Teknoloji, Kadına Yönelik Şiddetin Yeni Cephesi
Kadına yönelik şiddetle mücadelede dijital boyutu görmezden gelmek artık lüks değil; hayatî bir zorunluluk. Zira ancak bu şekilde şiddetin farklı yüzlerini tanımamız kolaylaşacak ve farklı biçimlerde hayatta kalma mücadelesi veren kadınların sesleri teknoloji tasarımlarına ve yasalara doğrudan yansımış olacak.

1984’te George Orwell, Büyük Birader’in gözünün her an üzerimizde olduğunu anlatmıştı. Oysa o dönem kastedilen devlet gözetimiydi. Bugün kadınların üzerine çöken “göz”, çoğu zaman kendi evlerinin içinde, en yakınlarındaki insanlar aracılığıyla teknolojik araçlarla kuruluyor. Cep telefonlarının şifreleri zorla alınırken, oyuncakların içine gizli kameralar yerleştirilirken, sosyal medyada eski sevgililerden gelen ısrarlı mesajlar hayatın olağan bir parçasına dönüşüyor. Şiddet artık kapıyı kırarak değil, ekranlardan süzülerek içeri giriyor.
Birleşik Krallık’ta son dönemde yapılan tartışmalar, kadına yönelik şiddetin artık yalnızca sokakta, evde ya da işyerinde yaşanmadığını; teknoloji aracılığıyla da yeni ve görünmez biçimler aldığını ortaya koyuyor.
Çocuk oyuncaklarının içine yerleştirilen gizli kameralar, konum takip uygulamaları, sosyal medya üzerinden ısrarlı tacizler, hatta yapay zekâ ile üretilmiş sahte müstehcen görseller… Bugün kadınların maruz kaldığı şiddet biçimleri, teknolojinin sunduğu olanaklarla çeşitleniyor ve derinleşiyor.
Birleşik Krallık’ta aile içi şiddetle mücadele eden en köklü örgütlerden Refuge’un verilerine göre her üç kadından biri çevrimiçi tacize uğruyor. Genç kadınlarda bu oran üçte ikiye çıkıyor. En vahimi ise bu tacizlerin önemli bir kısmının, hâlihazırda şiddet döngüsü içinde olunan eş ya da eski eş tarafından gerçekleştirilmesi. Yani teknoloji, ev içi şiddetin yeni bir uzantısı haline geliyor.
Refuge, 23-24 Eylül tarihlerinde gerçekleştirdiği sanal Teknoloji Güvenliği Zirvesi’nde bu krizin çözümüne yönelik tartışmalara ev sahipliği yaptı; konunun uzmanlarını çözüm masasına davet etti.
Birleşik Krallık’ta mesele öyle büyümüş durumda ki, bu yaz döneminde yayımlanan ancak fazla gündeme gelmeyen İçişleri Komisyonu raporunda, hükümetin kadın ve kız çocuklara yönelik şiddetle mücadele etme vaadini yerine getirmesinin, çevrimiçi kadın düşmanlığı ve teknoloji temelli istismarlarla mücadele edecek etkili stratejiler geliştirmediği ve bunun için fonları artırmadığı sürece mümkün olmayacağı tespit edildi.
Türkiye’de Görünmez Tehdit
Bu tablo bize uzak değil. Türkiye’de de kadınların sosyal medya üzerinden takip edilmesi, eski partnerleri tarafından ısrarla mesajlara boğulması, özel fotoğraflarının rızaları olmadan paylaşılması, arabalarının içine takip cihazları yerleştirilmesi giderek yaygınlaşıyor. Kadın örgütlerinin raporları, genç kızların flört şiddeti kapsamında dijital şiddete daha yoğun maruz kaldığını gösteriyor. Ancak çoğu zaman bu şiddet biçimleri “önemsiz” görülüyor, kolluk kuvvetleri veya yargı tarafından yeterince ciddiye alınmıyor.
Oysa dijital şiddet de fiziksel şiddet kadar yıkıcı. Sosyal medyada tacize uğrayan bir genç kadının kaygı bozukluğu yaşaması, işini bırakmak zorunda kalması ya da evden çıkmaya korkması, şiddetin psikolojik ve toplumsal etkilerinin ne kadar ağır olduğunu kanıtlıyor.
Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye Dersler
Birleşik Krallık, çevrimiçi şiddeti “kadına yönelik şiddetle mücadele stratejisinin” bir parçası haline getiriyor. Ofcom’un (ülkenin bağımsız internet denetleyicisi) teknoloji şirketlerine yönelik hazırladığı rehber, çevrimiçi takip ve tacizi “öncelikli zarar” kategorisine alıyor. Böylece şirketler, kadınların güvenliğini sağlamak için içerik denetimi ve algoritmik önlemler almak zorunda kalıyor.
Dijital şiddet konusu ve özel sektör işbirlikleri, birçok teknoloji şirketinin merkezi olan ABD’de de uzun zamandır gündemin önemli bir maddesi. ABD’deki TAKE IT DOWN Yasası, 2025 yılında kabul edilen yeni bir federal yasa. Temel amacı, rızaya dayanmadan paylaşılan özel (örtülü, cinsel içerikli) görüntülerin yayılmasını engellemek ve çevrimiçi platformları bu tür içerikleri hızlı biçimde kaldırma mekanizmaları kurmaya zorlamak.
Bu konu ülkemizde de giderek daha sık tartışılır hale geldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından birkaç gün önce yayımlanan 2024 yılı “Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması” ilk kez “dijital şiddet” konusunu da kapsamına aldı. 15-59 yaş aralığındaki 18 bin 275 kadınla yapılan görüşmelere dayanan araştırmalarda dijital şiddet uygulayanlar arasında yüzde 62,3 ile “yabancı biri” ilk sırada yer aldı. Dijital şiddet en çok 15-24 yaş grubundaki kadınlarda görülüyor. Ancak araştırmada dijital şiddetin tanımı net değil; ‘e-posta veya SMS yoluyla taciz’ ile mi sınırlı olduğu açıklanmadı.
Ancak tartışmaların ve istatistiklerin ötesinde Türkiye’nin acilen şunları yapması gerekiyor:
Dijital şiddeti tanımak ve yasada açıkça tanımlamak: Israrlı mesaj, konum takibi, rızasız görsel üretimi gibi eylemler net olarak suç kategorisine alınmalı.
Teknoloji şirketlerini sorumlu tutmak: Türkiye’de faaliyet gösteren platformlar, zararlı içerikleri kaldırma, tekrar yüklenmesini engelleme ve mağdura destek sağlama konusunda yasal yükümlülük altına girmeli.
Kadınlara yönelik dijital destek hatları: Tıpkı İngiltere’de Refuge’un kurduğu gibi, teknoloji temelli şiddete maruz kalan kadınlara ücretsiz, uzman desteği sunan özel ekipler kurulmalı. Örneğin 2018-2024 yılları arasında bu ekibe gelen başvurular yüzde 205 oranında artmıştı. Başvuruların önemli bir kısmı, ısrarlı dijital takibe dairdi. Yani saldırganlar sürekli olarak sosyal medya üzerinden kadınlara ve kız çocuklara mesaj gönderiyorlar, kurbanlarını -ve hatta onların aile üyeleri ve arkadaşlarını- çevrimiçi denetim altında tutuyorlar. Kadınlar onları sosyal medya üzerinden bloke etse bile yeni profiller açarak saldırılarını sürdürüyorlar. Bu süreç kadında anksiyete ve depresyon gibi sonuçlar doğuruyor; iş yerinden uzaklaşıyor; her sokak başında takip edilme veya öldürülme korkusu yaşıyor.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü’nün de altını çizdiği gibi, teknoloji şirketleriyle dijital şiddet ve istismarla mücadele alanındaki işbirliği artık ertelenemez bir zorunluluk. 15 Ekim’de ise Singapur’da da bu konudaki önleyici tedbirler gündeme gelecek ve TKDF de bu toplantıda saha deneyimlerini anlatacak.
STOPNCI.org, dijital şiddet mağdurlarına destek veren uluslararası bir platform. Özellikle mahrem görüntülerin “intikam pornosu” gibi isimler altında rıza dışı paylaşımı veya tehdit amaçlı kullanımı durumunda, mağdurlara başvuru imkânı sunuyor. Site üzerinden yapılan başvurular, ilgili içeriklerin hızlı şekilde kaldırılması için teknoloji şirketleri ve yerel kurumlarla paylaşılıyor.
TKDF, dijital şiddetle mücadeleye dair uluslararası platformlarda sesini duyururken, STOPNCI.org sistemi ile yaptığı işbirliği protokolü sayesinde ev içi şiddet acil yardım hattını bölgesel ölçekte genişletiyor. Türkiye, Ortadoğu ve Balkanlar’da mahrem görüntülerin izinsiz paylaşımından mağdur olan kadınlara ve erkeklere TKDF üzerinden destek sunuluyor; STOPNCII tarafından oluşturulan vakalarla ilgileniliyor ve bu görüntülerin kaldırılması için bildirim yapılıyor. Bildirim sonucu sorunun hızlı bir şekilde çözülmesi ve görüntülerin yayından kaldırılmasıyla ilgileniyor. Ayrıca, mağdurlara psikolojik ve hukuki destek sağlamak, süreci yönlendirmek, kurumlarla irtibat kurmak gibi görevleri bizzat TKDF üstleniyor.
StopNCII.org’un genelindeki istatistiklere göre, 200.000’ den fazla izinsiz mahrem görüntü kaldırılmış ve % 90’ın üzerinde başarı oranı elde edilmiş durumda. TKDF ile olan bu işbirliği, Türkiye’de dijital şiddet ve mahrem görüntü paylaşımı gibi konuların kamuoyunda görünürlüğünü artırdı, kurumlar düzeyinde farkındalık yarattı ve mevzuat/uygulama alanına dair tartışmaları güçlendirdi.
Türkiye’de Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde şiddet birimlerinin bu alana eğilmeye başlaması, Aile Bakanlığı’nın hazırladığı Ulusal Eylem Planı toplantılarında dijital şiddetin özel bir başlık olarak gündeme gelmesi, meselenin artık devlet kurumlarının da radarında olduğuna işaret ediyor.
Güllü’nün ifadesiyle, “Takipteyiz, mücadeleyi bırakmayacağız; teknoloji şirketleri de bu sorumluluğu paylaşmak zorunda.”
“Görünmeyen” Şiddeti Görünür Kılmak
Gözetim teknolojilerinin, mahrem görüntülerin ve yapay zekâyla üretilen deepfake içeriklerin şiddetin yeni yüzüne dönüştüğünü görüyoruz. İngiltere’de hazırlanan güncel raporlara göre, gizli kameralarla kadınların bilgisi ve rızası olmadan kayda alınması, ardından bu görüntülerin şantaj ve kontrol aracı olarak kullanılması giderek yaygınlaşıyor. Bugün yasa dışı olan yalnızca bu görüntülerin paylaşılması… Oysa bu görüntülerin irade ve rıza dışında bizzat çekilmesi de mağdurun mahremiyetine ve özerkliğine ağır bir saldırı.
Birleşik Krallık’ta bu tehlikeye karşı yeni yasal düzenlemeler gündemde. Örneğin, “Crime and Policing Bill” ile gizli kamera kurmayı bile suç sayacak maddeler tartışılıyor. Hatta yapay zekâ ile “nudification” (çıplaklaştırma) uygulamalarında üretilen sahte çıplak görüntülerin de cezai yaptırıma bağlanması planlanıyor. Türkiye’de de kadınların maruz kaldığı dijital şiddet ve zorlama biçimleri düşünüldüğünde, benzer yasal boşlukların ivedilikle kapatılması gerekiyor. Çünkü mağduru görüntüleri ifşa etmese bile kayıt altına almak, şiddetin en ağır biçimlerinden biri ve hâlâ gri alanlarda kalıyor.
Kadına yönelik şiddetin her türü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve erkek egemen toplumunun doğrudan yansıması. Teknolojinin sunduğu araçlar ise bu eşitsizliği daha da derinleştiriyor.
Eğer Türkiye’de dijital şiddeti sadece “internette birkaç mesaj atmak” veya “konumunu sırf meraktan takip etmek” diye küçümsemeye, hatta normalleştirmeye devam edersek, bu konuda gerekli yasal altyapıyı ve bağlayıcı uygulama tedbirlerini hızlı bir şekilde hayata geçirmezsek, kadınların hayatını tehdit eden yeni bir şiddet dalgasını görmezden gelmiş ve/veya birçok vakada geç kalmış olacağız.
Teknolojinin hızla gelişmesi karşısında kadınların kendi mağduriyet deneyimleriyle mevzuat arasındaki boşluğun kapatılması için gelişmiş dünya hızla adımlar atıyor. Teknoloji şirketleri için bağlayıcı kurallar getirilmesinden denetleyici kurumlara yasal çerçeve içinde sorumluluklar verilmesine dek kadınların çevrimdışı olduğu kadar çevrimiçi güvenliğini de önceleyen bir yaklaşım söz konusu.
Birleşik Krallık’ın attığı adımlar bize yol gösterici olabilir. Kadına yönelik şiddetle mücadelede dijital boyutu görmezden gelmek artık lüks değil; hayatî bir zorunluluk. Zira ancak bu şekilde şiddetin farklı yüzlerini tanımamız kolaylaşacak ve farklı biçimlerde hayatta kalma mücadelesi veren kadınların sesleri teknoloji tasarımlarına ve yasalara doğrudan yansımış olacak.
Oyuncu Bige Önal, geçtiğimiz haftalarda Altın Koza’daki ödülünü kadınlara ithaf ederek şöyle demişti: “Kadını yalnızca doğururken kutsayan bu düzen onu yaşarken unutuyor. Ben bu ödülü bu düzende hayatını yitiren tüm kadınlar ve sessizliğe mahkûm edilmeyi reddeden kadınlar için almak istiyorum. Buradayız, susmuyoruz ve iyiyiz.”
Buradayız ve dijital istismarın hiçbir biçimi karşısında susmuyoruz. Ancak öyle iyileşeceğiz.

MENEKŞE TOKYAY
