Willy Brandt ve Almanya’nın Doğu Açılımı
Willy Brandt, sadece Almanya’nın değil, Avrupa ve Dünya siyasetinin de yönünü etkileyen kararların altına imza atmış; bloklar arası gerilimin düşürülmesine, kültürel ve ticari ilişkilerin geliştirilmesine, dolayısıyla da Soğuk Savaşın aşılmasına katkı sağlamıştı. Birlikte var olmak kavramının mucidi değildi, ancak bu kavramı alıp içini dolduran, siyasi, ahlaki ve pragmatik bir biçimde temellendiren lider Willy Brandt idi.
- YAŞAR AYDIN
- 7 Aralık 2020

‘Alman tarihinin uçurumunda ve öldürülen milyonların ağır vebali altında, kelimeler kifayetsiz kaldığında insanların yaptıklarını yaptım.’
Willy Brandt [1]
7 Aralık 1970’te, tam 50 yıl önce, o ana kadar devlet ve hükümet başkanlarından pek de alışık olmadığımız bir davranış gerçekleşiyordu. Polonya’nın başkenti Varşova’daki Yahudi Gettosu Anıtı’na taşıdığı çelengi bırakan Alman politikacı, birden anıtın önünde dizlerinin üzerine çökerek kısa bir saygı duruşunda bulundu. Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk sosyal demokrat Başbakanı Şansölye Willy Brandt’ın bu davranışı sadece sembolik bir anlam taşımıyor, Almanya’nın tarihiyle yüzleşme iradesini de ortaya koyuyordu. Aynı zamanda, iç politikada demokratik reformist bir çizginin, dış politikada ise daha uzlaşmacı bir anlayışın dışavurumuydu bu.
Willy Brandt’ın Yahudi Gettosu Anıtı önünde diz çökmesinin, Almanya’nın Yahudi soykırımı ve Nazi dönemindeki (1933–1945) suçlarla ve uygarlık kaybıyla yüzleşmesine, böylelikle demokratikleşmesine, Doğu Bloku ülkeleriyle yakınlaşmasına, uluslararası alanda ise yeniden itibar kazanmasına ve İsrail ile medeni ve barışçıl ilişkiler kurabilmesine olumlu katkısının olduğu yadsınamaz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ve koşulsuz teslimiyet ile çıkan Almanya, Şansölye Konrad Adenauer (1949–1963) yönetiminde bağımsızlığına kavuşmuş, Batı dünyasında saygın ve demokratik bir ülke olarak yerini almıştı. Adenauer döneminde ve sonrasında dış politikada Batı yanlısı (Transatlantikçi) bir çizgi izleyen Batı Almanya, Şansölye Willy Brandt (1969–1974) döneminde ve sonrasında bu – âdeta koşulsuz – Batı yanlısı politikasını barışçıl bir “Doğu Açılımı” ile dengeledi. Batı Almanya’nın yeni Doğu ve Almanya politikasının mimarı ve uygulayıcısı olan Willy Brandt kimdir?
Sosyalist İşçi Mücadelesi ve Anti-Faşist Direnişten Başbakanlığa
1913 yılında kuzey Alman kenti Lübeck’de tezgahtar bir kadının evlilik dışı çocuğu olarak 18 Aralık’ta dünyaya gelen Brandt’ın gerçek adı Herbert Ernst Frahm idi.[2] Gençlik yıllarında siyasete ilgi duymaya başlayan Herbert Ernst, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’ne üye olur, sonrasında ise mücadelesine siyasi yelpazenin daha solundaki Almanya Sosyalist İşçi Partisi’nde devam eder. 1933 yılında Hitler başkanlığında Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelmesiyle birlikte Norveç’e sürgüne gider. Burada gazeteci olarak hayatını idame ettirirken antifaşist direniş hareketinde yerini alır. Willy Brandt takma adını da o dönem kullanmaya başlar.
Savaş sonrası Berlin’e dönen Brandt, tekrar Sosyal Demokrat Parti’ye üye olur ve Berlin milletvekili olarak Batı Almanya parlamentosuna girer. 1957’de ise belediye başkanı Ernst Reuter’in ölümü üzerine Berlin Belediye Başkanlığına seçilir. 1966 yılında Dışişleri Bakanı olana kadar da bu görevini sürdürür. 1961’de ilk kez Sosyal Demokrat Parti’nin Başbakan adayı olarak Şansölye Konrad Adenauer’ın karşısına çıkar. 1965’te ise ikinci kez aday olur ve bu sefer de Şansölye Ludwig Erhard’a (Hristiyan Demokratik Birlik) karşı seçimi kaybeder.
Tam politikadan ayrılıp Norveç’e göç etme planları yaparken[3] Erhard başkanlığındaki Birlik Partileri (Hristiyan Demokratik Birlik ve Hristiyan Sosyal Birlik) ile Hür Demokrat Parti koalisyonu yıkılınca, Sosyal Demokrat Parti’ye hükümet ortaklığının önü açılır. Willy Brandt, 1966 yılında Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı olarak Şansölye Kiesinger başkanlığındaki Büyük Koalisyonun Dışişleri Bakanı ve Başbakan Vekili olur. Kiesinger’in kabinesi, geçmişte Nazilerle birlikte olanlarla, anti-faşist direnişe katılanların ve Yahudilerin de dahil olmasından dolayı kamuoyunda uzlaşı kabinesi olarak anılacaktır.
Soğuk Savaş Koşullarında Barışı Savunmak
‘İçeride ve dışarıda, iyi komşuların halkı olmak istiyoruz.’
Willy Brandt, (28.10.1969)
Willy Brandt, Dışişleri Bakanı iken daha barışçıl bir politikayı savunur. 1969’da ise yeniden şansölye adayıdır ve seçim kampanyasında yeni ve barışçıl bir dış politika vaat eder. Yarışı önde bitiren Sosyal Demokrat Partisi, büyük koalisyonu devam ettirmek yerine, Hür Demokratlar ile koalisyon hükümeti kurar. Bunu daha sonra işçi sınıfı ve sosyal demokratlarla liberallerin tarihi uzlaşısı olarak takdim eder.[4]
Willy Brandt Başkanlığındaki hükümet içerde sayısız reformlar gerçekleştirmiş, siyasal katılımın alanını genişletmiş, uluslararası ilişkilerde ise Avrupa’nın birlik sürecini bir adım daha ileriye taşımış, yeni, barışçıl, uzlaşmacı bir Doğu ve Almanya politikasını uygulamaya koymuştu. Ancak bu paradigma değişikliği hiç de kolay ve tartışmasız olmamıştı. Öyle ki Brandt’ın Varşova’daki jesti dünyada övgüyle karşılanmış, barış yanlısı dış politikası Batı’da takdir edilmişti. Brandt’a Nobel Barış Ödülü verilirken, Almanya’daki sağ kesim tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Sağın daha radikal kesimlerinde ise sosyal demokrat Şansölye vatana ihanet ile itham edilmiş, ‘Brandt an die Wand’ (Brandt duvara– yani Brandt kurşuna dizilmeli anlamında) tekerlemesi tedavüle sokulmuştu.
Sağ kesimin iddia ettiğinin aksine, Brandt’ın Doğu ve Almanya politikasının temel hedefi Almanları birbirilerine yakınlaştırarak ulusal birliği sağlamak, komşu devletlerle buzları eritmek, onların Almanya’ya karşı olan kuşkularını gidermek ve nihayetinde Almanya’nın siyasal bölünmüşlüğüne son vermekti.
1950’li ve 1960’lı yıllarda uluslararası ilişkilerde, özellikle de Avrupa’da son derece gergin bir siyasal iklim hakimdi. İkinci Dünya Savaşı sonrası müttefikler arasındaki iş birliği yerini fikir ayrılıklarına ve gerilimlere bırakmış, 1948 yılı itibariyle ise, Sovyetler Birliği’nin işgali altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde kendi iktisadi ve siyasi sistemini dayatması sonucu, yerini amansız bir Soğuk Savaş’a bırakmıştı. Avrupa, yakın tarihinde ilk kez siyasi ve iktisadi sistem olarak bir ‘demir perde’ ile ikiye ayrılmıştı. 1953’te (Doğu) Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nde, 1956’da Macaristan’da baş gösteren ayaklanmaların şiddetle bastırılması, 1968’de ise Çekoslovakya’nın Sovyetler Birliği’nce işgali Alman sosyal demokratları arasında komünist rejimlerin şiddetle ortadan kaldırılamayacağı fikrini güçlendirmişti.
Bloklar arası bir savaş ise nükleer silahların devreye girmesine yol açacaktı. Bu ise hangi taraf kazanırsa kazansın insanlık için büyük bir yıkım olacak, belki de Avrupa’da (medeni) yaşam yok olacaktı. Willy Brandt komünist sistemin ancak bloklar arası gerilimin azaltılıp barış içinde bir arada var olunarak (peaceful coexistence), ikili ilişkilerin ve karşılıklı bağımlılıkların yoğunlaştırılarak aşılabileceğine inanıyordu. Dolayısıyla Doğu Almanya’ya karşı bir içe kapanma ya da izolasyon politikası gütmekten ziyade çok yönlü bir iletişim, etkileşim ve ilişkilerin geliştirilmesinden yana idi. Willy Brandt coşkulu bir yurtsever olarak tutkulu bir biçimde iki Almanya’nın birleşmesini arzuluyordu. Ancak bunun kısa vadede gerçekleşmeyeceğini, bunun için uzun soluklu bir mücadelenin gerekli olduğunu bilecek kadar da gerçekçiydi. Dolayısıyla Doğu Almanya’nın kurumlarıyla iş birliği içine girilerek, insanların yaşamlarının kolaylaştırılmasının yolları aranmalıydı.
Yakınlaşma Yoluyla Değişim, Uzlaşı Yoluyla Barış
Willy Brandt, 1950’lilerin ortalarından itibaren Doğu Bloku ve Doğu Almanya ile iletişim ve uzlaşı arayışı içindedir. Sovyetler Birliği Başkanı Kruşçev’in ‘barış içinde bir arada var olma’ konsepti onun hem bir siyasetçi hem de bir yurtsever olarak hedef ve arzularıyla örtüşüyordu. Bundan dolayı Kruşçev’in kendisini Doğu Berlin’deki Sovyet Büyükelçiliğine fikir alışverişinde bulunmak için davetini memnuniyetle kabul etmişti. Fakat müttefik güçlerin itirazı sonucu bu buluşma gerçekleşmeyecekti.
Ancak gerilimi düşürme fikri Amerika Birleşik Devletleri’nde de dile getiriliyordu. Örneğin ABD Başkanı John Ford Kennedy iki süper güç – ABD ve SSCB – arasında sadece karşıtlıkların değil, ortak noktaların da bulunduğuna işaret ediyordu. Dolayısıyla, Brandt’ın düşünceleri dünyadaki genel konjonktür ile uyuşmaktaydı. Brandt, dış politika, bloklar arası gerilimi azaltma ve Doğu (Almanya) politikası ile ilgili görüşlerini ilk kez 1962 yılında Harvard’da yapmış olduğu bir konuşmada dile getirdi.[5]
1963 yılında ise Münih yakınlarındaki Tutzing kasabasında, Protestan Akademisi’nde yaptığı konuşmasında ‘barış içinde bir arada yaşama’ siyasetini Alman kamuoyuyla paylaşıyor, gerilimi düşürme ve diyaloğu geliştirme çağrısında bulunuyordu. Daha sonra Willy Brandt’ın danışmanlığını yapacak olan Egon Bahr da benzeri görüş ve taleplerini 1963 yılında ‘yakınlaşma yoluyla değişim’ (Wandel durch Annäherung) şeklinde formüle ediyordu. 1964’de ise yayınladığı, ‘Doğu Avrupa devletleri ve halklarıyla ilişkiler üzerine’ başlıklı görüş bildirisinde ise kültürel ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini savunuyordu Willy Brandt.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
İlk olarak Şansölye Kiesinger (Hristiyan Demokratik Birlik) döneminde, Dışişleri Bakanı Willy Brandt ve başdanışmanı Bahr’ın da katkılarıyla Alman dış politikasında rota değişikliğinin adımları atılıyordu. 1967 yılında Romanya ile diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi bu değişinin bir örneği. Ancak bu tür diplomatik ilişkiler Sovyetler Birliği’nin baskısı sonucu diğer Doğu Bloku ülkeleri Doğu Almanya, Polonya ve Çekoslovakya ile başlatılamıyordu.[6] Almanya’nın bu ana kadar Doğu Bloku ülkeleri ile diplomatik ilişki içinde olmadığını, hatta Doğu Almanya’yı tanıyan ülkelerle diplomatik ilişkilere girmediğini, var olanları ise sonlandırdığını düşünürsek (Hallstein Doktrini[7]), Kiesinger – Brandt ikilisinin attıkları bu adımın önemi daha iyi anlaşılır.
Willy Brandt, Almanya’nın komşularına güven vermek suretiyle ilişkileri ilerletmek istiyordu. Almanya’nın tüm Avrupa’da acı ve yıkımlara yol açtığını ve İkinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesinden dolayı bedel ödemesi gerektiğini düşünen Brandt, bu amaçla Oder-Neisse Nehri’nin doğusunun Polonya’ya bırakılması gerektiğini savunuyordu. Ancak Oder-Neisse hattının Almanya-Polonya sınırını oluşturmasına Hristiyan Demokratik Birlik ve Hristiyan Sosyal Birlik partileri karşı çıkıyorlardı. Bundan başka, Hristiyan Demokratik Birlik – Hristiyan Sosyal Birlik partileri ve Şansölye Kiesinger, Brandt’ın nükleer silahların sınırlandırılması yönündeki görüşüne de karşı çıkıyorlardı. Bu durum, Brandt liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti–Hür Demokrat Parti hükümetinde değişecek, ancak Brandt, kesin kopuşlardan ziyade küçük, fakat emin adımlarla yol almayı tercih etmeye devam edecekti. Willy Brandt Başbakanlığının ikinci yılında, 1970’de Doğu Almanya’yı ziyaret eder ve burada coşkuyla karşılanır.
Küçük Adımlar Diplomasisi
Sosyal Demokrat Parti-Hür Demokrat Parti hükümetinin ve Brandt – Scheel (Dışişleri Bakanı, Hür Demokrat Parti) ikilisinin dış politikası dört köşe taşından oluşmaktadır:
- Devletlerarası ilişkilerde şiddetin reddi;
- Avrupa’da sınırların tanınması ve tek taraflı olarak değiştirilmemesi ilkesi;
- Barışın muhafaza edilmesi için gerilimlerin azaltılması;
- İyi komşuluk ilişkileri ve bloklar arası iş birliği.
Brandt’ın Doğu Politikası somut olarak Doğu Sözleşmeleri ile taçlandırıldı. Bunlar dört sözleşmeden ibaretti: Başdanışman Egon Bahr tarafından müzakere edilen, Brandt ve Scheel tarafından Moskova’da imzalanmış olmasından dolayı öyle anılan Moskova Sözleşmesi. Bunu 1970’te Polonya, 1972’de Doğu Almanya ve 1973’te Çekoslovakya ile imzalanan üç sözleşme takip etti.[8] Bu sözleşmeler sonrası Brandt diplomatik ustalığını kullanarak ittifak ve işgal güçleri arasında imzalanan Dörtlü Sözleşme’nin gerçekleşmesinin önünü açmıştı. Bu sözleşme iki Almanya ve Batı Berlin ile Doğu Almanya arasındaki seyahat, ziyaret ve posta işlemleri ile ilgili düzenlemeler içermesi bakımından insanların hayatında büyük kolaylıklara imkân tanıyordu. Brandt, Doğu Sözleşmelerinin Almanya parlamentosunda kabul edilebilmesi için Batı Berlin ile ilgili düzenlemelerin ve iyileştirmelerin yapılması şartını bir baskı unsuru olarak ustalıkla kullanmıştı.[9]
Willy Brandt’ın başarılı Doğu Politikası Almanya’nın uluslararası arenada barış gücü olarak kabul ve itibar görmesine katkı sundu. Kendisi ise 1973 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Brandt’ın ustalığını gösteren bir başka nokta ise dünyada yeniden bir Rapallo[10] sendromunun, Sovyetler Birliği nezdinde ise Rapallo beklentisinin oluşmasına – ilişkilere zarar vermeden – olanak tanımamasıydı. Bunda onun Amerika’ya yakın olmasının – anti-Amerikancılığa hiçbir zaman prim vermemişti – ve içeride de özgürlükçü, demokratikleşme yanlısı ve geçmişin hatalarıyla hesaplaşmış olmasının da büyük payı vardı kuşkusuz.
Willy Brandt’ın Doğu Politikası, Almanya’nın, Batı ittifakı içindeki yeri ve demokratik ülkeler arasındaki konumu sorgulanmaksızın, Doğu Bloku ülkeleri ile yakınlaşmasına, bloklar arası gerilimin yumuşatılmasına, dolayısıyla da askeri çatışma riskinin azaltmasına katkı sundu. Bununla birlikte Alman Hariciyesi iki Almanya’nın birleşmesi hedefinden feragat etmedi. İki blok arasındaki yumuşama, konvansiyonel silahlarda indirime gidilmesi yönünde müzakerelerin başlatılmasına da olanak sağladı (MBFR).
Willy Brandt’ın Başbakan Vekili ve Başbakan olarak görev yaptığı dönemin (1966–1974) en önemli hususiyetlerinden bazıları şunlardır: Alman ekonomisinin 1965’te içine düştüğü resesyondan çıkarak yeniden büyümesi, tam istihdamın yakalanması, demokratik reformların gerçekleştirilerek siyasal katılımın genişletilmesi, dış politikada ise Batı yanlısı çizginin Doğu Açılımı ile dengelenmesi.
AGİK süreci ile birlikte Willy Brandt’ın Doğu Politikası ikili boyuttan çok taraflı bir boyuta evirilecekti. 1975 yılındaki AGİK–Helsinki Nihai Senedi ise bloklar arası yumuşamanın en somut ve üst noktasını oluşturacaktı. 35 Avrupa ve Kuzey Amerika ülkesi, altına imza koydukları Helsinki Nihai Senedi ile birlikte Avrupa’da sınırların muhafaza edilmesini, bağımsız devletlerin içişlerine karışılmamasını teyit ve insan haklarına riayet etmeyi taahhüt ediyorlardı.
Bu yumuşama dönemi, 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’ı işgaline kadar sürecek, sonrasında yerini İkinci Soğuk Savaş dönemine bırakacaktı.
1974’de Başbakanlıktan ayrılan Willy Brandt, 1980’li yıllarda Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı olarak barış ve demokrasiden yana birçok inisiyatifin için yer alacaktı. Örneğin 1980’li yıllarda Willy Brandt’ın inisiyatifi ile Sosyal Demokrat Parti yöneticileri Polonya, Macaristan, Çekoslovakya ve SSCB’deki komünist partilerle ikili ilişkiler kurarak diyaloğu canlı tuttular. Dünyada barış yanlısı çevrelerde olumlu yankı bulan bu tür çabalara eleştiriler de yöneltiliyordu. Örneğin Willy Brandt’ın komünist rejimlerle kurulan ilişkiyi zedelememek için ‘Charta 77’ ve ‘Solidarnosz’ gibi hareketlere mesafeli yaklaşması, 1981’de Polonya’da sıkıyönetim ilanına sert tepki göstermemesi, 1985’de ise Solidarnosz lideri Leh Walesa ile görüşmemesi sert eleştirilere maruz kalmasına neden oldu.
1980’li yılların sonlarına doğru ise Sosyal Demokrat Parti, Sosyalist Birlik Partisi ve Doğu Almanya ile nükleer ve kimyasal silahlardan arındırılmış bir Orta Avrupa için müzakerelerde bulunuyorlardı. 1987 yılında bu yönde bir de ortak bir bildiri de yayınlayacaklardı: ‘İdeolojilerin Çatışması ve Ortak Güvenlik’.
Özgürlük ve Barışa Adanmış Bir Hayat ve Siyaset
İsviçreli tarihçi Jacob Burchardt’a göre ‘büyük tarihi şahsiyet’, tarihin akışı içinde yeni bir eğilimin başarılı olmasına katkıda bulunan kişidir. Bu tanımdan yola çıkarsak, Willy Brandt kuşkusuz – hem Almanya bağlamında hem de dünya ölçeğinde – büyük bir tarihi şahsiyettir. Almanya için önemi, onun hem sosyal demokrasiyi yeni toplumsal dönüşümlere, yeni fikirlere açması, modernleştirmesi ve iktidara taşımasından; Almanya toplumunu sayısız reformlarla demokratikleştirmesinden, dış politikada ise Almanya’nın yeniden itibar kazanmasına katkıda bulunmasından gelmektedir.
Sadece Almanya’nın değil, Avrupa ve dünya siyasetinin de yönünü etkileyen kararların altında imzası bulunan Willy Brandt, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk sosyal demokrat Başbakanı idi.
Dünya siyaseti açısından ise Brandt’ın önemi onun bloklar arası gerilimin düşürülmesine, kültürel ve ticari ilişkilerin geliştirilmesine, dolayısıyla da soğuk savaşın aşılmasına yaptığı katkıdan dolayıdır. Birlikte var olmak kavramının mucidi Brandt değildi, onu ilk kez Sovyetler Birliği başkanı Kruşçev ortaya atmıştı. Ancak o kavramı alıp içini dolduran, siyasi, ahlaki ve pragmatik bir biçimde temellendiren ise Willy Brandt idi.
Willy Brandt’ın başlattığı süreç Almanya’yı Doğu Bloku’na yakınlaştırarak hem iki Almanya arasındaki ilişkilerin normalleşmesine, ülkenin güvenliğinin tahkim edilmesine, Avrupa devletleri arasında çok taraflı ilişkilerin ve güvenlik mekanizmalarının (AGİK süreci) geliştirilmesi suretiyle Avrupa’nın entegrasyonuna katkı sunmuş, hem de Almanya’nın Batı blokundaki yerini sağlamlaştırmıştır. Bunu yaparken ise usta, kılı kırk yaran bir siyaset ve diplomasi ile yeni bir Rapallo tartışmasının önüne geçmiştir.
Willy Brandt’ın asıl başarısı, kendi sözleriyle özetleyecek olursak, yaşadığı dönemde ‘Almanya’nın adının ve barış kavramının’ birlikte anılabilmesine katkıda bulunmak olmuştu.[11] Brandt şöyle sesleniyordu tüm Alman ve Avrupalılara: ‘Naziler Avrupa’yı Almanlaştırmak istiyorlardı. Şimdi ise bütün mesele, Almanya’yı Avrupalılaştırmaktır.’ Bunun içindir ki, Willy Brandt’ın Başbakan oluşuyla birlikte, Hitler ikinci ve nihai yenilgisini almıştı.
___
[1] Willy Brandt, Erinnerungen, Berlin: Propylän/Ullstein Verlag, 1989.
[2] Bu yazının hazırlanışında aşağıdaki biyografi, monografi ve kaynaklardan yararlanıldı: Peter Merseburger, Willy Brandt, 1913–1992: Visionär und Realist, München: Deutsche Verlags-Anstalt, 2006; Brigitte Seebacher, Willy Brandt, München & Zürich: Pieper Verlag, 2006; Bernd Faulenbach, Willy Brandt, München: Verlag C.H. Beck, 2013; Gunter Hofmann, Willy Brandt und Helmut Schmidt: Geschichte einer schwierigen Freundschaft, München: Verlag C.H. Beck, 2012. Ayrıca Willy Brandt Vakfı web sitesinden de faydalanıldı, bkz. https://willy-brandt.de/die-stiftung/ueber-uns/, son erişim: 27.11.2020.
[3] Ne ki Willy Brandt hakkında siyasetten ayrılıp Norveç’e taşınmayı düşündüğü yönündeki iddiaları efsane olarak yalanlayacaktı anılarında. Bkz. Willy Brandt, Begegnungen und Einsichten. Die Jahre 1960 – 1975, Hamburg: Hoffman & Co., 1976, s. 169.
[4] Derin bir tarih bilgisine ve bilincine sahip olan Willy Brandt, hükümetini tarihi bir perspektif içinde değerlendiriyor, muhtemelen biraz da idealize ediyordu. Ancak gerçekten de işçi sınıfı hareketi ile liberalizm 1948 Devrimi’ne kadar ortak hedefler peşinde koşarlarken, Bismarck (1862–1890) döneminde yolları ayrılmıştı. Weimar Cumhuriyeti’nde ise yeniden yolları kesişen Almanya işçi sınıfı ile liberalizmin yolları İkici Dünya Savaşı sonrasında Hür Demokrat Parti’nin Hristiyan Demokratik Birlik’in sağında konumlanması sonucu yeniden ayrılmıştı. 1966 yılında Hristiyan Demokratik Birlik ile koalisyon hükümetini bozarak Sosyal Demokrat Partisi’ne iktidar yolunu açan Hür Demokrat Parti, hükümet ortaklığını 1982’ye kadar devam ettirecekti. 1982’de ise bu sefer de Hristiyan Demokratik Birlik tarafına geçerek Helmut Schmidt başkanlığındaki sosyal-liberal hükümetin sonunu getirecekti (bkz. Merseburger, 2006: 579.
[5] Willy Brandt, ‘Koexistenz: Das unausweichliche Wagnis’, Harvard Universitesi’ndeki konuşmaları, 2 ve 3 Ekim 1962, içinde: WBA, Publizistische Äußerungen, dosya no 144/145-
[6] Bkz. Volker Kronenberg, ‘Grundzüge deutscher Außenpolitik 1949 – 1990’, Bpb, Deutsche Außenpolitik (Informationen zur politischen Bildung, 304, 2009: 14–32.
[7] Werner Kilian, Die Hallstein-Doktrin: der diplomatische Krieg zwischen der BRD und der DDR 1955–1973, Berlin 2001.
[8] Gunnar Seelow, ‘Die Ostverträge‘, içinde: Gunnar Seelow, Strategische Rüstungskontrolle und deutsche Außenpolitik in der Ära Helmut Schmidt, Baden-Baden: Nomos, 2013: 71-86.
[9] Gunnar Seelow, ‘Das Berliner Viermächteabkommen als Knotenpunkt zwischen Détente, Ostpolitik und SALT‘, içinde: Gunnar Seelow, Strategische Rüstungskontrolle und deutsche Außenpolitik in der Ära Helmut Schmidt, Baden-Baden: Nomos, 2013: 86–98.
[10] 1922’de Alman Weimar Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği arasında imzalan antlaşma Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemden tecrit edilen iki devletin yeniden iş birliği kurmasını ve Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne askeri eğitim vermesi (gizli ek) hususunu içeriyordu. “Rapallo” deyimi Almanya’nın bir nevi Batı’dan uzaklaşmasını sembolize etmektedir. Bkz. Gregor Schöllgen, Deutsche Außenpolitik von 1815 bis 1945, München: C.H. Beck, 2013, s. 149.
[11] ‘Willy Brandt über seinen größten Erfolg’ bkz. https://www.willy-brandt-biografie.de/quellen/videos/groesster-erfolg/, son erişim: 4.12.2020.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

YAŞAR AYDIN
