Mitlerden Devlete: Siyonizm’in Arkasındaki Kayıp Tarih
Kutsal metinler tarih ve siyasetle iç içe geçti. Babil Sürgünü’nden modern Siyonizm’e uzanan çizgide, travmalar “seçilmişlik” ve “vadedilmiş toprak” anlayışına dönüştü. Mitlerin kimlik inşası ve siyasal projelerde bir “işlevi” vardı. Yahudilerin kutsal metinlerdeki seçilmişlik iddiası, sürgün sonrası yeniden üretilmiş bir kimlik kurgusuydu. Diaspora tecrübesi, hem dini travmalar hem de ideolojik telafi mekanizmaları doğurdu.

Mülakat: Cihat Arpacık
Ortadoğu’nun siyasi krizlerini anlamak için yalnızca güncel aktörlere ve askerî dengelere bakmak yetmez, binlerce yıl öncesine uzanan kutsal anlatıların ve bu anlatıların zaman içinde aldığı ideolojik biçimlerin de izini sürmek gerekir.
Prof. Dr. Zafer Duygu, yeni kitabı “Vadedilmiş Topraklar: Ortadoğu’yu Esir Alan Bir Yahudi Mitinin Tarihi” ile bu izi sürüyor. Tanah’taki köklerden başlayıp Babil Sürgünü’nden Roma idaresine, diaspora deneyimlerinden modern Siyonizm’e uzanan geniş bir tarihsel hattı inceliyor, Yahudi mitinin nasıl ideolojiye, ideolojinin de nasıl siyasal projelere dönüştüğünü gösteriyor. Güncel tartışmaların gürültüsünden uzak, belgeye dayalı bir yaklaşımı tercih ediyor. Çalışması, “seçilmiş halk” ve “vadedilmiş toprak” kavramlarının yalnızca teolojik değil aynı zamanda kültürel, toplumsal ve jeopolitik düzeylerde nasıl dönüştüğünü sergiliyor. Kendisiyle kitabını, mit ile tarih arasındaki gerilimli sınırları ve bu sınırların modern siyasal tahayyüllere yansımalarını konuştuk.
Yahudilerin kutsal metinlerde yer alan “seçilmişlik” anlayışı nasıl değerlendirilmeli?
Aslında bu mitler ya da bu mitolojik anlatılar birçok örnekte sözlü rivayetler biçiminde günümüze kadar ulaşmış ama birçok örnekte de yazılı metinlerde bugünlere gelmiş durumda. İşin daha ilginç boyutu, bunların kutsal metinler olması. Aslında Tevrat metinleri özelinde bilimsel bir çerçeveden baktığınızda söylenecek çok şey var. Yahudilerin kutsal metin koleksiyonu olan Tanah’ın ne zaman, kimler tarafından yazıldığıyla, hangi süreçlerde redakte edildiğiyle, metinlerin retrospektif boyutuyla ilgili çok şey yazılıp çizildi. Batılılar kutsal metinleri de tarihsel birer metin olarak okuyorlar ve burada “historical critical” bir gözle ele alıyorlar. Tanah metinlerini bu bağlamda ele aldığınızda, Allah’ın Hz. İbrahim’le, Hz. İshak’la, Hz. Yakup’la, Hz. Musa’yla, Hz. Harun’la bir özel ilişki kurmuş olması, onlara vahyetmesi, onları toplumlarının liderleri pozisyonuna yükseltmesi, anlaşılır. Ama Tanah metinlerinde anlatıldığı şekliyle, yani bir soy, ırk esaslı bir seçilmişlik değildir bu. Veya kıyamete kadar bu soya bahşedilmiş bir miras olarak bırakılmış, mülk olarak verilmiş bir coğrafyanın varlığından söz etmek mümkün değil.
“Sürgünden Sonra Yahudiler Tanrı’yı Sorgulamaya Başladı”
Bu bağlamdaki “seçilmişlik” kavramına kimi zaman “ırk” kimi zaman ise “ahlak” merkezli bakılıyor. Bu iki yorum arasındaki geçişler hangi tarihsel kırılmalara denk geliyor?
Babil Sürgünü aslında çok büyük bir kırılma. Sürgünler, genel olarak Yahudi diasporasını ortaya çıkartan süreçler olarak dikkat çekiyor. Yahudilerin, Hz. Süleyman sonrasında ikiye bölünmüş bir siyasi yapısı var. Kuzeyde, bugünkü Nablus merkezli bir İsrail devleti. Güneyde Kudüs merkezli Yahuda Krallığı. Yahudilerin kendi tarih anlatılarına göre, Yakup’un soyundan gelen 12 Yahudi kabileden 10’u kuzeydeki İsrail Krallığı’ndaydı. Bu kabileler M.Ö.720’lerde tarih sahnesinden tamamen silindiler. Asurluların bir iskân politikası var. İsrail Krallığı’nın arazisini ele geçirdikten sonra kendi merkez coğrafyaları olan Mezopotamya’dan insanları bu coğrafyaya getiriyorlar. İsrailoğullarının oradaki mensuplarının kâhir ekseriyeti Mezopotamya’ya gönderiliyor. Ama son tahlilde giden İsrailoğulları bir daha geri gelmiyor. Bunlar çok muhtemelen karıştılar, kaynaştılar, yok olup gittiler. Geriye iki kabile kaldı: Yehuda ve Benyamin. Bunlar da M.Ö. 580’lerde, Babil İmparatorluğu döneminde sürgün ediliyor. Elde kalan son iki kabilenin de sürgüne gönderilmesi aslında çok büyük travmalar yaratıyor Yahudilerin zihinde.

Prof. Dr. Zafer Duygu
Travmaların mahiyeti nedir?
En önemlisi dini anlamdaki travmalar. Yani ‘Yahudi tanrısı nasıl oldu da Yahudileri yalnız bıraktı’ diye bir sorgulama başlıyor. Sosyal ve siyasi açıdan baktığımızda ise büyük bir mağlubiyet hissi oluşuyor. Yabancı toplulukların arasında yaşamak mecburiyetinde bırakılıyorlar ve kendi kültürlerinden önemli ölçüde kopuyorlar. Bir kimlik kaybı yaşanıyor, tereddütler, karmaşa, çok önemli bir boşluk dönemi… Nitekim Tanah metinlerinde bu boşluğun ve İsrailoğulları’nın yaşadıkları sıla hasretinin kristalize olduğunu görüyoruz. İşte bu dönemde Yahudiler yeniden bir tarih inşasına giriştiler. Sürgünde ve sürgün sonrasında aslında bugünkü Yahudi kimliğinin, Yahudi kutsal metinlerinin bugünkü anlamıyla ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla modern Yahudiliğin çerçevesinin sürgün sonrasında oluştuğunu söyleyebiliriz. Sürgün koşulları onların zihin dünyalarını şekillendiriyor ve yeniden şekillenen bu zihin dünyalarından hareketle geçmişi de yeniden şekillendiriyorlar. Aslında hikayenin özü biraz bu. Evet, Tanah metinlerinin arkasında bir tarihsel anlatı, bir iskelet var ama iskeletin boşlukları sürgün tecrübelerinde edindikleri deneyimlerle biçimlendirilerek dolduruluyor ve “biz seçildik” demeye başlıyorlar. O seçilmişlik psikolojisiyle İbrahim’in neslinden gelen öteki uluslar devre dışı bırakılıyor. Dolayısıyla sürgün ve sonraki diaspora tecrübeleri, Yahudilerin zihin dünyalarını, dolayısıyla kutsal metinlerini şekillendirmeleri noktasında en önemli sebeplerden bir tanesidir.
“Travmayı bir zafere dönüştürmek” yani?
Aynen öyle, bu doğru bir ifade.
Yahudilerin sürgün sonrası yaşadıkları, hissettikleri ve travmalarıyla, bugünkü Müslümanların yaşadığı o kaybetmişlik hissi arasında benzerlik kurdum birden. Sizce de benzer mi?
Evet, benzer.
Benzer sonuçlar doğurur mu?
Bunun için çok kapsamlı bir tartışma gerekiyor. Ancak İslam dünyasında, dini hassasiyeti biraz daha olan ama bu bağı nasıl kuracağını bilemeyen, biraz mütereddit kitlelerin daha fazla hissettiği bir şey var. Bir taraftan ‘İslam aydınlık dinidir’, ‘İslam insanlığın motor gücü olmalıdır’, ‘İslam bilimle çatışmaz, bilimsel terakkinin önünü açar’ şeklinde söylemler var iken, Kur’an-ı Kerim ‘oku’ emriyle başlarken, peygamber, ‘İlim Çin’de de olsa gidin bulun’ derken veya ‘Alimin mürekkebi şehidin kanından kutsaldır’ düsturu bir prensip olarak teşvil olmuşken nasıl oluyor da Müslümanlar bu kadar geri kalmış halde? İslam dünyası, Batı’yla mukayese götürmesi mümkün olmayan siyasi karmaşalar, kaoslar, ekonomik anlamda geri kalmışlığın hüküm sürdüğü coğrafyalar oldu. Bunun getirdiği mütereddit bir tavır veya belki bir karamsarlık bir karşılaştırma vesilesi teşkil edebilir.
“Siyonist İdeoloji Ortaya Çıktığında Filistin’i Düşlemiyordu”
İsrail öncesi dünyada Yahudiler yıllar boyunca “vadedilmiş topraklardan” uzakta yaşadılar. Diaspora deneyimi Yahudilerin “kutsal toprak” fikrini güçlendirdi mi?
Güçlendirdi evet. Çünkü sıla hasreti yaşadılar. Ama diğer taraftan baktığınızda, sürecin öyle bir evrildiğine, sonraki aşamada Yahudilerin kutsal toprak ideolojilerinin tamamen ortadan kalktığına da şahit oluyoruz. Aslında bu hisler biraz tarihsel gelişmelerle paralel. Yani bir bakıyorsunuz kayıp 10 kabile ortaya çıkıyor, Babil Sürgünü yaşanıyor… Bunlar insanların zihinlerinde hem “kutsal toprağa” hem de genel anlamda dine dair bir şüphe yaratıyor. Tevrat’ta bunların karşılıkları var. Yeşaya’ya meydan okuyan Yahudilere şahit oluyoruz mesela. Yeşaya, tek tanrı inancını tebliğ ediyor ve ona “İçinde bulunduğumuz şartlara baksana, biz siz dinlemekten bu hale geldik. Ne güzel pagandık, putperesttik, sizin yüzünüzden bu duruma düştük” demeye çalışıyorlar. Babil Sürgünü ve özellikle, Romalıların Yahudilere yönelik savaşları, isyanlar ve isyanların kanlı şekilde bastırılması, 66-70 yılındaki savaşta Tapınak’ın ikinci defa yıkılması, 132-135 Bar Koba İsyanı, İmparator Hadrianus döneminde Yahudilerin çok ağır katliamlara uğramaları, tamamen sürgün edilmeleri, Filistin coğrafyasına girmelerinin yasaklanması bunu artık bir hayale dönüştürüyor.
Siyonist ideoloji bile ilk ortaya çıktığında “Biz Filistin’de bir Yahudi devleti kuracağız” diye bir iddiaya sahip değil. Devleti Uganda’da kurmak bile gündeme geliyor. Yani “Bir devlet kuralım da nerede kurarsak kuralım” fikri ağır basıyor. Zamanla bu Filistin’e evriliyor ve kutsal kitaplardaki anlatılar, vadedilmiş topraklar nosyonu ön plana çıkıyor.
Dolayısıyla sorunun iki cevabı var. Yani diaspora bir taraftan bu özlemi aslında yitirdikleri bir tecrübe de oluyor. Ortaya çıkan Helenistik Yahudiler İbranice’yi bile unutuyorlar. Kendi kutsal metinlerinden tamamen habersizler, kimliklerini yitiriyorlar. Bir diğer açıdan baktığınızda, evet o belirli dönemlerde bir özlem olarak bunu kendi kutsal yazılarına yansıtıyorlar
Modern İsrail devleti “vadeedilmiş topraklar” fikri olmadan tahayyül edilebilir miydi?
Tabii ki edilemezdi. Nabukadnezar’ın Kudüs’ü ele geçirmesinden sonra 2500 yıl geçti. Bu süreçte İbranilerin o coğrafyada kurdukları tek devletin adı Haşmonayimler. O da 70-80 senelik bir süre yaşadı. O coğrafyada hep Yahudilerden ziyade öteki milletler egemen oldu. Babil devleti, Persler, İskender, Seleukoslar, Ptolemaioslar, Romalılar, Bizans, Müslümanlar… Ta ki 1917’ye kadar İngilizler o coğrafyayı devralana kadar. Bu 2500 yıllık dönemde Yahudilerin hiç esamisi dahi yok. Oraya girmeleri bile yasak. Ömer bin Hattab’dan sonra rahat rahat girip ibadet etmeye, oturmaya imkân buldular. Yani Müslüman yönetim sayesinde o coğrafyada ibadet etme hakkına kavuştular. Dolayısıyla Siyonist ideoloji olmadan onların burada bir devlet oluşturmaları mümkün değildi. Tabii burada başka dinamikler de var. O ideolojiye Hristiyanlık içinden de destek buldular. İdeolojiyi Hristiyanlık’ta bir zemine oturtmayı başardılar ve bugün devletleştiler.
Kaleme aldığınız konu uzun süredir komplo teorilerinin de ortasında bir mesele. Tarihi metinleri kritik ederek, bilimsel bir gözle bu meseleye eğilen az sayıda çalışma var. Kitaba ilgi nasıl?
Kitaba ilgi çok iyi. Sanırım yayınevi de memnun. Hakikaten 2 yıllık büyük bir emek var. Kitap yazmak aslında akıl işi değil. Özellikle bir meselenin tarihi arka planını anlatmak daha da zor. Bu sizi dünyadan tamamen koparan, aklınızı, bütün ruhunuzu yiyen bir şey. Ama son tahlilde ciddi bir emek ürünü olarak kitap iyi ilgi görüyor diyebiliriz.

ZAFER DUYGU
