çalışma kaleme almayı düşünüyor musunuz? 

 

Türkçe ne yazık ki 25-30 yıl öncesine göre bugün daha ciddi sorunlarla karşı karşıya. Eski sorunlar yerli yerinde duruyor; üstüne yenileri eklendi. İngilizce sözcükler, cümle kalıpları, bilgisayar teknolojisi ve sanal medya aracılığıyla artmayı sürdürüyor. Onlarda herhangi bir azalma yok. İngilizcenin üstüne Osmanlıca geri geldi. Türkçe “Off”ta İngilizce tabelalardan yakınıyordum; şimdi o tabelalara “Keyf-i Bahçe, Bahçe-i Leziz, Kebab-ı Âla” gibi Osmanlıcaları eklendi. Televizyon dizileriyle pompalanan Osmanlı hayranlığı, Osmanlıca özentisi yarattı. Şimdi bir de bununla uğraşmamız gerekecek. Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı Türkçeleşme hareketini başlatmasının üstünden 114 yıl geçti. Bugün pırıl pırıl bir Türkçeye ulaşmış olmamız gerekirdi; oysa biz hâlâ Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaya çalışıyoruz. 

 

Türkçe “Off”tan sonra Türkçeyi konu edinen kitaplar… Yazmaz mıyım?  Yazmaya ve yayımlamaya hiç ara vermedim ki! Şöyle bir dökümünü yapayım isterseniz.

 

Türkçe Dilbilgisi (2004), Dedim: “Ah!” (2006), Dilim Dilim Anadilim (2007). 2005-2013 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinin Kitap ekinde yazdığım Türkçe Günlükleri’ni altı kitap halinde yayımladım. 2022’de Öyküyü Yazmak ve bu yıl (2024) Ama Önce Türkçe. Ayrıca çocuklar için Türkçe konulu kitaplar: “Off” Dilim, Kanatlı Nokta ve Pelin, Yazarlık Sınıfı, Dut Yemiş Bülbül… Şu anda da Varlık dergisinde Türkçe Günlükleri’ni yazmayı sürdürüyorum.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.