Kreş mi, Bakıcı mı? Aslında Çocuk Bakımında Üçüncü Bir Yol Var

2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesi, refah hizmetlerinde geleneksel aile değerleriyle modern bilimsel yaklaşımları bir araya getirmek için özel bir fırsat sunuyor. Kadınların hem “anne” hem “çalışan kadın” kimliğiyle var olabildiği, 0-3 yaş arası bebeklerin güven içinde geliştiği, kadim kültürel dayanışma pratiklerini korurken aynı zamanda bilimsel standartları hayata geçiren yenilikçi modeller devreye girmeli. Avrupa ülkelerinde yaygınlaşan “ev tabanlı lisanslı bakıcı modeli”, çalışan annelerin enformel akraba veya bakıcı desteği ile kurumsal kreşler arasında bırakılmış çaresizliğine üçüncü bir yol sunabilir. Hem ev sıcaklığını hem profesyonel disiplini harmanlayan bu model, Aile Yılı’nda tartışılması gereken en önemli bakım alternatiflerinden biri olabilir.

çocuk bakımı

Aile Yılı, Türk ailesini korumayı ve güçlendirmeyi yeniden gündem yaparken, şu soruyu da beraberinde getiriyor: Çocuklarımızı yetiştirmede, kadim olanla modern olan arasında kültürel bağlarımızı koparmadan nasıl köprü kurarız? Bir yanda annelik rolüne dair toplumsal beklentiler, diğer yanda kadınların işgücüne katılımı… Bu iki ayrı yolun çatıştığı noktada, en büyük bedeli çoğu zaman çocuklar ödüyor.

 

Bir çocuğun yaşamının ilk üç yılı, tüm yaşamının temelini oluşturur. Fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişimin en hızlı yaşandığı bu dönemde, güvenli ve nitelikli bakım bir zorunluluk haline gelir. Ancak Türkiye’deki mevcut koşullarda çoğunlukla iki seçeneğimiz var: Ya aile büyükleri veya enformel bakıcılarla evde çözüm bulmak ya da kurumsal kreşlere yönelmek.  0-3 yaş çocuklar, kalabalık bir kreş ortamına erken gittiğinde ayrılık kaygısına maruz kalabiliyor, evde enformel bakıcıyla kaldığında ise “Ne kadar güvenilir, ne kadar eğitimli, ne kadar uyaran var?” sorusu aklımızın bir köşesini kemiriyor.

 

0-36 Ay Çocuk Bakımında Üçüncü Yol: Ev Tabanlı Lisanslı Bakım

 

Erken çocuklukta, aile dışı bakımın en yaygın çözümü kreşler ve gündüz bakım evleri. Bu merkezler belirli standartlara ve profesyonel denetimlere sahip. Fakat 0-3 yaş aralığındaki çocuklar söz konusu olduğunda, birebir ilgi ve gözetimin önemi iyice artıyor. Küçük çocuğun birebir bakım sağlansa dahi kalabalık ortamlarda kaybolma ihtimali, ayrılık kaygısını aşma güçlüğü ve uyku-uyandırma rutinlerinden beslenmesine kadar birçok detayı yönetmek her zaman kolay değil. Çocukların birbirine benzemediğini bile bile toplu kuralların işlediği sistemler yer yer yetersiz kalabiliyor.

 

Böylece evde (bazen ailenin kendi evinde bazen de bakıcının evinde) çocuk bakımını esas alan üçüncü bir modelin ortaya çıkışına şahit oluyoruz. İngiltere’de “childminder” (çocuk bakıcısı), Fransa’da “assistante maternelle” (tam tercümesi analık yardımcısı) ve Belçika’da “kind en gezin” (çocuk ve aile) benzeri sistemler, aslında bu ev tabanlı yaklaşımın kurumsal standartlarla harmanlanmış başarılı örneklerini sunuyor. Ev sıcaklığında, birebir veya küçük gruplar halinde… Üstelik düzenli eğitim ve denetim mekanizmalarıyla desteklenerek. Bu modelin Türkiye’deki yolculuğu ise henüz kurumsallaşmadı. Benzer bir çaba olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bir ‘komşu anne’ projesi (EDUCARE) olsa da biz bunun ötesini kastediyoruz.

 

Gelin en baştan başlayalım: Ev tabanlı bakım, çocuğun doğal ve sevgi dolu bir atmosferde gelişimini destekleyen bir gündüzlü bakım modeli. Mahremiyetin ve bireysel ilginin yüksek olduğu bu tarz bakımda, bir bakıcı en fazla üç ya da dört çocukla ilgileniyor. Tam zamanlı veya kısmi zamanlı çalışıyor. Bakım, bakıcının evinde en çok dört çocukla ya da çocuğun evinde bire bir bakımla gerçekleşiyor. Her bir çocuğun mizacını, ihtiyaçlarını, hatta en çok hangi oyuncağa güldüğünü bilen bir bakıcı düşünün. Bazen düşünürüz; çocuğun o minik parmaklarıyla birine dokunurken ne kadar güvende hissettiğini. Ev tabanlı model bunu daha samimi bir çerçevede sunuyor.

 

Evde Ama Kurumsal ve Profesyonel Bakım

 

Evde bakım hizmeti; şu sıralar herkesin kafasında canlanan “kayıtsız, eş-dost üzerinden bulunan bakıcı” tablosunun kurumsal standartlarla iyileştirilmiş ve izlenen bir profesyonel versiyonu aslında. Bir tür “Komşu Anne” yaklaşımı ama mesleki yeterliliği doğrulanmış, düzenli eğitim almış, çocuk gelişimi alanına hâkim ve her ay-hafta denetim sürecinden geçen bir profesyonel düşünün. O profesyonelin evinde belki küçük bir oyun alanı, yaş grubuna uygun raflar, minik adımların çarpmaması için düzenlenmiş köşeler var. Belki günün belli saatlerinde bebeklerin bilişsel gelişimini destekleyecek etkinlikler yapılıyor. Çünkü orada “senelik müfredat” gibi kurumsal bir kavram yerine “her çocuğa bireysel program” gibi bir prensip hâkim. Bebeğin tüm rutinlerinin düzenlenebildiği, gün içinde ebeveynlerin anlık bilgi alabildiği, hatta istenirse kamera desteğiyle izlenebildiği bir bakım türü oluşturulmuş. Bu senaryo anne-baba için daha güven verici değil mi?

 

Risklere Duyarlı Bakım

 

Gelelim toplumsal kabulün önündeki en büyük bariyerlere. İlki kültürel direnç, ikincisi ise kurumsal ve yasal altyapı eksikliği. Yaşlı büyükannelerimiz, “Biz seni ne şartlarda büyüttük…” diye söze başlar ya, orada aslında ev tabanlı bakımın kökleri vardır. Ama bu bakım çoğu zaman tamamen enformel kalır. Yani hiçbir sistematik denetim veya eğitim yoktur. Sonra akla gelen diğer kaygı: “Ya istismar olursa, ya bakıcı yeterli değilse?” Oysa İngiltere ve Fransa örneklerinde, bakıcının en küçük bir kötü davranışı veya çocuğa yönelik ihmali söz konusu olduğunda çok hızlı harekete geçilebiliyor. Resmî denetim mercileri yılda birkaç kez anlık ziyarette bulunuyor. Bakıcının ev ortamı, hijyenden güvenliğe kadar kapsamlı kontrollerden geçiyor. Geçmişine (tüm fertlerin adli siciline), aile yaşantısına, o günkü ruh hâline varana dek bakılıyor. Hatta Fransa’da, “assistante maternelle” statüsü kazanmak için 120 saatlik eğitim bile yeterli gelmiyor, sonrasında düzenli sertifikasyon yenileme zorunluluğu ve periyodik hizmet içi eğitimlerle bu model dinamik tutuluyor. Yani “Ben bu işi seviyorum, zaten yıllardır çocuk bakıyorum” demek, tek başına yeterli değil.

 

Yönetim mimarisi ülkemize benzeyen Fransa’daki modeli biraz daha gözünüzün önünde berraklaştırmanız için şöyle anlatabiliriz: Resmî internet sitelerinde, örneğin Paris’te ikamet ettiğiniz mahallede size yakın ve uygun olan “bakıcı anneler”in ayrıntılı bilgisini ve çocuğunuz için sağladığı bakım seçeneklerini harita üzerinden öğrenebiliyorsunuz. Böylece çocuğunuz ve kendiniz için uygun olan bakıcıyı ve bakım saatlerini esnek biçimde planlayabiliyorsunuz. Bugün Fransa genelinde kayıtlı ve lisanslı bakıcı annelerin sayısı 300 binin üzerinde. İngiltere’de 40 bin, Belçika genelinde ise 10 bin civarında kişi lisanslı bakıcı annelik hizmeti veriyor. Fransa’nın diğer ülkelere göre yüksek sayıda bakıcısının olması aslında bu sistemin yaygınlığından ve devlet tarafından uzun yıllardır desteklenmesinden kaynaklanıyor. 

 

fransa çocuk bakımı

Fransa genelinde ev tabanlı çalışan bakıcı annelerin sayısını ve dağılımını gösteren resmî harita (https://monenfant.fr)

 

fransa çocuk bakımı

Fransa genelinde ev tabanlı çalışan bakıcı anne haritası içinde mahallelere göre bakıcıların listesinden bir görünüm (https://monenfant.fr )

 

İlk 36 Ayın En Önemli Kavramı: Güvenli Bağlanma

 

Biraz daha akademik taraftan bakarsak 0-36 ay aralığındaki çocukların duygusal ve bilişsel gelişimlerinde “güvenli bağlanma” anahtar kavramlardan biri. Çocuğun kendini güvende hissetmesi, ona bakan yetişkinin tutarlı tepkileri, yakın fiziki temas ve sevgi dolu bir iletişim ile mümkün. Tüm bunlar ileriki yaşlardaki sosyal ilişkilerden kendilik algısına kadar uzun vadede etkili oluyor. Birebir veya küçük gruplu ev bakımı, işte bu güvenli bağlanmayı kolaylaştırıyor. Kurumsal bir kreşte de mümkün elbet ancak orada çocuk başına düşen ilgi süresinin kısıtlı olması riski söz konusu. Evde bakıcı modeli tam da bu noktada bir alternatif: Çocuğun her nefesini, her bakışını takip edebilecek kadar yakın ama aynı zamanda profesyonelliğin gerektirdiği ciddiyette standartları uygulayacak kadar disiplinli.

 

Elbette ebeveynlerin “Gelin, biz size çok güvenli bir model kurduk, buyurun çocuğunuzu emanet edin” denildiğinde hemen ikna olması beklenmemeli. Toplumsal farkındalık ancak somut başarı hikâyeleri ve etkili bilgilendirme çalışmalarıyla sağlanır. Burada yerel yönetimlere, kamu kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına büyük rol düşüyor. Mahalle kültürünün güçlü olduğu yerlerde “Komşu Anne” benzeri projeler devreye alınabilir. Bu projelerde, sözgelimi aynı apartmanda veya aynı sokakta oturan, çocuk gelişimiyle ilgili eğitim almış ve sertifikalandırılmış bir bakıcı, birkaç ailenin çocuklarına dönüşümlü olarak bakabilir. Aileler, sırayla birbirlerini gözlemleyerek şeffaf bir denetim ortamı oluşturur. Tıpkı eskiden mahallede kapılar açıktı, herkes birbirine destek olurdu misali ama bu defa mesleki ölçütlere dayalı. Yani “Bizim sokaktaki Fatma Abla çok iyidir, bakar işte” demekle kalmayan, belgeli ve denetlenen bir süreç…

 

Bebek ve Çocukların Hakları


Biraz da bebek ve çocukların haklarından bahsedelim. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre her çocuğun güvenli, sağlıklı ve sevgi dolu bir ortamda yaşama hakkı var. Bu hak, ister kreşte ister evde sağlansın, temel ilke aynı: Çocuğun üstün yararı gözetilmelidir. 0-3 yaş aralığındaki en savunmasız dönem için “ev tabanlı bakım” denetimle ve düzenli eğitimle güvence altına alındığında, bu hakkın daha esnek şekilde hayata geçirildiği bir model ortaya çıkıyor. Ebeveynlerle düzenli bilgilendirme ve geribildirim döngüleri oluşturuluyor. Çocuğun günlük beslenmesinden uyku düzenine kadar her şey raporlanıyor. Hatta evdeki fiziksel düzenlemeler, oyuncak seçimi ve faaliyet tasarımları bile bireysel ihtiyaçlara göre şekilleniyor. Böylece çocuk okula başlamadan önce bile sosyal-duygusal becerilerinin nüvelerini ailevi bir atmosferde edinebiliyor.

 

Emin Eller

 

Güvenirlik ve kaliteyi sağlama noktasında ise evde bakım modelinin altını dolduran akademik ve kurumsal çalışmalar devreye giriyor. İngiltere’de Ofsted kayıtları, Belçika’da Kind en Gezin programı, Fransa’da Assistante Maternelle uygulamaları incelendiğinde, bu modelin “emin ellerde” ne denli etkili olduğu açıkça görülüyor. Mesela Belçika’da bakıcı olmak isteyen bir kişi 160 saatlik bir kursa katılıyor, ardından yazılı sınavlar ve uygulamalı stajlar geliyor, sonrasında da evine gelen denetmenler aracılığıyla titizlikle kontrol ediliyor. Evin güvenlik düzenlemeleri, elektrik prizlerine kadar inceleniyor. Ebeveynleriyle yapılan anketler, gerekirse komşuların görüşleri bile devreye giriyor. Bütün bunlar belki ilk bakışta “çok bürokratik” gibi duruyor ama aslında bakıcının ve ailenin de yararına. Kim çocuğunu tesadüfen bulduğu bir bakıcıya emanet etmek ister? Bakıcı da böyle bir titiz süreç sonunda mesleğine daha fazla saygı duyar hale geliyor, toplumsal statüsü yükseliyor.

 

Güvenli Bağlanmaya Bir Köprü

 

Aile Yılı’nın getirdiği canlılıkla “Ne yapsak da anneleri rahat ettirsek, bebeklere kim baksın?” diye düşünüyorsak, ev tabanlı profesyonel bakım modeli kalbimize dokunan bir cevap olabilir. Çünkü bu model, işine dönmek zorunda kalan veya çalışmak isteyen annelerin ufkunu açıyor, 8-5 mesaili kreş kalıplarına sığamayan ailelere esnek saatler sunuyor. Ücretlerin Avrupa’da 2-4 euro/saat civarındaki dengeli seyrine, kimi ülkelerde kamu otoritelerinin sağladığı sübvansiyonlar da eklenince, “bu iş bütçemi aşar mı” kaygısı hafifliyor. Üstelik güven, eğitim ve sevgi sacayağında yürüyen bu bakım anlayışı; kadının hem anne hem çalışan olarak varlığını değerli kılıyor. Bakıcı da bu süreçte kayıt dışılıktan kurtulup mesleki saygınlığa kavuşuyor.

 

Evet, riskler var. Kültürel direnç, yasal altyapı eksikliği ve “ya istismar olursa” korkusu… Ama Avrupa’da bu risklerin nasıl yönetildiğini gördük: Sıkı denetim, eğitim, ebeveynlerle şeffaf iletişim, ev ortamının düzenli kontrolleri, psikolojik ve pedagojik destekler. Çocuğu “kadim” şefkat anlayışından yoksun bırakmadan, “modern” denetim mekanizmalarıyla güvence altına almak bu modelin iddiası. 

 

Tıpkı İstiklal Harbimizin önde gelen kumandanlarından Kazım Karabekir Paşa’nın; “Çocuk davamız, bütün varlığımızı saran büyük davamızdır” dediği ve himayesine aldığı yaklaşık 8.000 çocuğun hikâyesini anlattığı Çocuk Davamız adlı eserinde açıkça ifade ettiği gibi, geleneğimizle bilimsel yaklaşımları harmanlamak; bir milletin kıymetli tarihsel mirasını koruyarak geleceğe emin adımlarla ilerlemesinin anahtarıdır. Aksi durumda ise, “iyi bakılmayan çocukları olan bir milletin, nüfus davasının da medeniyet davasının da ve nihayet insanlık davasının da teyit kuvvetleri cılız kalacaktır.”

 

Hülâsa, en çok ihtiyacımız olan şudur: Toplumun geleceğini şekillendiren küçük çocuklarımızın ihtiyacını duymak, kadınlarımızın hayatı “eksik” yaşamalarını istememek, aile kurumunu içtenlikle güçlendirmek. Aile Yılı, bu sesi daha gür çıkarmamızı sağlarsa ne mutlu. Çünkü bir çocuğun minik elleri, sadece anne kokusuyla değil; güvendiği bir bakıcı annenin emin elleriyle de huzur bulabilir. Belki de bu huzur, yarınların daha umutlu, daha sağduyulu olacağı bir topluma doğru uzanan en sıcak köprü olacaktır.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.