Suça Sürüklenen Çocuklar Krizi 2: İntikam Talebi ya da Sistemin Islahı

Mevzuat boyutunda Türkiye’nin yaklaşımı dengeli olmalıdır. Toplumdaki güvenlik talebine yanıt vermek ve yasaların otoritesini hissettirmek için gerekli reformlar yapılabilir. Ancak bunu yaparken çocuk adaletinin temel ilkeleri göz ardı edilmemelidir. Çocuk hükümlülerin salt cezalandırıcı rejime tabi olması, onları ıslah etmeden topluma salmak anlamına gelebilir ki bu daha büyük bir güvenlik riski doğurur.

suça sürüklenen çocuklar

Suça sürüklenen çocuk sayısının artışı ve özellikle vahşi suçlara karışan çocukların gündeme gelmesi, toplumda haklı bir endişe ve öfke yarattı. Kamuoyu, bu olayları takip ederken, suç işleyen çocuklara yönelik genel bir kızgınlık dili de oluşmaya başladı. Örneğin, Minguzzi cinayeti sonrası fail çocukların gülerek fotoğraf verdiği görüntüleri sosyal medyaya düşünce, binlerce kişi bu çocuklar için “idam” dahil en ağır cezaları talep eder oldu. Suça karışan çocuklara dair haberlerin altındaki yorumlara bakıldığında, toplumun öfkesinin çoğu zaman nefret diline dönüştüğü de görülüyor. İnsanlar yalnızca cezalandırma talep etmiyor, intikam istiyor. Daha da tehlikeli olan, bu tepkilerin zaman zaman toplumsal nefreti körüklemesi. Fail çocuk eğer belirli bir etnik kimlikten ya da göçmen kökenden geliyorsa, öfke bir anda o grubun tamamına yöneliyor.

 

İşlenen suçlar gerçekten de tüyler ürpertici ve toplumun genel güvenlik algısını sarsıcı. Ancak öfke ve nefretten hareketle üretilecek politikalar yerine, akılcı ve insan haklarına uygun çözümler geliştirmeye mecburuz. Aksi halde hem çocukları tamamen kaybetmiş hem de yeni nefret sarmalları yaratmış oluruz. 

 

Çocuk hakları savunucuları, bu öfke dalgasının yüzyıllık kazanılmış hakları tehdit ettiği uyarısında bulunuyor. Daha düşük ceza, rehabilitasyon önceliği, topluma yeniden kazandırma… Bunlar, çocuk beyninin henüz tam olarak gelişmemiş olması, çevresel etkilere daha açık olması, değişim potansiyelinin yüksek olması gibi bilimsel gerçeklere dayanılıyor. 

 

Peki, bu argümanlar toplumun gözünde ne kadar ikna edici? 

 

Bir çocuğun kulak kesip bunu sosyal medyada paylaştığı, cinayet sonrası gülümseyerek poz verdiği noktada, “beyin gelişimi tamamlanmamış” açıklaması yeterli geliyor mu? 

 

Rehabilitasyon şansı tanınan ama defalarca suç işlemeye devam eden çocuklar gerçeği, bu teorik çerçevenin neresinde kalıyor? 

 

İşte tam da bu gerginlik noktasında, adalet sisteminin nasıl işlenmesi gerektiği sorusunu yeniden masaya yatırmak gerekiyor. Aceleci kararlar daha büyük felaketlere yol açar mı, yoksa mevcut yumuşak yaklaşım mı toplumu korumasız bırakıyor mu? Tartışma tam da burada başlıyor. 

 

Caydırıcılık Yanılgısı, Mevzuat Boşlukları ve İnfazın İntiharı

 

Türkiye’de çocukların işlediği suçlar, yetişkinlerden farklı bir yasal rejime tabi. Bu yasal çerçevenin temel felsefesi, çocukların cezalandırılması değil, eğitilmesi ve korunmasıdır. Bu nedenle, bir çocuk ağır bir suç işlediğinde dahi alabileceği ceza yetişkine göre çok daha düşük olabiliyor. Bu tablo karşısında cezai sorumluluk yaşının düşürülmesi, bazı ağır suçlar için çocuklara da yetişkin muamelesi yapılması tartışılan ilk şey oluyor. 

 

Peki çözüm bu kadar basit mi? 

 

Türkiye’de mevcut yasal çerçevenin iyileştirilmesi gerektiği açık fakat bu yönü konu son derece de hassas. Caydırıcılığı artırmak adına cezaları sertleştirmek kısa vadede belki belli ölçüde bir rahatlama sağlayabilir Örneğin bir çete reisi, 17 yaşındaki “adamını” tetikçi olarak kullanmadan önce, onun 20 yıl yatacağını bilirse, iki kez düşünecektir. Yani yasal boşlukların kötüye kullanılmasını engellemek için bazı düzenlemeler yapılabilir. Nitekim TCK’da zaten “suç işlemeye teşvik eden yetişkinlere” yönelik cezaları artıran hükümler mevcut (örneğin TCK 38/2 uyarınca çocukları suça azmettiren yetişkinlere verilecek ceza artırılır). Belki bunun uygulamasını sıkılaştırmak, yani çetelerin başındakilere çocukları kullandıklarında çok daha ağır cezalar vermek düşünülebilir. Örgütlü suçlarda örgütün çocuk üyelerinin işledikleri suçlara ilişkin nitelikli halin ağırlaştırılması da yararlı olabilir. Ayrıca bu hususa ilişkin özel bir kanun maddesi de ilgili kanuna eklenebilir. Ayrıca, mükerrer suç işleyen çocuklarla ilgili özel önlemler tartışılabilir. Örneğin belirli sayıda tekrar eden ağır suçlarda, çocuğun dosyası yetişkin ağır ceza mahkemesine devredilebileceği bir model (ABD’de bazı eyaletlerde benzeri mekanizmalar var) gündeme gelebilir. Ancak bunların her biri çocuk adaletinin temel prensipleriyle çeliştiği için hukuki olarak tartışmalı adımlardır ve bir döneme özel hassasiyetlerle değil özel bir programla atılmalıdır. 

 

Türkiye’nin imza attığı uluslararası sözleşmeler 18 yaş altındaki herkesin çocuk sayılacağını ve çocuk adalet sistemine tabi olacağını belirtir. Bu bakımdan, iç hukukta yapılacak radikal bir değişiklik uluslararası yükümlülüklerimize de aykırı düşebilir. Kısacası, salt güvenlikçi ve cezacı yöntemlerin sınırlarının olduğu da unutulmamalıdır.

 

Öte yandan, mevcut infaz ve denetim sisteminde yapılacak iyileştirmeler, yasanın muhtevasını değiştirmeden de caydırıcılığı artırabilir. Islah mekanizmaları çocuk suçlular için gözden geçirilebilir. Çok tehlikeli kategorideki suçlar için şartlı tahliye sürelerini uzatmak veya bazı suçları kapsam dışı bırakmak bir formül olabilir. Ya da çocuk tutukevlerinde zorunlu eğitim ve rehabilitasyon programlarını başarıyla tamamlamayı tahliye için kriter haline getirmek ve süreci daha şeffaf ve denetlenebilir hale getirmek en büyük öncelik olmalıdır. Bu şekilde, çocuk sırf yaşından dolayı otomatik bir ayrıcalık elde etmek yerine, gerçekten değişim gösterirse erken çıkma şansına kavuşur. Bu durum çocuk ıslahevlerinin rehabilite edici fonksiyonunu mutlaka iyileştirecektir. 

 

Genel olarak, mevzuat boyutunda Türkiye’nin yaklaşımı dengeli olmalıdır. Toplumdaki güvenlik talebine yanıt vermek ve yasaların otoritesini hissettirmek için gerekli reformlar yapılabilir. Ancak bunu yaparken çocuk adaletinin temel ilkeleri göz ardı edilmemelidir. Çocuk hükümlülerin salt cezalandırıcı rejime tabi olması, onları ıslah etmeden topluma salmak anlamına gelebilir ki bu daha büyük bir güvenlik riski doğurur. Zira 18 yaşına gelip salındığında toplumdan tamamen intikam duygusuyla dolu, ıslahevinde suç “network”ü edinmiş hiçbir eğitimi olmayan ve suçu meslek edinmiş bir yetişkin haline gelmiş olurlar. 

 

Örgüt Yöneticileri İçin Caydırıcılık 

 

Ceza kanunlarımız ve yerleşik yargıtay içtihatları, örgüt liderlerinin yahut yöneticilerinin örgüt hiyerarşisi içerisinde örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişilerin eylemlerinden sorumlu tutulabilmesini çok sıkı koşullara bağlıyor. Yargıtay’ın bu boşluğu dolduracak bir genişletici yorumdan özellikle kaçınıldığı görülüyor. 

 

Bu durum, çoğunlukla her ay onlarca üyesi derdest edilen suç örgütü liderlerini, yeterince dikkatlilerse neredeyse dokunulmaz kılıyor. Örgüt liderinin işlenen suçtan sorumlu tutulabilmesi için talimat verdiğinin, planladığının ve onayladığının ispat edilmiş olması gerekiyor. Bu koşullar, çok sayıda üyesi bulunan suç örgütleri için öylesine sıkı koşullardır ki; ancak elektronik imza içerir kurumsal yazışmalarla gerçekleşmesi halinde suç örgütü liderini yargılayıp hüküm giydirmek mümkün olacaktır. 

 

Hukuk sistemimiz, bir suç örgütünün gölgesinde oturan lideri, örgütün işlediği somut ve kanlı suçlara (cinayet, gasp, uyuşturucu ticareti) bağlamak için adeta bir “tüten silah” arıyor. Liderin parmak izi, suçun işlendiği tetiğin üzerinde değilse; yani emri verdiğini kanıtlayan dijital kayıtlar, para transferleri veya korku duvarını aşan tanık beyanları yoksa, adalet mekanizması aciz kalıyor. Yargı, lideri örgütün yarattığı vahşetin azmettiricisi olarak değil, sadece o yapıyı “kurmuş olmanın” teorik sorumlusu olarak görebiliyor. Ancak asıl trajedi, bu “soyut” suçun infazı tamamlandığında başlıyor. 

 

Örgüt lideri bu suçu işlediği için cezasını çekip cezaevinden çıktığında, kapıda kendisini örgüt üyeleri alkışlarla, konvoylarla, tezahüratlarla karşılıyorsa, gerçekten infaz edilmiş bir suçtan ve ıslah edilmiş bir suçludan mı söz ediyoruz, yoksa devletin otoritesiyle alay eden, kaldığı yerden yönetilmeye devam eden bir suç düzeninden mi? Bu, suç imparatorluğunun başına dönmek için ödenen küçük bir “işletme maliyeti”, bir tür “kariyer molası” değil midir? 

 

İroniktir ki birçok bilindik çete lideri bu suç kapsamında hüküm giymiş de değildir. 

 

Sonuç olarak, örgüt liderlerinin fiili dokunulmazlığı, kanunun öngördüğü ispat standartlarıyla birleşince, özellikle geniş ve profesyonel yapılara sahip suç örgütlerinde cezasızlık görüntüsüne yol açıyor. Bu durum, ceza adalet sisteminin hem caydırıcılık hem de adalet duygusu açısından ciddi bir zafiyetini ortaya koyuyor. En acil ve radikal düzenlemelerin tam da bu noktada yapılması gerekiyor. Artık suç örgütü liderliğinin itibarı çekilip alınmalı, 15 yaşındaki çocuk ile onu istismar eden örgüt liderini, birbirini iten ters mıknatıslar haline getirmeliyiz. Bunu başaramadıktan sonra tüm nefretimizi suça sürüklenen çocuklara kusmamız pek adil olmayacaktır. 

 

“Ya demir yumruk ya yumuşak el” şeklinde bir tartışmadan söz etmek fazladan felsefe olacaktır. Kanıtlar bize hibrit yaklaşımın, yani havuçla sopanın birlikte ve koordineli kullanılmasının işe yaradığını söylüyor. Türkiye’nin seçeneği belli: Veriyle konuşan, hedefe odaklanan, çocukların çıkarını gözetirken toplumu koruyan, çok paydaşlı ve uzun soluklu bir strateji.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.