Siyaset İhtiyacı…
İktidar kendine içten dışa farklı siyaset hatları açarken muhalefeti siyasetsizlikle kuşatmaya, ideolojik tartışmaların içinde hareketsiz kılmaya çalışıyor. Oysa yapılacak iş belli… Siyaset iktidarın ya da rakibin başarısı-başarısızlığı üzerine yapılmaz. Rakip analizi en fazla bir seçim kampanyası konusudur. Muhalefetin ibresini o yüzden iktidara değil, kendine ve millete yöneltmesi ve onun basiretine güvenmesi gerekiyor.
Kartalkaya faciasıyla birlikte ‘toplum olamamak’, ‘bireysel-toplumsal ahlak’ tartışmaları yeniden başladı. İhmal, denetimsizlik ve cezasızlıkla yaşanan sistemsel çöküşün yeni ve acı bir halkasıydı Kartalkaya. Kimileri için bu tartışmalar ilk olsa da aslında yakın tarihimizdeki onlarca yakıcı olayda hep aynı tartışmalar yapıldı. Yasta birleşememek, toplum olamamak veya ahlak tartışmaları bireysel veya toplumsal davranışların, olayların etrafında yapılıyor. Oysa meselemiz kurumsal ahlakla ilgili. Kurumsal ahlakın oluşması için de önce adaletin gerçek anlamda tesisi, cezasızlığın önlenmesi gerekiyor. Yakın tarihin can yakıcı ‘göstere göstere gelen’, hem bireysel hem de toplumsal travma oluşturan facialarının tümünde bizzat acının değdiklerinin sürdürmek zorunda kaldığı bir adalet mücadelesi var. Çünkü kurumsal sorumluluk ve hesap verebilirlik gerektiği gibi işletilmiyor.
“Adaletin yerini bulacağına inanmak istiyorum. Her katmandaki suçluların birer birer en ağırından cezalarını alacaklarına güvenmek istiyorum. Ama elbette çekincelerim, kuşkularım var. O yüzden bu sürecin takipçisi olmak istiyoruz. Pek çok aileyle bağlantı içindeyiz. Hem acımızı paylaşacağız hem de bu süreçlerin takipçisi olacağız. Bu sadece bizim meselemiz değil. Bu sefer ateş sadece düştüğü yeri yakmasın. O yüzden herkes bizimle birlikte adaletin yerini bulmasının takipçisi olsun.” Bu cümleler Kartalkaya’da 18 yaşındaki oğlunu kaybeden Zeynep Kotan’a ait.
Adalet Krizi ve Nöbetleşe Zalimlik
Sadece facialarda değil, gündelik hayattan siyasi hayatımıza adalet krizinin derinleştiği bir vasattayız. 2024 yılında AHİM’e en çok başvuru yapılan ülke olduğumuz belirtiliyor. Anayasa Mahkemesi üyeleri bireysel başvurulardaki artışı sık sık gündem ediyor. Adalet krizinin bir veçhesi de toplum olamama halinin en temel sebeplerinden oluşu.
Gücün, iktidarın insanları değiştirmesi, yozlaştırması kadim zamanlardan bu yana deneyimlenen ve bir o kadar da tartışılan bir konu. Genellikle bu değişim, gücün cazibesine kapılmak veya iktidarın sunduğu imkânlarla şımararak özünü kaybetmek şeklinde açıklanır. Ülkemizde yaşanan kısmı, bireysel yozlaşmanın dışında kurumsal yozlaşmayı; devletin kendi iktidarını güçlendirirken, bu iktidarı ötekinin baskılanmasının aracı kılmasını da barındırıyor. İktidara bu alanı açan ise destekçilerinin bütün yaşananları ideolojilerine göre normalleştirmesi, gönüllü altlıklar hazırlaması. Schadenfreude Almanca bir kelime… Kısaca başkasının mutsuzluğundan memnun olma halini anlatıyor. İktidar destekçileri son yıllarda tam da bu kelimeye uygun bir ruh hali içindeler. Tıpkı onlardan önceki iktidar destekçileri gibi. Keyfi uygulamalara, tutuklamalara alkış tutuyorlar. Ötekilerin hayatlarının karartılmasından memnunluklarını sosyal medyada paylaşıp duruyor, bir yandan da bunun ‘toplumun huzuru ve iç barışı’ için gerekliği olduğu söylüyorlar. Yaşı yetenler için çok tanıdık kavramlar bunlar. Gücü eline geçirenlerin hukuku da adaleti de ‘yargının bağımsızlığı’ terennümlerini ağzından hiç eksik etmeden sopa olarak kullandığı ‘nöbetleşe zalimlik’ uygulamalarını yaşıyoruz yine. Tam da o yüzden şu son birkaç haftada yaşananlar herkeste ‘biz bu filmi görmüştük’ duygusu oluşturuyor. İsimler değişti ama uygulamalar aynı.
Korku Siyasetinin Son Demleri
İktidar Gezi’den bu yana devamlılığını ‘korku siyaseti’ üzerinden tesis etmeye çalışıyor. Diğer bir enstrümanı ise muhalefeti siyasetsizleştirmek. İkincisinde başarılı olduğu zamanlar var. Ancak korku siyasetiyle kısa vadede başarı sağlasa da genel itibarıyla tam tersi oluyor. Erimenin net karşılığı istatistiklerde kendini buluyor. Çünkü toplum, kutuplaşma-rövanşizm uygulamaları yorgunu. Safları sıklaştırma, koridorlara hapsetme siyasetinin toplum olma vasfını yitirmeye sebep olduğunu görüyor ve onu ardında bırakmak istiyor. Muhalefete yönelişi bu değişimin etrafında değerlendirmek mümkün.
Türkiye’nin, adalet başta olmak üzere çok temel ve yapısal demokratikleşme sorunları var. Ekonomik, hukuki, toplumsal eşitsizliklerin giderilmesi, sivil toplum ve medyanın gerçek anlamda işlevine kavuşması, eğitimden tarıma, sağlıktan afetlere bütünlüklü politikaların oluşturulması aciliyet taşıyor. Her geçen gün şahit olduğumuz yakıcı olayların çoğunun kökeninde bu eksiklikler var. Ve bunun için de siyaset üretmekten başka çare yok. Başka bir deyişle içinde bulunduğumuz tahribatın sebebi de siyaset ama bunu ortadan kaldırmanın yolu da siyasetten geçiyor.
İktidar kendine içten dışa farklı siyaset hatları açarken muhalefeti de yukarıda dediğim gibi siyasetsizlikle kuşatmaya, ideolojik tartışmaların içinde hareketsiz kılmaya çalışıyor. Oysa yapılacak iş belli… Siyaset iktidarın ya da rakibin başarısı-başarısızlığı üzerine yapılmaz. Yani onun başarısızlığından heyecan duyularak ya da başarısından korkarak siyaset yapılmaz. Rakip analizi en fazla bir seçim kampanyası konusudur. Muhalefetin ibresini o yüzden iktidara değil, kendine ve millete yöneltmesi ve onun basiretine güvenmesi gerekiyor. Mevcut tahribatlar belli; ihtiyaçlar, talepler belli. Siyaset için iyi bir çıkış noktası da bizzat CHP Genel Başkanı Özgür Özel’den gelmişti: “Bu coğrafyada ne zaman devlet ve millet yarıştıysa millet kazanmıştır.”
EMİNE UÇAK ERDOĞAN