Siyasi Parti Genel Kurullarının Yargısal Denetimi Meselesi
CHP kongrelerinin iptali istemiyle hukuk mahkemelerinde açılan davalarda bu mahkemeler görevli değildir. Anayasa ve diğer kanunlar gereği bu konularda seçim kurulları ile YSK görevlidir.
Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) gerek 38. Olağan Kurultayı, gerek 21. Olağanüstü Kurultayı gerekse de İstanbul il kongrelerinin iptali istemiyle açılan davalar (kamuoyunda mutlak butlan davası olarak isimlendirilmiştir) ve İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2 Eylül’de aldığı ara karar, siyasi partilerin kongrelerinin ve kongrelerinde alınan kararların denetiminde hangi yargı yolunun (adli, idari, seçim) kullanılacağı sorusunu önemli bir gündem maddesi hâline getirmiş bulunmaktadır.
Öncelikle CHP olağan ve olağanüstü büyük kongreleri ile il kongrelerine karşı açılan davaların genel hatlarıyla kısaca bir geçmişine bakalım. Ancak bu yazının kaleme alınmaya başlandığı tarihten yazının tamamlandığı güne kadar adeta takibi imkânsız, baş döndürücü hızda gelişmeler yaşandı. Mahkemeler ve Yüksek Seçim Kurulu peş peşe ara ve kesin kararlar almış; CHP İstanbul İl Yönetimi görevden uzaklaştırılarak yerine geçici heyet (kayyım) görevlendirilmiş, CHP tarafından hem olağan hem de olağanüstü kurultay kararları alınmış ve bunlardan bazıları gerçekleştirilmiştir.
Gerek Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesinde başlayan ve 15 Eylül 2025 tarihine ertelenen CHP’nin 38. Olağan Kurultayının ve 21. Olağanüstü Kurultayının iptali (mutlak butlan) davası nedeniyle gerekse İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin CHP İstanbul 38. Olağan İl Kongresinin iptali istemiyle açılan davada vermiş olduğu ara kararlar, konunun hararetini daha da artmış, üniversitelerin anayasa hukuku ve siyaset bilimi öğretim üyeleri tartışmalara dâhil olarak siyasi partilerin kongre seçim kararlarının iptali konusunda adli yargının mı yoksa seçim yargısı olan YSK ile il ve ilçe seçim kurullarının mı görevli olduğunu (yargı yolu) değerlendirmeye başlamışlardır.
CHP, İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2 Eylül 2025 tarihinde verdiği ara karar aleyhine YSK’ya itiraz etmiş, YSK 5 Eylül 2025 tarihinde vermiş olduğu kararla Sarıyer, Tuzla, Bakırköy, Başakşehir, Ataşehir ilçe seçim kurullarının başlayan kongre sürecini durdurulmasına ilişkin kararları tam kanunsuzluk nedeniyle kaldırılmış ve kongrelerin kaldığı yerden devamına karar vermiştir. CHP’nin, aynı mahkemenin il yönetiminin tedbiren görevden uzaklaştırılmalarına ilişkin alınan karara yönelik yapmış olduğu itiraz ise YSK tarafından reddedilmiştir.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, 11 Eylül 2025 tarihinde CHP 38. Olağan Kurultayı ile İstanbul İl Kongresinde delegelere menfaat temin edilerek delegelerin iradelerinin fesada uğratıldığı iddiasıyla alınan bütün kararların iptal edilmesi, kurultay ve kongrenin mutlak butlan ile yok hükmünde sayılmasına ilişkin bu mahkemeye de açılan davada pasif husumet yokluğu nedeniyle davayı esastan reddeden bir karar vermiş ve tartışma başka boyutlara taşınmıştır. Diğer bir deyişle Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesine göre böyle bir dava CHP aleyhine açılamaz, CHP böyle bir davada davalı olamaz. Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararından sonra kamuoyunda İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararının geçerli olup olmadığı ve 15 Eylül 2025 tarihine ertelenen Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesinin CHP 38. Olağan Kurultayı hakkında mutlak butlan kararı vererek Kurultayı başından itibaren yok hükmünde sayıp saymayacağı tartışılmaya başlanmıştır.
Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi 15 Eylül 2025 tarihine ertelemiş olduğu davayı bu tarihte görmeye başlamış ve tartışmalara yeni bir boyut kazandıracak bazı kararlar vererek davayı bu kez 24 Ekim 2025 tarihine ertelemiştir. Duruşmada davacı vekili “kamu düzenin sağlanması için, mutlak butlanla sakatlanmış kurultay ile seçilmiş olan partinin Genel Başkanı Özgür Özel’in, Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin, Parti Meclisi Üyelerinin ve Yüksek Disiplin Kurulu Üyelerinin tedbiren görevden uzaklaştırılmalarına karar verilmesini” talep etmiş; ayrıca “Kurultayın mutlak butlanla sakatlanmış olduğunu, bundan ötürü yok hükmünde sayılacak olmasından dolayı önceki Kurultayda seçilmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu ve önceki Parti Meclisi ve Yönetim Kurulu üyelerinin nihai olarak verilecek karar kesinleşinceye kadar tedbiren görevlerine iadesini” istemiştir. Mahkeme davacı vekilinin tüm tedbir taleplerinin daha önce değerlendirildiğinden ve reddedildiğinden “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiş; Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesi ve Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesine müzekkere yazılarak bu mahkemeler tarafından verilen karar ve gerekçeli kararın dosyaya kazandırılmasına hükmetmiş; ayrıca CHP’den 21 Eylül’de yapılacağı belirtilen (22.) olağanüstü kurultayına ilişkin delege listesinin, birleştirme tutanaklarının, seçimde oy kullanan ve kullanmayan, seçime katılan ve katılmayan tüm delegelerin isim listesinin istenmesine ve İstanbul İl Kongresinde seçime katılan ve katılmayan, oy kullanan ve kullanmayan delege listesinin istenmesine karar vererek duruşmayı 24 Ekim 2025’e ertelemiştir.
24 Eylül 2025’te daha ilginç bir gelişme yaşanmış ve İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi 2 Eylül 2025 tarihli ara kararına da atıf yaparak 24 Eylül’de yapılmasına başlanan CHP İstanbul Olağanüstü İl Kongresinin durdurulmasına karar vermiştir. Oysa İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2 Eylül 2025 tarihli ara kararı aleyhine CHP, YSK’ya itiraz etmiş ve YSK İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin durdurma kararını tam kanunsuzluk olarak değerlendirip bu kongrelerin yapılmasına hükmetmiştir. CHP’nin konuyu YSK’ya taşıması üzerine YSK aynı gün toplanarak İstanbul İl Kongresinin yapılabileceği kararını vermiştir. Diğer bir ifadeyle mahkeme bir anlamda YSK’nın kararının kendisini bağlamayacağını ve kendisinin 2 Eylül 2025 tarihinde vermiş olduğu kararının geçerli olduğunu kabul etmiş oldu. Mahkemenin İstanbul Valiliğine ve Sarıyer 1. İlçe Seçim Kurulu Başkanlığına gönderdiği ara kararının geçerli olduğu ve bu nedenle kongrenin yapılmasının mahkeme kararına aykırı olduğu ve çalışmaların durdurulması gerektiği yönündeki karar da YSK tarafından ikinci kez kaldırılmış oldu.
Şimdi ortada İstanbul İstanbul ve Ankara’daki mahkemelerin 4, YSK’nın ise iki kararı bulunmaktadır. Gerek İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin, gerekse Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ile Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararları bakımından bu mahkemelerin her biri aynı derecede bağımsız mahkemeler olup birbirlerinin kararlarına yapılan itirazlar üzerine verilen bir karar söz konusu olmadığından bu mahkemelerin kararları geçerlidir denilebilir. Ancak davacıları farklı olmakla birlikte aynı konuda birden fazla açılan davada mahkemelerin farklı kararlar vermesi başka bir sorunu da gündeme getirmektedir.
Bu kısa tarihçeyi cevabını kamuoyuna bırakacağımız bir soru ile tamamlayalım:14 Mayıs 2023’teki Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda hiçbir adayın kazanamaması nedeniyle seçimin ikinci turunda CHP adayı az bir farkla kaybetmiş olmasaydı, 31 Mart 2024’teki mahalli idareler seçiminde CHP adaylarının İstanbul yanında daha birçok büyükşehir belediye başkanlığı ile muhafazakâr kesimin kalesi olarak görülen çok sayıda ilin belediye başkanlığını da kazanarak birinci parti olmasaydı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, tutuklanması, akabinde çok sayıda büyükşehir belediyelerinin ve ilçe belediyelerinin CHP’li başkanlarının tutuklanması ve bazılarının yerine kayyım atanması ile bu yazının konusu olan CHP kurultaylarının iptali süreçleri yaşanır mıydı?
Kararların Değerlendirilmesi ve Görevli ve Yetkili Mahkeme
Örgütlenme özgürlüğü/hakkı gerek tüm dünyada gerekse ülkemizde önemli mücadeleler sonucunda kabul edilmiş ve gerek Birleşmiş Milletler sözleşmelerinde gerekse kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi sözleşmelerinde düzenlenerek güvence altına alınmıştır. Ülkemizde siyasi partiler, sendikalar ve konfederasyonları ile dernekler birer temel hak ve hürriyet olarak hem 1961 Anayasasında hem de 1982 Anayasasında kabul edilerek anayasal hak olarak düzenlenmişlerdir. Bu kapsamda demokratik hukuk devletlerinde kanun düzeyinde yapılan düzenlemelerde siyasi partiler, sendikalar ve dernekler birbirlerine benzer hükümlerle düzenlenmiş kuruluşlardır.
Konu ile ilgili esas mesele, açılan bu davalarda ve genel olarak siyasi partilerin kongrelerinde yapılan seçimlerin denetiminde temel hukuki problem hangi yargı yolunun/kolunun görevli olduğudur. Diğer bir deyişle siyasi partilerin gerek il ve ilçe kongrelerinde gerekse büyük kongrelerinde yapılan seçimlerin iptali konusunda adli yargı mı yoksa seçim yargısı olan YSK, ile il ve ilçe seçim kurulları mı görevlidir?
Konuyu hukuka uygun bir şekilde değerlendirebilmek için öncelikle konuya ilişkin hükümlerin tespit edilmesi gerekmektedir.
Öncelikle ifade edelim ki Anayasasının 142. maddesine göre “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre de “Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.” Asliye hukuk mahkemelerinin görevinin belirlendiği hükme göre “Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.” Ayrıca “Bir davada tarafların taraf ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından olup davanın taraflarından birinin taraf ehliyetine sahip olmadığı mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilir ve dava esasa girilmeden (mesmu olmadığından) reddedilir.”
Anayasaya göre “Türkiye Cumhuriyeti, … demokratik, … bir hukuk Devletidir.”, “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.” “vatandaşlar, … bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma … hakkına sahiptir”; “vatandaşlar, siyasi parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir”, Siyasi Partiler Kanununa göre “Siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır”; “Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.”; 79. maddesine göre “Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır” ve “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulu’nundur. Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.”
Ayrıca Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanununun 4. maddesine göre YSK “altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilen” 7 asıl ve 4 yedek üye olmak üzere 11 üyeden oluşur.
Siyasi partiler doğrudan Anayasada belirlenen hükümler dışında Siyasi Partiler Kanununa göre kurulur ve faaliyette bulunurlar. Bu Kanunun 21. maddesine göre “Siyasi partilerin genel merkez, il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin seçimleri, yargı gözetimi altında gizli oy ve açık tasnif esasına göre aşağıdaki şekilde yapılır. Seçim yapılacak büyük kongreyle il ve ilçe kongrelerinin toplantılarından en az onbeş gün önce, kongreye katılacak parti üyelerini belirleyen listeler, büyük kongreyle il kongreleri için Yüksek Seçim Kurulunun önceden belirleyeceği seçim kurulu başkanına, ilçe kongreleri için o yer ilçe seçim kurulu başkanına ilçede birden fazla ilçe seçim kurulunun bulunması halinde birinci ilçe seçim kurulu başkanına iki nüsha olarak verilir.” Aynı maddeye göre “Kongrelerde yapılacak seçimler ilgili seçim kurulunun gözetimi ve denetiminde yapılır.”
Siyasi partilerde seçimlerin yapılmasının ve denetlenmesinin usul ve esasları Siyasi Partiler Kanununun 21. maddesinde çok ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Seçimlerin her bir aşamasında yapılacak itirazlar, itirazların süresi ve bu itirazların il veya ilçe seçim kurulu başkanı olan hâkim tarafından hangi süre içinde kesin olarak veya YSK’ya itiraz yolu açık olarak kararlaştırılacağı hususlar da yine aynı maddede detaylı bir şekilde hükme bağlanmıştır. Aynı maddeye göre “Hakim, seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde bir usulsüzlük veya kanuna aykırı uygulama nedeniyle seçimlerin iptaline karar verdiği takdirde bir aydan az ve iki aydan fazla bir süre içinde olmamak üzere seçimlerin yenileneceği tarihi tespit ederek ilgili siyasi partiye bildirir.”
26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun “Seçim işlerinin yürütülmesi” başlıklı 9. maddesine göre “Seçim işleri, seçim kurullarınca yürütülür.” Aynı Kanunun “Seçim kurulları” başlıklı 10. maddesine göre “Ankara’da bir Yüksek Seçim Kurulu, her seçim çevresinde bir il seçim kurulu, her ilçede bir ilçe seçim kurulu ve seçim bölgelerine konulacak her sandık için bir sandık kurulu bulunur.” Yüksek Seçim Kurulunun oluşumu, görev ve yetkileri Anayasa (m. 79), Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun (m. 4 ve 6) ve Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda (m. 14); il seçim kurullarının oluşumu, görev ve yetkileri Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanununda ilçe seçim kurullarının oluşumu, görev ve yetkileri ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
Seçimlere hile karıştırılması durumu da kanunlarda düzenlenmiş bulunmaktadır. Siyasi Partiler Kanununun “Oylamaya hile karıştırılması” başlıklı 112. maddesine göre “Önseçimler ile siyasi parti kongrelerinin seçimleri ve kararları için yapılan oylamalarla, her kademedeki her çeşit parti görevlileri ve yedeklerinin seçimi için yapılan oylamalara ve bu oylamaların sayım ve dökümüne hile karıştıranlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun “Haksız oy temini” başlıklı 152. maddesinde de “Her kim kendisine veya başkasına oy veya tercih işareti verilmesi veya verilmemesi için bir veya birkaç seçmene menfaat, sair kıymetler teklif ve vadeder veya verir, yahut resmi, umumi vazifeler veya hususi hizmet ve menfaatler vait veya temin ederse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Verilen, vait veya temin edilen menfaatler seçmenin seyahat, yemek, içki ve nakil masrafları veya hizmetlerinin mukabili olarak gösterilse dahi hüküm aynıdır. / Yukarda yazılı para, menfaat, vait veya hizmetleri kabul eden seçmen dahi aynı ceza ile cezalandırılır. / Bu fiilleri, tehdit veya cebir veya şiddet kullanarak işleyenler hakkında ceza, bir misli artırılarak hükmedilir.”
Böylece gerek Siyasi Partiler Kanununda gerekse Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda gerek siyasi partilerin kongrelerindeki seçimlerde gerekse Cumhurbaşkanı, milletvekili, il genel meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi üyeliği, ihtiyar heyeti üyeliği seçimlerinde ve Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulmasında hile yapmak ve menfaat karşılığı oy teminine kalkışmak bir suç olarak düzenlenmiş ve hapis cezası öngörülmüş bulunmaktadır.
Son olarak siyasi partilerin kongrelerinin ve kongrelerde alınan kararların asliye hukuk mahkemeleri tarafından yargısal denetiminin yapılabileceğini kabul edenlerin ve İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2 Eylül 2025 tarihli ara kararında da atıf yaptığı Siyasi Partiler Kanununun 121. maddesi hükmünü de verdikten sonra değerlendirmemizi yapmaya başlayalım. Siyasi Partiler Kanununun “Diğer kanunların genel olarak uygulanacak hükümleri:” başlıklı 121. maddesine göre “Türk Kanunu Medenisi ile Dernekler Kanununun ve dernekler hakkında uygulanan diğer kanunların bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri, siyasi partiler hakkında da uygulanır.”
Tartışılan konu ve İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararında 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Hakimin takdir yetkisi” başlıklı 4. maddesinden söz edilmesi nedeniyle “hukukta boşluk”, “hukuk kurallarının yorumu”, “yorum kuralları”, “yorum yoluyla boşluk doldurma”, “hâkimin takdir yetkisi” ve “genel kanun – özel kanun ilişkisi” gibi hukuk fakültelerinin birinci sınıfında “Hukuk Başlangıcı” ve “Medeni Hukuk” derslerinde anlatılan hususların da belirlenmesi gerekmektedir.
Kanunlar soyut ve objektif kurallar içerirler. Tek tek olayları ele alıp düzenlemezler. Belirli olay tiplerinin ortak noktalarını düzenleyip aynı tipe giren olaylara aynı kurallar uygulanır. Ancak soyut ve objektif kuralların somut olaya uygulanabilmesi için bir dizi zihinsel işlemin yapılması gereklidir. Bu işlemi yapacak olan kişi hâkimdir. Hâkim önce önüne gelen somut olayı çözümleyecek soyut ve objektif kuralı araştırıp bulacak; bulduğu bu kuralı somut olaya uygularken ne anlaşılması gerektiğini ortaya çıkaracaktır. Yani kendisi o kuralı iyice anlayacaktır. Kendisi o kuralı anlarken ilk önce dikkat edeceği husus kanunun metninde ne yazıldığıdır. Yani öncelikle kanunun lafzını (sözünü, metnini) esas alacaktır. Aynı zamanda kanunun sözünün yer aldığı yerin ve genel olarak kanunun tümünün amacını (ruhunu), özünü de dikkate alacaktır. Şu halde soyut ve objektif hukuk kurallarının somut olaylara uygulanmasında bir yorumlama söz konusu olmaktadır. Genel olarak yorumlamak bir hukuk kuralının tam olarak anlamının ne olduğunun belirlenmesidir. Yorum yapılırken dikkat edilecek husus ise öz ile sözün uyumlu olması, birbirini doğrulamasıdır.
Yorum ise keyfi olarak yapılamaz. Hukukun genel ilkelerine göre hâkim önce lafza (söze) bakacak ve sözde herhangi bir tereddüt, duraksama söz konusu değilse herhangi bir yorumlama faaliyetine girmeyecektir. Ancak sözde bazı tereddütler, duraksamalar oluşturacak şekilde müphem bir durum varsa o zaman hâkim kuralı yorumlama faaliyetine girecektir. Bu faaliyeti yaparken de kanun koyucunun amacını araştıracak, bu araştırmayı yaparken kanunun genel gerekçesine, madde gerekçelerine, TBMM komisyonlarında ve Genel Kurulunda kanunlaştırma sürecindeki değerlendirmelere vb. bakacaktır. Yine yorum yapılırken imla kurallarının yanında kıyas, mefhumu muhalif beyyinesi (aksiyle kanıt), evleviyet (yeğlik) gibi mantık kuralları da dikkate alınacaktır.
Diğer taraftan hâkim uygulanacak kuralı belirliyorken öncelikle kuralın yürürlükte olup olmadığını belirleyecektir. Bu konuda da hukukun genel ilkelerinde belirlenmiş kurallar vardır. Buna göre genel kanun-özel kanun, önceki kanun-sonraki kanun, üstü kapalı yürürlükten kalkma (zımni ilga) gibi kurallar çerçevesinde uygulanacak kural belirlenecektir.
İnsan aklının ürünü olan hukuk, zaman içinde toplumda uygulana gelen kuralları bir araya getirerek hukuk kurallarını oluşturmaktadır. Oluşturulan bu kurallar soyut ve genel niteliktedir. Ancak oluşturulan bu kuralların toplum içinde bütün ihtiyaçları karşıladığını iddia etmek mümkün değildir. Kimi kavram ve müesseseler ya hiç düzenlenmemiş olabilir ya da zaman içinde yeni kavram ve müesseseler ortaya çıkmış olabilir. İşte bir hukuk kuralı tarafından hiç düzenlenmeyen veya zamanla yeni olarak ortaya çıkan bir kurum veya kavram hakkında hukukta herhangi bir kural bulunmaması durumuna hukukta boşluk adı verilmektedir.
Hukuk boşluğu kavramından başka bir de kanun boşluğu kavramı vardır. Kanun boşluğu kavramıyla ifade edilmek istenen, somut olaya uygulanabilecek herhangi bir yazılı kuralın bulunmamasıdır. Somut olaya uygulanacak yazılı bir kural bulunmayabilir ama o konuda örf ve adet kuralı bulunabilir. Bu durum bir kanun boşluğu olup, hukuk boşluğu yoktur. Eğer örf ve adet hukukunda da bir kural bulunmazsa o zaman bir hukuk boşluğundan söz edilir.
Bazı durumlarda da somut olaya uygulanacak bir kanun kuralı bulunmakla beraber, bu kuralın uygulanması çıkar dengesine aykırı olabilir, zamanın gereklerine uygun olmayabilir veya kanun kuralı aynı değerdeki bir başka kanun kuralı ile çatışabilir. İşte bütün bu durumlarda da kanun boşluğundan söz edilir. Hukuk boşluğu veya kanun boşluğu kanun yanında boşluk (bilinçsiz boşluk, gerçek boşluk, açık boşluk) ve kanun kuralı içinde boşluk (bilinçli boşluk) şeklinde ortaya çıkabilir.
Kanunlarda bir boşluk söz konusu olduğu durumlarda bu boşluğun doldurulması sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu konuda bize Türk Medeni Kanununun 1. maddesi ışık tutmaktadır. Buna göre öncelikle kanunlarda hâkimin önüne gelen somut olay hakkında bir hüküm yoksa (kanun boşluğu), hâkim yazılı olmayan hukuka (örf ve adet hukukuna) bakacaktır. Eğer orda da bir hüküm yoksa (hukuk boşluğu) o zaman kendisi kanun koyucu olsaydı olayı nasıl çözüme kavuşturacak idiyse öylece somut olayı çözecektir. Yani hâkimin kendisi hukuk oluşturacaktır.
Boşluk doldurma (hâkimin hukuk yaratması/oluşturması) ile hâkimin takdir yetkisi çoğu zaman birbirine karıştırılmaktadır. Boşluk doldurma ile takdir yetkisini ayıran nokta boşluk doldurmada olmayan bir hüküm yerine soyut nitelikte bir hüküm koyma söz konusuyken, takdir yetkisinde mevcut olan soyut kuralın somut olaydaki özelliklere göre değişik biçimlerde uygulanması söz konusudur. Takdir yetkisi, kanunun yorumlanması ile boşlukların doldurulması arasında bir yer almaktadır. Kanun yapmış olduğu düzenlemelerde uygulayıcısına belli bir davranışı veya belli bir şeyi yapmayı emretmişse, burada bir bağlı yetki söz konusudur ve uygulayıcı bunun dışına çıkamaz. Ancak uygulayıcıya az veya çok hareket serbestisi tanınmış ise o zaman takdir yetkisinden söz edilir. Diğer taraftan 8/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 4. maddesine göre “Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar” verecektir.
Hukuk Başlangıcı dersinden yukarıda aktardığımız bazı konuları Mecelle’nin bir genel kuralı ile tamamlayalım: Mecelle Külli Kaideler 14. Madde: Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur. (Şeriatın, kendisi hakkında hüküm beyan ettiği meselede içtihat geçerli olmaz.)
Gerek yukarıda verilen kanun hükümleri gerekse Hukuk Başlangıcı konularından sonra gelelim siyasi partilerin kongrelerinin ve bu kongrelerde alınan kararların yargısal denetimi konusunda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olup olmayacağı meselesine.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 79. maddesi ile Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanununun “Kurulun görev ve yetkileri” başlıklı 6. maddesi tek başına değerlendirildiğinde YSK’nın sadece cumhurbaşkanlığı, milletvekili ve mahalli idare seçimleri ile halk oylamalarında görevli ve yetkili olduğu gibi bir sonuç çıkmaktadır. Oysa Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunu ile Siyasi Partiler Kanunu birlikte değerlendirildiğinde siyasi partilerin yargı gözetimi altında yapılacağı belirtilen genel merkez, il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin seçimlerinde görevli ve yetkili organ açıkça aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtildiği üzere Yüksek Seçim Kurulu ile bu Kurul tarafından belirlenecek olan il ve ilçe seçim kurullarıdır. Söz konusu 21. madde detaylı bir şekilde siyasi partilerin genel merkez, il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin seçimlerinin nasıl yapılacağını, yapılacak işlemlere yapılacak itirazların hangi süreler içinde yapılması gerektiğini, yapılan itirazların il/ilçe seçim kurulu başkanı hâkim veya YSK tarafından hangi sürelerle değerlendirilerek karara bağlanacağını hâkime takdir yetkisi bırakmaksızın bağlı yetki şeklinde ve herhangi bir kanun boşluğu veya hukuk boşluğu bırakmayacak şekilde açıkça düzenlemiştir. Dolayısıyla aynı Kanunun 121. maddesinde atıfta bulunulan “Türk Kanunu Medenisi ile Dernekler Kanununun ve dernekler hakkında uygulanan diğer kanunlar”a gitmeye gerek olmadığı gibi velev ki bu kanunlara gidileceği kabul edilse bile bu kanunların Siyasi Partiler Kanununa aykırı olmayan hükümleri ancak uygulama alanı bulacaktır. 21. maddede her şey çok ayrıntılı bir şekilde düzenlendiğine göre ne Türk Medeni Kanununun ne de Dernekler Kanununun uygulanabilmesi söz konusu olabilir.
Sonuç olarak CHP’nin gerek 38. Olağan Kurultayının ve 21. Olağanüstü Kurultayının gerekse İstanbul İl Kongresinin iptali istemiyle Ankara ve İstanbul Asliye hukuk mahkemelerinde açılan davalarda bu mahkemeler görevli olmayıp bu mahkemelerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Siyasi Partiler Kanunu, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereği bu konularda il ve ilçe seçim kurulları ile Yüksek Seçim Kurulunun görevli olduğunu belirterek re’sen görevsizlik kararı verilmeli ve dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilerek davadan el çekilmelidir.
Bu durumda haklı olarak şu soru sorulabilir: İddia/isnat edilen husus seçimlere hile karıştırılması, bazı menfaatler karşılığı iradenin serbest teşekkülünün engellenmesidir. Gerçekten yapılan tüm kurultaylarda/kongrelerde menfaat temini yoluyla delegelerin bazılarının iradesinin serbestçe oluşması engellenmiş ve delegeler temin edilen menfaatler doğrultusunda oy kullanmışlarsa bu durum sonuçsuz mu kalacak, ceza görmeyecek mi?
Bu soruya cevap vermeden yine bir genel ilkeyi ifade edelim: Kanun koyucu abesle iştigal etmez. Gerçekte böyle bir durum söz konusu ise bunu tespit edecek olan merci ceza mahkemeleridir. Nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bu iddia/isnat ile usulsüzlük soruşturması başlatılarak Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmıştır. Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesi yapacağı yargılama sonucunda gerçekten bazı kişilerin seçimlere hile karıştırdığını tespit ederse gerek Siyasi Partiler Kanununun yukarıda sözü edilen “Oylamaya hile karıştırılması” başlıklı 112. maddesine göre gerekse Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun “Haksız oy temini” başlıklı 152. maddesine göre gerekli cezalara (bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası) hükmedecektir. Şayet kanun koyucu bu tespitlerin yapılması hâlinde kongrelerin de iptal edilmesi gerektiğini düşünseydi, Siyasi Partiler Kanununa buna ilişkin bir hüküm koymayı engelleyecek bir durum söz konusu mudur?
M. EMİN ZARARSIZ