Suriye’yi Bekleyen Temel Riskler

Mezhep ve ideoloji kamuflajını kullanarak sürdürülen 60 yıllık bir aile tiranlığının çökmesi sonrasında birçok riskin ve kırılganlığın olması normal. Mesele bu tür riskleri analiz etmek, tedbirler almak ve yönetmektir. Bununla birlikte, hiçbir risk Esad tiranlığının ürettiği zülüm kadar yıkıcı olamaz.
Esad rejiminin çökmesine ilişkin tartışmalar devam ediyor. Değerlendirmelerin büyük bir kısmının, “Nasıl bu denli hızlı oldu?” sorusu üzerinden yürütülmesi ayrı bir tartışma konusu. Ancak şunu ifade edeyim, meseleyi bu düzeyde konuşmak, bir anlamıyla meseleyi magazinsel düzeye çekmek ve yılların mücadelesini görmezden gelmektir. Dolayısıyla şu an yapılması gereken, Suriye’nin geleceğini etkileyebilecek konulara odaklanmaktır.
Suriye’yi bekleyen birçok riskten ve olasılıktan bahsetmek mümkün. Bunların bir kısmı ülke içi faktörlerden kaynaklı meselelerdir. Bunların tümü, iç meseleler ve ülkeyi yönetme tarzı üzerinden odaklanılması, çözülmesi gereken konular. Bunun en temel yolu ise geçmişten ve dünya deneyimlerinden iyi dersler çıkarmaktır. Baas rejiminin yaptıklarına odaklanmak ve o yanlışları tekrarlamamak birçok sorunu kökünden çözebilir.
İç faktörlerden kaynaklı risklere kısaca değinmekte yarar var. Mesela; rejim azınlığın çoğunluğa tahakkümü üzerine kurulmuştu. Bu uygulamanın ortaya çıkardığı olumsuzluğu gidermenin yolu, Suriye’de yaşayan tüm grupların özgür iradeleriyle temsil edilmelerine imkân sağlamaktır. Eski düzenin temel sorunu, azınlık rejimi olmasından öte, meşruiyetinin olmamasıydı. Bu nedenle yeni yönetimin, toplumsal meşruiyet üzerine oturması kıymetli. Esad rejimi işkenceyi ve şiddeti sistematik bir bastırma aracına dönüştürmüştü. Yapılacak şey bunun yerine iletişim, diyalog, anlama ve ortak çözüm geliştirme yaklaşımını hayata geçirmektir. Esad rejimi, toplumsal talepleri duymaktan imtina ediyor ve uluslararası alanda kurmuş olduğu ittifaklara güveniyordu. Bunun yanlış olduğu görüldü. Yapılması gereken, toplumsal talepleri duymak, anlamak ve çözüm üretmektir. Rejimin temel özelliklerinden birisi de gücün tek elde toplanmasıydı. Bunun yanlış olduğu zaten biliniyor. Bunun çözümü gücü paylaşmak, adil temsil sistemi kurmak. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün.
Dış Kaynaklı Riskler
Dış kaynaklı riskleri beş temel başlık üzerinden değerlendirmek mümkün.
İlki risk; PKK/SDG. İyi bir mekanizma kurulursa, süreç içinde tüm silahlı veya silahsız grupların kurulacak sisteme entegre olacaklarını söylemek mümkün. Yani iç entegrasyon ve konsolidasyon sağlanabilir. Kapsayıcılığa ve çoğulculuğa alan açıldığı oranda Aleviler, Dürziler, Kürtler ve Türkmenler kurulacak sisteme entegre olurlar. Entegrasyon sorunu yaşayacak olan ise PKK varlığı nedeniyle SDG’dir. SDG’nin içindeki yerel aktörler, çok isteseler dahi PKK bağı nedeniyle bağımsız hareket edemezler, karar alamazlar ve sisteme katılamazlar. PKK, SDG’nin olduğu bölgeyi sürekli manipüle etmeye devam eder. Örgüt, bu tutum üzerinden Suriye’de yaşayan Kürtlerin, SDG’den bağımsız olarak sisteme entegrasyonunu engellemek için özel bir çaba gösterir. Hatta Kürtleri ‘kriminalize’ ederek hem sistem dışında tutmaya hem de kendi varlığı için mazeret olarak kullanmaya çalışır. Geç kalmış Apoculuğu Suriye’de hayata geçirmeye çalışan, bölgedeki tüm Kürt örgütlerini tasfiye eden ve binlerce Kürdü zindanlara atan örgütün farklı davranmasını beklemek gerçekçi değil. Dolayısıyla bu duruma dikkat etmekte ve PKK’nın oyununu, her halükârda, bozmakta yarar var. Terör örgütünün insanların geleceğini esir almasına ve Suriye’de toplumsal barışı bozacak terör faaliyetleri yürütmesine seyirci kalınamaz.
İkinci risk; Suriye’de ortaya çıkan tablodan rahatsız olan ve bölgesel planlarını revize etmek zorunda kalan İran’ın Suriye’yi istikrarsızlığa çekme çabaları. İran’ın içinde iki ayrı ekolden bahsetmek mümkün. İlki, Suriye’de ortaya çıkan sonucu kabullenen, ülkenin kaynaklarının sınır dışı projeler için kullanılmamasını, İran’daki yoksulluğa ve sorunlara odaklanılmasını dillendiren grup. Diğeri ise ortaya çıkan sonucu hazmedemeyen ve cevap verilmesini arzulayan kesim. İran dışındaki kimi Şii kesimlerin ‘Artık İran’ın bölgesel hedeflerine taraf olmayacağız‘ şeklindeki açıklamalarına rağmen, İran yönetiminin Suriye’deki olayları ve destekledikleri tiranın devrilmesini unutamadıkları, İranlı yönetici elitin değerlendirmeleri ile İran medyasındaki yorumlardan açıkça anlaşılmaktadır.
Konu sürekli bir biçimde gündemde tutulunca, yeni bir oyun planlandığı duygusu güçleniyor. Çoklu çıkarlara hizmet edecek yeni bir oyun kurgulama olasılığı yüksek. Devreye koymak isteyecekleri oyunun hem PKK/SDG’ye yeniden alan açabilecek hem de ABD ve İsrail projelerine hizmet edebilecek bir oyun olma olasılığı yüksek. Bu ise iki şekilde olabilir. İlki, farklı formda da olsa, IŞİD’i yeniden canlandırma olasılığı. İkincisi ise ülkenin stabil bir hale gelmesini engellemek için terör ihraç etmek. İran Dışişleri Bakanı’nın; “Suriye’de zafer elde ettiğini düşünenler acele etmesin. Gelecek, heyecan verici gelişmelerle dolu” ifadesini başka bir şekilde okuma imkânı yok. Bu, Suriye halkına yönelik sahici bir tehdit. İran’ın unutmaması gereken şey, kendi halkının yaşam koşullarını iyileştirmek olur. İranlıların asgari yaşam imkânlarını karşılamaktan yoksunken, destekledikleri tiranın devrilmesini “unutmaları” gerekir. İçeriyi tahkim etmek için üretilen “direniş ekseni” nutkunu kimse ciddiye almıyor.
Ancak İran’ın Suriye’de yaşananlara saygı göstermek yerine güvenlik riski üzerinden tehdit etmeyi önceleyeceğini varsaymak daha gerçekçi olur. İran medyasında yazılanlar takip edildiğinde ve ‘İran devlet aklını’ temsil ettiği düşünülen kişilerin açıklamaları dikkate alındığında, bu olasılığı akılda tutmanın ve gerekli tedbirleri almanın önemli olduğu görülür. Çünkü bu olasılık çoklu çıkarlara hizmet edebilecek bir olasılık. Suriye’yi yeniden ateşe atma, ABD-İsrail’in projesine alan açma, PKK’ya yeni bir imkân tanıma, İran’ın bölgesel hedeflerine ulaşma bahanesiyle içeriyi tahkim etme ve Ortadoğu’daki totaliter rejimlere ‘hayat öpücüğü’ vermek anlamına gelir. Bu kadar çok kesime faydalanma olasılığı sunacak bu projeyi ciddiye almakta yarar var. Rusya’nın tüm unsurlarıyla Suriye’de güç kullanmaya başlaması, halkı ve şehirleri bombalaması ve bu sürecin hayata geçmesi için İran’ın yaptıkları dikkate alındığında konu daha netleşir.
Üçüncü risk; İsrail ve dolayısıyla ABD’nin izleyeceği politika. Bu iki ülkenin, Suriye’nin halkıyla bütünleşmiş, toplumsal talepleri karşılayan, iç bütünlüğü sağlamış, adil bir temsil sistemini hayata geçirmesini ve demokratik ilkelerin işletilmesini istemediği açık. Aslında bu iki ülke totaliter rejimlerin var olmasını tercih ediyor. Bu nedenle de Suriye’yi sürekli bir biçimde meşgul etmeye çalışacaklar. Suriye’de kırılgan bir zeminin egemen olmasını tercih ederler. Buna dikkat etmekte büyük yarar var. Yapılacak şey kuracakları oyunun etkisini minimize etmek için ne yapmak gerektiğine odaklanmaktır. Bu arada, iki maddenin birbiriyle bağlantılı olduğunu da unutmamak gerekir. Çünkü yeni ABD yönetiminin tam olarak ne yapacağını bilmemekle birlikte, ABD ve İsrail’in bu kırılgan zeminde kullanabilecekleri kesimler var. PKK/SDG, hayali IŞİD veya üretilecek kimi yeni örgütler üzerinden ülkenin kırılgan zeminini kullanacakları beklenir.
Dördüncü risk; Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki kimi ülkelerin Suriye’de ortaya çıkan sonucun kendileri için sorun üretebileceğini vehmetmeleridir. Bu gerekçe üzerinden sabote etme girişimleri olabilir. Bahsettiğimiz türden girişimler ise hem Batı’yı etkileme, yeni yönetime karşı yanlış bilgilendirme hem de ülkedeki Arap aşiretler üzerinden pozisyon alma şeklinde olabilir. Bu riski yönetmek gerekir. Suriye’nin yeni siyasal aktörleri, asıl dertlerinin kendi ülkelerinin geleceği ve Suriye halkının huzuru/güveni olduğunu göstermeli. Bölge ülkelerinin ise geçmişe değil, geleceğe odaklanmaları gerekir.
Beşinci risk; Türkiye’nin konuya yaklaşımı ve kimi aktörlerin kullandığı dilin üreteceği sorunlardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve sürecin iki temel aktörü olabildiğince kapsayıcı, sorun üretmeyecek bir dil kullanmaya özen gösteriyorlar. Ama iktidar çevrelerine egemen olan hava ve dil doğru değil. Bazı bakanların gereksiz açıklamaları hem gerçeği yansıtmıyor hem de gereksiz yere şimşekleri çekmeye hizmet eden bir üslup içeriyor. Dış politikanın alanı olan bir konuda, dolaylı ilgisi olan birsinin açıklama yapması yanlıştır. “Suriye ile şu şu anlaşmaları yapacağız” türü ifadeleri kullanmanın gerekçesini anlamak mümkün değil. Bakanlıkların, Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanmasına destek olmaları kıymetli. Ancak bunların ‘büyük’ cümlelerle vurgulanması hem doğru değil hem de sorun üretici. Bu tür açıklamalar, Türkiye’nin gerçek imajı açısından da sorunlu. Türkiye, Suriye konusuna insani ve vicdani saiklerle yaklaştı. Bunu zedeleyecek her türden ifade, tutum ve açıklama yanlıştır. Suriye’de ortaya çıkan zaferin sahibi Suriyelilerdir. Bunu gölgeleyecek ifadeler hem gerçeği yansıtmaktan uzak hem de yanlıştır. Bu arada, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dile getirmesi gereklidir ve doğrudur. Ama bunu aşan ifadeler, yönetim modeline ilişkin değerlendirmeler sorunludur.
Sonuç olarak; mezhep ve ideoloji kamuflajını kullanarak sürdürülen 60 yıllık bir aile tiranlığının çökmesi sonrasında birçok riskin ve kırılganlığın olması normal. Mesele bu tür riskleri analiz etmek, tedbirler almak ve yönetmektir. Bununla birlikte, hiçbir risk Esad tiranlığının ürettiği zülüm kadar yıkıcı olamaz. Yapılacak şey, kısıtlı kaynaklara rağmen geleceğe odaklanmak ve ülkeyi tüm unsurlarıyla birlikte Ortadoğu’nun yaşanılabilir ülkelerinden birisi yapmaktır.

ADNAN BOYNUKARA
