Zohran Mamdani’nin Zaferi Umudun Zaferidir
Mamdani’nin adaylığını açıklamasından bu yana karşı karşıya kaldığı nefret dalgasına yanıtı meydan okumaydı. İnancından duyduğu gururdan ve hayatı boyunca maruz kaldığı korku ikliminden bahsetti. Biz inancımız sayesinde kazanmadık; seçmenlerin endişelerinden faydalanmak yerine endişelerini dikkate aldığımız için kazandık.
Zohran Mamdani, seçim zaferinden birkaç hafta önce Bronx’ta bir caminin önünde, seçim kampanyasının aylarca belki de yıllarca buna hazırlanılmış gibi görünen, en kişisel konuşmasını yaptı.
Bu konuşmadan çok değil birkaç gün önce New York’taki radyolardan birinde bir program spikeri Zohran döneminde bir 11 Eylül daha yaşanırsa “sevinçten havalara uçacağından” bahsediyordu. Mamdani’nin geçen sene adaylığını koyacağını açıklamasından bu yana geçen sürede karşı karşıya kaldığı Müslüman karşıtı nefret dalgasının doruğa vardığı yer de burasıydı.
Zohran’ın karşılığı meydan okumaydı. İnancından duyduğu gururdan bahsetti. Birçok Müslüman New Yorklu gibi hayatının büyük bir bölümünde karşı karşıya kaldığı korku ikliminden bahsetti. Ve bir cemaat büyüğünün siyasette başarılı olmak istiyorsa inancını kendine saklamasının daha iyi olacağını söylediğini hatırlattı.
Bu konuşma cesaret gerektiriyordu. Zohran sessiz kalmayı seçebilir, kampanyanın son iki haftasını ana mesajlarına odaklanarak, kendisini eleştirenlerin seviyeyi aşağı çekme ve inancını kullanarak onu ötekileştirme çabalarını görmezden gelerek geçirebilirdi. Ancak bazen karşı koymalı ve artık yeter demeliyiz.
Maalesef bu benim de çok iyi bildiğim bir deneyim. Kendimi hiçbir zaman Müslüman bir siyasetçi olarak tanımlamadım, daha ziyade bir siyasetçi ve Müslüman olarak tanımladım. Londra Belediye Başkanlığı’na aday olma kararımın arkasında tek bir şey vardı: Sevdiğim ve bana her şeyimi veren bu şehirdeki insanların yaşamlarını iyileştirme konusundaki kararlılığım. İlk belediye başkanlığı seçim kampanyamda tüm Londralıların belediye başkanı olacağıma söz vermiştim. Yine de rakip adaylar defaatle beni sadece inancımla tanımlamaya çalıştı. Seçilmemden günler önce, başlıca rakibim beni teröristlerle dost olmakla suçlayan bir gazete makalesi dahi kaleme aldı. Bu makaleye o korkunç 7 Temmuz Londra bombalamalarında tahrip edilen çift katlı bir otobüsün görüntüsü eşlik ediyordu.
Bu tür saldırılar sürüyor. Küçük ama sesi çok çıkan bir azınlık, Belediye Başkanı olarak aldığım kararlara aynı fikirde olmadıkları bir siyasetçinin kararları olarak karşı çıkmak yerine, bu kararları Müslüman bir adamın kararları olarak aşağılamaya çalıştı. Daha geçen ay ABD Başkanı, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Londra’ya şeriat getirmeye çalıştığımı iddia etti!
Bu tuhaf iddiaların, Başkan Trump ve müttefikleri arasında derinleşmekte olan, Londra ve New York gibi yerlerde bu tür toksik siyasetin işe yaramadığı endişesinin semptomlarından biri olduğunu görmemek zor. İki kentin de aynı zamanda Müslüman da olan Belediye Başkanları olması olağanüstü bir durum, ancak dünyanın en fazla çeşitliliği barındıran bu iki kentinde böyle bir şeyden bahsetmek konu dışı. Biz inancımız sayesinde kazanmadık. Seçmenlerin endişelerinden faydalanmak yerine endişelerini dikkate aldığımız için kazandık.
Son yıllarda, Atlantik’in her iki yakasındaki yorumcu ve siyasetçilerden oluşan bir koronun, liberal değerlere sahip oldukları için kentlere saldırdığını görüyoruz. Kanunların geçmediği bir distopya tasviri yaratarak, yüz binlerce yasal göçmenin oturum hakkını kaldırıp sınır dışı etmekten, muhalefeti bastırmak için Ulusal Muhafızları konuşlandırmaya kadar, bildik otoriter çözümleri savunuyorlar. Ancak çoğu Londralı ya da New Yorkluya sorsanız, bu anlatının karşılık bulmadığını görürsünüz.
Ailenizin nereden geldiği ya da hangi Tanrı’ya taptığınız bu şehirlerde yaşayanların umurlarında değil. Kentlerinin çeşitliliğinden gurur duyuyorlar. Politikacılarını inançlarına, renklerine ya da kültürlerine göre de seçmiyorlar. Şehirlerinin karşı karşıya olduğu zorlukların büyüklüğü ve ölçeğiyle orantılı, cesur ve iddialı politikalar istiyor, seçimlerini buna göre yapıyorlar. Zehirli hava soluma endişesi taşımadan yürüyebilecekleri daha yeşil şehirler istiyorlar. Maaşlarının miktarının çocuklarının yaşam şansını belirlemediği daha adil bir toplum istiyorlar. Hayat pahalılığı kriziyle başa çıkmak için yardım istiyorlar. Ve büyümenin kimseyi geride bırakmadığı daha müreffeh bir ekonomi istiyorlar.
Belediye Başkanı Mamdani ile her konuda hemfikir olmayabiliriz. Şehirlerimizin karşılaştığı zorlukların pek çoğu benzer olmakla birlikte aynı değil. Ancak politika farklılıklarını bir kenara bıraktığımızda, çok daha temel bir konuda birleştiğimiz açık: Siyasetin insanların yaşamlarını daha iyi hale getirme gücüne olan inancımız.
Onlarca yıldır, şüpheciler Londra ve New York’un düşüşünü öngörmektedir. Ancak ne zaman bir güven kriziyle karşı karşıya kalsak, bu krizden eskisinden daha da güçlü bir şekilde çıktık. Bunun nedeni sadece City veya Wall Street, West End veya Broadway, Wimbledon’un yeşil çimleri veya Flushing Meadows’un parlak mavi akriliği değil. Bunun nedeni Londra ve New York’un sosyal hareketliliğin hala canlı olduğu şehirler olması.
Bugün, satın alma gücü krizi bu hayalin tehdit altında olduğu anlamına geliyor. Ancak Belediye Başkanı Mamdani’nin seçilmesi, Londralılar gibi New Yorkluların da çözümün bizi tanımlayan değerlerden vazgeçmek olmadığını bildiğini gösteriyor. Bunun yerine, şehirlerimizin ana değerlerini koruyan politikalarla bu değerleri savunmalıyız: Kim olursanız olun ya da nereden gelirseniz gelin, her şeyi başarabilirsiniz. Bazıları ilerleme konusunda zamanı geri almaya çalışırken, biz kararlılığımızı koruyoruz. Şehirlerimizde korku ve ayrılık bizi ileri götürmez. Kazanan her zaman umut ve birliktelik olacak.
Bu yazı The Time’da yayınlanmış ve Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir.