Anayasa Mahkemesi kararlarının, her ne gerekçeyle olursa olsun Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen bizzat yargı kurumları tarafından yok sayıldığı ve tanınmadığı, aksine hedef gösterildiği bir ortamda tehlikede olan sadece bireysel bir karar değil, anayasal güvencelerin tamamı, ulusun kendisi ve bütün anayasal kurumlardır. Asıl beka meselesi budur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından günümüze çoğulcu, katılımcı bir anayasa yazım ve yapım süreci ülkemiz için maalesef söz konusu olmamıştır. Hatta mevcut anayasada son yıllarda yapılan değişikliklerin dahi oldukça sağlıksız, çatışmacı bir süreç içerisinde gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz. Yine de bu süreç, Türkiye’de ne kadar köklü bir anayasacılık geleneğinin olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Hukuk, siyasal mücadelenin sonlanıp somutlaştığı yerdir. Her hukuksal düzenin arkasında onun güvencesi olan ve üzerinde uzlaşı sağlanmış kurucu bir irade vardır. Hukuksal hiyerarşi ya da hukuk şematiği bu denli bir tartışmanın nesnesi hâline geliyorsa, o halde sorun hukuksal ya da mevcut kurumların yozlaşması değil, bütünüyle siyasaldır.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin açık Anayasa hükmünü ihlal eden kararı için herkes istediği nitelendirmeyi yapabilir ancak bu nitelendirme her halükârda “yargısal aktivizmden” daha ağır olacaktır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararında başvurucu hakkında tespit edilen hak ihlallerinin sonlandırılmasına ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak yapılması gereken işlemleri ayrıntılı bir şekilde belirtmesi yetki sınırlarını aştığı […]

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.