Kur’an Üzerine Komplo Teorileri: Peki Ama Neden?
Kur’ân, hem parçalı hem bütünsel olarak özgün bir kompozisyon ortaya koymuş ve 7. yüzyıla ait olduğu bilimsel bir gerçeklik olarak ortaya konmuştur. Buna rağmen farklı dönemlerde çeşitli komplo teorileri üretilmiştir. Ancak bu iddiaların hiçbirinin tarihsel veya filolojik bir temeli bulunmamaktadır; erken mushaflar, yazıtlar ve dış kaynaklar Kur’ân’ın 7. yüzyılda varlığını teyit etmektedir.

Daha önce vahiy almak gibi bir gündemi de çabası olmayan, din uzmanlığı bulunmayan, diğer dini metinlerin detaylarını, dilini ve terimlerini bilmeyen bir tüccar farklı zaman ve yerlerde farklı olaylar üzerine bir “parlama” şeklinde ortaya çıkan sözler söylemeye başlıyor… Bu sözler parçalar halinde bütünlük arz etmesinin yanında birleştirildiklerinde de bütünsel kompozisyonlar oluşturuyor. Sözlerde/bildirilerde kullanılan söylem Arapçayı temel alsa da Arap edebiyatında daha önce görülmemiş özgün yeni bir söylem oluşturuyor. Bu sözler hem parça parça hem bütünsel olarak kavram bağlantıları sistematik olarak sanki tek bir defasında masa başında yazılmış gibi sonuçlar veriyor. Bu sözlerin bir kısmı kendisinden daha önceki kutsal metinleri redakte ediyor, kavramsal olarak bağlantılar, göndermeler, eleştiriler içeriyor. Bu onay, eleştiri ya da redaksiyonlar ise birbirinden çok uzak bir çok dil ve metne dair uzmanlık gerektiren bir arka plan bilgisini gerektiriyor. Kur’ân dinler tarihindeki büyü metinlerine benzemiyor. Şiirsel üslubu olsa da kendinden önceki şiirlere içerik ve üslup olarak devamı değil…
Tüm bu belirttiklerim tarihsel gerçekler. İnsan, “Bu sözler acaba sonra mı yazılmış” diye de düşünebilir. Ama hem sözel aktarım hem yazılı aktarım (mushaflar) olarak Kur’ân’ın 7. yüzyıla ait olduğunu bilimsel bir gerçeklik olarak önümüze koyuyor. Tüm bu gerçeklik karşısında gerek Batı’da bazı akademisyenler gerekse de akademi dışından bazı yazarlar “açıklama” çabasına girişiyorlar. Ancak bunu yaparken bilimsel gerçeklere sadık kalmak zorundalar. Değilse aksi sadece komplo teorisi ya da fantezi, kurgudan öteye geçemiyor. Bu yazıda o iddiaların bir kısmını incelemek istedim.
“Kur’ân’ı Muhammed’e Bahira Yazdırdı”
İslâm tarihi kaynaklarında Bahîra, Şam yakınlarında yaşayan bir rahip olarak zikredilir. Rivayete göre Hz. Muhammed genç yaşta amcası Ebû Tâlib ile ticaret kervanına katıldığında Bahîra onu tanımış, peygamberlik alâmetlerini görmüş ve ileride büyük bir peygamber olacağını söylemiştir (bu rivayet daha çok siyer ve tarih kaynaklarında bulunur: İbn Hişâm, Taberî, İbn Sa’d).
Bu rivayetler, Bahîra’nın Hz. Muhammed’i vahiyden önce tanıdığına ve peygamberliğini haber verdiğine dairdir. Ancak bu motif, dış polemiklerde tersine çevrilmiş ve “Bahîra Muhammed’e öğretti” iddiasına dönüştürülmüştür. En erken ithamlar Bizans-Hristiyan kaynaklarında görülür. 7. yüzyıl sonları ve 8. yüzyıl başlarında, İslâm’ı açıklamakta zorlanan Bizanslı yazarlar, “Muhammed’in kendi başına yeni bir din kuramayacağı” fikrinden hareketle, onun bir Yahudi veya Hristiyan bilgin tarafından yönlendirildiğini ileri sürmeye başladılar. Bu bağlamda, Bahîra ismi özellikle öne çıkarıldı.
8.-9. yüzyıllarda yazıya geçirilen “Doctrina Jacobi”, Sebeos’un Tarihi ve John of Damascus (Yuhanna ed-Dımeşkî, ö. 749) gibi metinlerde Muhammed’in bir rahipten (ismi zikredilmese de) “öğrendiği” iddia edilir. Daha sonra bu kişi “Bahîra” adıyla özdeşleşti. 9.-10. yüzyıllarda Arapça polemik metinlerinde Bahîra, Muhammed’in “hocası” olarak lanse edilmeye başlandı. Modern araştırmalar ise bu iddianın tarihsel bir temeli olmadığını ve tamamen polemik amaçlı uydurulmuş bir kurgu olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin Sidney Griffith, Patricia Crone gibi araştırmacılar, bu rivayetlerin erken Hristiyan–Müslüman tartışmalarının ürünü olduğunu belirtir. Bu komplo teorisinin temel çelişkisi tarihi aktarımda aksine bilgi varken hayal ürünü çıkarımlar yapmasıdır. Zaten bu sebeple iddia tarih içerisinde de hayal gücüne göre şekil değiştirmiştir. Tarihi aktarımın kendisi de kendi içerisinde bir hayli sorunlu, zayıf bir bilgidir.
“Kur’ân’ı Muhammed’e Mekke’de Varaka Yazdırdı”
Varaka, Hz. Hatice’nin amcasının oğlu olarak bilinir. Mekke’de yaşayan bir Hanîf ve aynı zamanda İncil bilgisine sahip bir kişidir. Rivayetlere göre Hz. Muhammed ilk vahiyden sonra yaşadıklarını Hatice’ye anlatır o da onu Varaka’ya götürür. Varaka, “Bu Musa’ya gelen Namus-u Ekber’dir (Cebrâil)” diyerek Muhammed’in peygamberliğini tasdik eder. Bu rivayet özellikle Buhârî, Bed’ü’l-Vahy bölümünde meşhurdur. İslamî kaynaklarda Varaka’nın rolü, “vahyin hakikatini onaylayan bir şahid” olmaktan öteye geçmez. Burada da tıpkı Bahira polemiğinde yapılan benzeri bir sahtekârlık yapılmakta. Tarihten bir delil olmamasına rağmen kurgusal bir senaryo çizilmektedir. Oysa Varaka’nın Hz. Muhammed ile buluşmasının vahiyden sonraki ilk günlerle sınırlı olduğu, çok geçmeden de öldüğü rivayet edilir. Dolayısıyla onun sistematik bir öğretici rolü üstlenmesi tarihsel olarak mümkün değildir.
“Kur’anı Medine’de Yahudiler Yazdırdı”
Abraham Geiger (1810–1874), “Was hat Mohammed aus dem Judenthume aufgenommen? (1833)” adlı çalışmasında, Kur’ân’daki birçok anlatının Yahudi kaynaklarından, özellikle Talmud ve Midraş literatüründen alındığını öne sürdü. Medine’de Yahudi kabileleri vardı, fakat Mekke’de Yahudi nüfus çok azdı. Kur’ân’ın Mekke dönemi ayetlerinde bile Yahudi kutsal anlatılarına referans vardır; bu da tüm sürecin Medine’de Yahudilerce yazıldığı iddiasıyla uyuşmaz. Kur’ân’daki kıssalar, Midraşlarla benzerlik gösterse de, birebir aynı değildir; farklı, özgün ve teolojik olarak yeni vurgular içerir. Hem maden böyle yazılmıştı neden Kur’an doğrudan Midraş geleneğini hem de ağır biçimde eleştiriyordu. Kur’an Yahudi literatürüne açık bir reddiye iken neden Yahudiler kendilerine karşı böyle bir şey yazsınlar? Dolayısıyla bu iddia da havada kaldı.
“Kur’ânı Suriye’de Süryaniler Yazdı”
Bu iddia, klasik Hristiyan polemiklerinden çok daha modern ve akademik görünen bir tezdir. Bu iddia özellikle 20. yüzyıl Alman oryantalist çevresinde ortaya çıkmıştır ve en çok da Günter Lüling (1928–2014) ile bilinir. Alphonse Mingana (1878–1937) Süryani kökenli Hristiyan bir âlim olarak benzer görüşler ileri sürdü. 2000’lerin başında Christoph Luxenberg de bu iddia ile popüler oldu.
Bu iddialar hem Batı’daki ana akım akademide hem de Müslüman araştırmacılar arasında çok eleştirildi:
Filolojik Dayanıksızlık: Lüling’in Süryanîceye dönüş yorumları çoğu zaman zorlama ve dilbilimsel olarak temelsiz bulundu.
Tarihsel Tutarsızlık: Mekke’de Süryani ilahilerinin ne şekilde dolaşımda olabileceği konusunda tarihsel kanıt yok. Arap yarımadasında Hristiyanlık vardı ama “Kur’ân’ın topyekûn Suriye’de yazıldığı” fikri tarihsel bağlamla uyuşmuyor.
Metin Şahitleri: En eski Kur’ân yazmaları (Sana’a elyazmaları, Topkapı, Tübingen mushafı vb.) Mekke-Medine kökenli bir süreçle uyumlu. Bunlar Suriye’de yazılıp oraya getirilmiş olduklarını gösterecek bir işaret taşımıyor.
Erken Müslüman Hafıza: İslâm’ın ilk muhataplarının, Kur’ân’ın Arapça orijinini defalarca vurgulamış olmaları (örneğin “Kur’ân Arapça indirildi” ayetleri) bu tezin dışına düşüyor.
Daha sonraki çalışmalar (özellikle François Déroche, Nicolai Sinai, Angelika Neuwirth gibi Kur’ân filolojisi uzmanları) Kur’ân’ın Arapça oluşum sürecini tarihsel-filolojik olarak ortaya koymuş ve Lüling’in iddialarının çöp olduğunu ortaya koydu.
“Muhammed Diye Biri Hiç Yaşamadı, Kur’an Irak’ta yazıldı”
Londra Üniversitesi (SOAS) İslam Araştırmaları bölümünde çalışmış Amerikalı oryantalist John Wansbrough (1928–2002) “Hz. Muhammed tarihsel bir şahsiyet olmayabilir veya eğer yaşadıysa İslâm’ın erken tarihinde bugünkü Müslümanların anlattığı kadar merkezi bir rol oynamamış olabilir. Kur’ân, 7. yüzyıl Mekke’sinde değil, 8.–9. yüzyıllarda Irak-Suriye bölgesindeki (özellikle Kûfe-Basra merkezli) Yahudi-Hristiyan tartışmaları bağlamında yazıya geçirilmiş bir metindir.” İddiasını ortaya attı. Wansbrough’un yaklaşımı, aslında Alman İncil eleştirisi yöntemlerinden etkilenmiştir. Eski Ahit ve Yeni Ahit’in geç derlemeler, çoklu kaynaklardan derlenmiş kompozit metinler olduğu nasıl iddia edildiyse, Wansbrough da aynı yöntemi Kur’ân’a uygulamıştır. Wansbrough’un öğrencileri bu tezi daha da radikalleştirdiler. Patricia Crone ve Michael Cook, Hagarism: The Making of the Islamic World (1977) adlı eserlerinde, İslâm’ın kökenini Yahudi-Hristiyan mezhep hareketleri bağlamında açıkladılar. (Sonradan kendileri bu kitabın hipotezlerini aşırı spekülatif bulup geri çektiler.) Yehuda Nevo ve Christoph Luxenberg gibi isimler de Kur’ân’ın erken dönem tarihsel bağlamını sorgulayan benzer radikal tezler geliştirdiler. Akademik ambalajlı bu çıkıilar çok afilli duruyordu. Batı medyası elbette hemen üzerine atlıyor sansasyonel “haberler” yapıyorlardı. Peki sonra ne oldu? Wansbrough’un yaklaşımı akademide çok etkili olsa da, çoğunlukla aşırı radikal bulundu:
Erken Kur’ân Elyazmaları: Sana’a Mushafı (7. yüzyıl ortaları), Tübingen Mushafı (yaklaşık 650–675) gibi arkeolojik buluntular, Kur’ân’ın gerçekten 7. yüzyılda mevcut olduğunu kanıtladı. Bu, Wansbrough’un “Kur’ân 8.–9. yüzyılda yazıldı” tezini çürütmektedir.
Epigrafi ve Yazıtlar: 7. yüzyılın ikinci yarısına ait Arapça kitabelerde Kur’ân ayetleri (Kubbetü’s-Sahra yazıtları, Abdülmelik dönemi paraları) vardır. Bu da Kur’ân’ın erken varlığını teyit eder.
Hz. Muhammed’in Tarihselliği: Bugün akademik konsensüs, Muhammed’in tarihsel bir şahsiyet olduğunu kabul eder. Tartışma, daha çok biyografisinin ne kadarının tarihsel olduğu üzerindedir. Dış kaynaklar yani İslam kültürü dışından bir çok tarihsel tanıklık Hz. Muhammed’in yaşadığını kanıtlıyor.
“Kur’ân, Filistin’de Yazıldı” ya da “Abbasi Kâtipler Tarafından Üretildi” İddiaları
Patricia Crone bu sefer Klasik İslam anlatısını reddedip Mekke merkezli bir İslam başlangıcı yerine, İslam’ın ilk oluşumunun Filistin-Suriye bölgesinde cereyan ettiğini öne sürdü. Crone ve Cook daha sonra Hagarism’in hipotezlerinin “aşırı spekülatif” olduğunu kabul ettiler. Crone sonraki eserlerinde (örn. Meccan Trade and the Rise of Islam, God’s Rule) Mekke’nin ekonomik rolünü sorgulamaya devam etse de, “Kur’ân kesin Filistin’de yazıldı” gibi iddiaları net bir tez olarak sürdürmedi. Yani 1977’deki o aşırı radikal pozisyondan kısmen geri adım attı. Yehuda Nevo ve Judith Koren 90’larda Arap fetihlerinin aslında “İslam öncesi Arap pagan hareketi” olduğunu, “İslam dini”nin Abbâsî çağında sistemleştiğini savundular. Bazı çağdaş “hyper-revisionist” araştırmacılar (özellikle Batı’da marjinal dergilerde, bazen İranlı ateist çevrelerde) Kur’ân’ın bizzat İranlı Abbâsî kâtipler tarafından üretildiğini ileri sürdüler. Delilleri yoktu sadece fantezi yapıyorlardı ama akademik kisveye bürününce çok havalı duruyordu. Kur’ân’ın dili, Sana’a el yazmaları, Tübingen mushafı (yaklaşık 650–675), Paris BnF mushafı gibi örnekler Emevî dönemine tarihleniyor. Abbâsî döneminin Farsça-Arapça sentezinden çok farklıdır; 7. yüzyıl Arapçasının özelliklerini taşır. Bu sefer bu da tutmayınca klasik itiraza dönüldü: “Muhammed Kur’an’ı kendisi yazdı” Ancak Kur’ân’ın içeriği bu iddiayı çürütüyordu. Hz. Muhammed’in geçmiş hayatında ve vahiy sürecinde bir din uzmanı olduğuna olduğuna dair sağlam bir kanıt yoktur ancak aksine çok kanıt vardır. Metnin üslubu ve yapısı, sıradan bir bireyin yazabileceği bir derleme gibi görünmemektedir.
“Kur’an Petra’da Yazıldı”
Özellikle Dan Gibson adlı Kanadalı araştırmacı tarafından gündeme getirilen bir başka komplo teorisi ise “İslam’ın doğduğu şehir aslında Mekke değil Petra’dır” iddiasıdır. Yoğun eleştiri aldı. Çünkü Erken İslam tarih kaynaklarında Petra’dan bahsedilmez. Kıble yönü ölçümlerinin çoğu tartışmalıdır; ilk mescitlerin tam yön tayininde astronomik hatalar olağandır. Arkeolojik ve epigrafik kanıtlar Mekke’nin 6.–7. yüzyılda var olduğunu göstermektedir. İslam’ın Petra’da doğduğunu ileri süren başka güvenilir kaynak yoktur. Bu da çöp tabiki…
Bazı “araştırmacılar”, erken İslam kaynaklarındaki çelişkiler ve coğrafi farklılıklar nedeniyle “iki ayrı Muhammed” hipotezini öne sürer:
İran çevresinde yaşayan Muhammed: Abbâsîler döneminde, özellikle Şii ve Fars etkisi altında şekillenen anlatılarda “Muhammed” figürü İran coğrafyasında (Bağdat, Kûfe çevresi) ortaya çıkmış olabilir.
Irak çevresinde yaşayan Muhammed: Wansbrough ve öğrencilerine göre, Kur’ân’ın yazıya geçirilmesi ve topluluk oluşturulması Irak (Kûfe, Basra) merkezli gerçekleşmiştir.
Bu komplo teorisinin amacı Kur’ân’ın oluşum tarihini “topluluk ürünü” bağlamında “açıklamak” idi. Peki sonra ne mi oldu? Erken Kur’ân elyazmaları (Sana’a, Birmingham) ve epigrafik buluntular 7. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir; yani tek bir tarihsel Muhammed figürüne işaret ediyor. Erken gayr-i İslamî kaynaklar (Doctrina Jacobi, Thomas Presbyter) Hz. Muhammed’in Hicaz’da ortaya çıktığını doğrular. “İki Muhammed” hipotezi, kaynaklardaki çelişkileri açıklamakta aşırı spekülatiftir ve hiçbir kanıtı yoktur. Kısaca çöptür…
“Kur’an Yakıldı”
Kur’an yakıldı yerine başka bir metin kondu diyenler çıktı. En eski Kur’ân elyazmaları (7. yüzyıl) günümüz metniyle büyük ölçüde uyumlu. Gayr-i İslami kaynaklar da Hz. Muhammed ve Kur’ân’ın varlığını erken dönemde teyit eder. Standartlaştırma süreci olsa bile, “metin tamamen değiştirildi, eski Kur’ân yakıldı” iddiasının somut kanıtı yoktu. Kur’ân metniyle ilgili dilsel ve filolojik revizyonist iddialardan biri de “Noktalama ve Kıraat Sonradan Eklendi” senaryosudur. Bu durum, Kur’ân’ın metinsel bütünlüğünü veya vahiy iddiasını çürütmez. Noktalama ve kıraat eklenmesi, okuma kolaylığı ve lehçe farklılıklarının önlenmesi için yapılan doğal bir filolojik düzenlemedir. Yani “Kur’ân değiştirildi” değil, okunması ve anlaşılması kolaylaştırıldı diyebiliriz. Diğer kutsal metinlerle karşılaştırıldığında Kur’an’daki kıraat farkları ya da noktalamalar metnin kendisinin değiştirildiği anlamına gelmiyor. Nüanslarda anlam daralmaları ve genişlemeleri gibi metin içerindeki semantik/morfolojik bir konudur. Diğer metinlerde ise bizzat cümleler, paragraflar hatta bölümler değişkenlik arz eder. Dolayısıyla noktalama ve kıraatler üzerinden kopartılan patırtı da bir kaşık suda fırtına kopartmaktan öteye gidemiyor. Ayrıca bu iddianın temel yanılgısı ve en büyük hatası Kur’ân’ın tarihsel aktarımının mushaflardan ibaret zannetmesi. Oysa Kur’ân eş zamanlı olarak Hz. Muhammed’den günümüze kadar sözel ezberleme (hıfz) ve kitabet (mushaflara kaydetme) yoluyla ve kamusal olarak (elit bir kesime has değil tüm toplumun ortak ezberi-yazısı ile ve herhangi bir dönemde kesintiye uğramadan/kaybolmadan günümüze ulaşmış otantik bir sözel okuma ve kayıtlı metindir.
Radikal ve Alternatif Kur’ân Tezleri Tablosu
Sıra | İddia | Temsilciler / Kaynaklar | Temel İçerik | Tarihsel / Akademik Değerlendirme |
---|---|---|---|---|
1 | Kur’ân’ı Bahîra yazdırdı | Hristiyan Polemikçiler | Genç Muhammed’in Bahîra ile karşılaştığı, vahyin ona Bahîra tarafından iletildiği | Bizans-Hristiyan polemiği; tarihi doğruluğu yok – Tarihi delillere aykırı. ÇARPITMA VE UYDURMA |
2 | Kur’ân’ı Varaka yazdırdı | Modern tartışmalar | Varaka ibn Nevfel, Hristiyan din adamı olarak genç Muhammed’e vahyi kaydetti | Bizans-Hristiyan polemiği; tarihi doğruluğu yok – Tarihi delillere aykırı. ÇARPITMA VE UYDURMA |
3 | Kur’ân Mekke’de değil Suriye’de yazıldı / Süryaniler yazdı | Günter Lüling | Kur’ân Süryanice ilahilerden türemiş, Mekke coğrafyasıyla örtüşmeyen metin | Dilsel yoruma dayanır; Tarihi delil yok. UYDURMA |
4 | Muhammed hiç yaşamadı, Kur’ân Irak’ta yazıldı | John Wansbrough | Hz. Muhammed efsane, Kur’ân Irak’ta topluluk ürünü olarak derlendi | Revizyonist okul; akademik çoğunluk kabul etmez Tarihi delillere aykırı. UYDURMA |
5 | Kur’ân Filistin’de yazıldı | Patricia Crone | Kur’ân, erken Kudüs-Medine topluluklarının ürünü | Çoğu akademisyen subjektif marjinal bulur. Bilimsel değil. Tarihi delilere aykırı. UYDURMA |
6 | Kur’ân İran’da, Abbasiler yazdı | Revizyonist çevreler | Abbasîler dönemi kurumsallaşmasıyla derlendi | Arkeolojik ve elyazması buluntulara ters. UYDURMA |
7 | Kur’ân’ı Muhammed kendisi yazdı | William Muir, Tor Andrae, Richard Bell | Kur’ân, Muhammed’in kişisel ve dini fikirlerinin ürünü | Din uzmanı değil; Kapasitesini aşıyor. Metin yapısı tek bir kişinin ürünü gibi görünmüyor. Tarihi delil yok. UYDURMA |
8 | Kur’ân’ı Medineli Yahudi din adamları yazdı / Midraş Teorisi | Abraham Geiger, Ignaz Goldziher, Crone, Cook | Kur’ân Yahudi Midraş ve Tevrat etkisiyle şekillendi | Tarihi delillere ve Kur’an içeriğine aykırı. Mantıksal açıdan tutarsız UYDURMA |
9 | Muhammed Mekke’de değil Petra’da yaşadı, Kur’ân orada yazıldı | Dan Gibson | İlk kıble Petra; Mekke efsane | Erken elyazmaları ve dış kaynaklar Mekke’yi doğrular. Tarihi delillere aykırı. UYDURMA |
10 | Muhammed hiç yaşamadı, Kur’ân’ı Emeviler yazdı | John Wansbrough, Crone, Cook | Kur’ân, Emevîler veya Abbâsîler döneminde derlendi; Muhammed efsane | Epigrafik ve elyazması kanıtları reddeder. Tarihi delillere aykırı. UYDURMA |
11 | Kur’ân Muhammed’den önce yazıldı | Christoph Luxenberg, Günter Lüling | Kur’ân’ın bazı metinleri Süryanice liturjik kaynaklardan türedi | Elyazmaları Hz. Muhammed çağını doğrular. Tarihi delillere aykırı. UYDURMA |
12 | İki ayrı Muhammed vardı | Radikal revizyonistler | Biri İran, biri Irak’ta; Kur’ân farklı merkezlerde derlendi | Kaynak kanıtı yok; akademide kabul edilmez. Tarihi delillere aykırı. UYDURMA |
13 | Kur’ân yakıldı, yerine başka bir metin kondu | Wansbrough, Crone, Cook | Erken Kur’ân varyantları ortadan kaldırıldı; şimdiki metin derlendi | Akademik çoğunluk reddeder. Tarihi delillere aykırı. ÇARPITMA VE UYDURMA |
14 | Kur’ân noktasızdı; noktalama ve kıraatlerle sonradan değiştirildi | Ibn Mujāhid, Günter Lüling, Christoph Luxenberg | İlk metin noktalama ve harekesizdi; 8.–10. YY’da standartlaştı | Kabul edilen filolojik süreç; metin içeriği değişmedi. Tarihi delillere aykırı. ÇARPITMA VE UYDURMA |
Bu İddialar Neden Ortaya Atılıyor?
Çünkü Kur’ân’ın bu iç yapısı incelendikçe gerçekten de böyle bir fenomeni bir tüccarın bir anda ön hazırlık olmaksızın kendisinin ortaya atmayacağını görüyorlar. Bu sebeple de rasyonel bir açıklama getirmek zorundalar. Ya gerçekliğe teslim olup öncelikle doğa üstü bir güç tarafından “gaybî bir mesaj” olduğunu kabul edecekler ya da başka açıklamalar getirmeye çalışacaklar. Yani hakikate teslim olacaklar. İkincisini tercih ettiklerinden yani hakikate teslim olmadıklarından alternatif açıklamalar için uğraşıyorlar. Aslında bu kafirlerin hakikati tersinden itiraf etmeleri demek: Kur’ân insan sözü olamaz.
Peki bu açıklamalar rasyonel mi? İsterseniz gelin biraz bunu tartışalım:
Bu iddiaların hiçbiri bize tarihsel delillendirmeler yapamıyor. 570 – Haziran 632 yılları arasında yaşadığı kesin olan biri Hz. Muhammed. Devlet başkanı. Buna dair en ufak bir aksi tarihi veri, bilgi yok. Hz. Muhammed’i tarihten çıkartmak için mevcut tüm kronolojiyi kökünden değiştirmek gerek.
Kur’ân’ın hem sözel-ezber hem yazılı formuna ait 7. yüzyıla ait belgelerin tümü elimizde mevcut. Kur’an ayetlerinden alıntı yapan 7 yüzyıla ait bir çok taş yazıt ve dış kaynak da elimizde mevcut. Yine Kur’an içeriğinin 8. yüzyıl ve sonrasındaki tartışmalara, semantik anlamlara yer vermiyor. Tüm bağlamıyla içerik olarak da 7. yüzyıla ait bir metin. Bu metnin 8-9. yüzyıla ait olduğunu ileri sürenlerin de bu bilimsel gerçekleri çürütmeleri ve aksini de göstermeleri gerekir. Ki böyle bir şey de yapamıyorlar.
Kur’an’ın atıf yaptığı, bazısını onayladığı bazısını eleştirdiği ya da redakte ettiği Yahudi ve Hristiyan metinlerine Hz. Muhammed kendisi tek başına vâkıf olamayacağından tarihte adına rastlanan birkaç ismin Kur’ân’ı yazdırdığı iddia ediliyor ki tarihsel olarak buna dair de herhangi bir bilgi, belge veri yok. Adı geçen kişiler ya konunun uzmanı değiller ya da uzman olarak gösterilen kişiler (Bahira ve Varaka) Kur’ân nazil olmadan önce ölmüşler.
Bu sefer kurgusal yardımcılar, yazdırıcılar uyduruluyor ki buna dair de ne Yahudi kaynaklarında ne Hristiyan kaynaklarında tarihsel bir bilgiye belgeye rastlanmıyor. Hayalî yazarların Süryaniler, Yahudi hahamlar, heretik Hristiyanlar, Emeviler baxen Abbasiler oluyor. Ancak bu kişilerin kimlikleri, nerede ne zaman Kur’an’ı yazdıklarına dair tek bir delil yok. Gariptir ki Kur’ân’ın atıf yaptığı, onayladığı ya da eleştirip redakte ettiği Yahudi, Hristiyan, Sabii, Zerdüştî metinler dünyası birbirlerinden çok uzak coğrafyalarda çok farklı dillerde yazılmış herkesin erişimine açık olmayan gizemli metinler. Ama her ne hikmetse Hz. Muhammed bunların hepsine aynı anda vakıf olabiliyor! Elbette bu akıl dışı olduğundan bu sefer köken aramaya başlayan müddeiler hayali heyetler, yazarlar uydurmak zorunda kalıyorlar. Yine gariptir ki bu metinlere yapılan atıfların çoğunluğu Mekke’de yapılmış! Oysa Mekke’de herhangi bir dini merkezin olmadığı, hicrete kadar din adamları ile çok az iletişim kurulduğu da tarihsel bir gerçeklik.
Tarihi kaynaklara baktığımızda Medine’de ya da kervanlar yoluyla karşılaşılan din adamlarıyla etkilenme ya da onlardan ithal etme şeklinde değil onların dini söylemleriyle tartışma ve karşı çıkma olduğunu okuyoruz. Ayrıca bu karşılaşmalar kısa süreli yaşanıyor. Bir tâbiyet, ders alma şeklinde yaşanmıyor. Mushaflara ait bazı karbon testi sonuçlarından hareketle Kur’ân’ın Hz. Muhammed’den önce yazıldığı iddia ediliyor ki karbon testlerinin nokta atışı tarih değil zaman aralığı verdiği, parşömenin kendisinin yaşına dair olduğu üzerine yazılan yazıya dair olmadığı gibi bilimsel gerçekler ya bilinmiyor ya bilmemezlikten geliniyor. Ki varsayalım ki böyle olmuş olsa da bunun sadece Hz. Muhammed’e dair kronolojinin yanlış hesaplanmış olacağı anlamına gelir. Ki bu kronolojiyi tümden değiştirmek için bir çok olay örgüsünün tümden uydurma olması gerekiyor ki buna dair de bir delil yok. Sonuçta bu eleştiri ya da iddia da Metnin içeriğine yönelik bir eleştiri değil bu.
Bir de aynı iddiaları dillendiren çevrelerin aynı zamanda Hz. Muhammed’in hayatına dair de bir çok eleştiri getirmeleri de ayrı bir çelişkidir. Konu Kur’ân olunca Müslümanların naklettiği tüm kaynaklar yok sayılmakta dış kaynaklardaki eksiklikler üzerinden subjektif yorumlar yapılmakta.
Ama konu Hz. Muhammed’in hayatına gelince bir anda aynı kişiler hadis ve siyer kaynaklarına sarılmakta isnad ya da metin sağlamlığı, bütünsel olup olmadığı, bağlamına vs bakılmaksızın işe yarayan herhangi bir rivayet malzeme olarak kullanılmakta.

