Akran Zorbalığına Karşı Avustralya’dan Dersler
Avustralya’nın kapsamlı “Akran Zorbalığını Önleme İncelemesi”, gençlerin yarısından fazlasının siber zorbalığa maruz kaldığını ve öğrencilerin dörtte birinin düzenli olarak zorbalık yaşadığını ortaya koyarken, federal hükûmetin “şikâyet geldiyse iki gün içinde harekete geçilecek” kuralı hızlı müdahale, kayıt tutma ve şeffaflığı zorunlu kılarak cezasızlık algısını dönüştürüyor.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, okul bahçelerinde koşuşturan, koridorlarda fısıldaşan, okul servislerinde yer kapan çocukların sesine karışan görünmez bir gürültü var: Zorbalığın sesi. Kimi zaman bir lakap, kimi zaman telefon ekranına düşen bir görsel, kimi zaman arkadaş grubundan dışlama ve yalnızlaştırma.
Ama etkisi her zaman benzer.
Avustralya’dan gelen son haberler bu konunun artık sadece ailelerin değil, ulusal politikaların da en acil başlıklarından biri haline geldiğini gösteriyor. Ülkede yapılan kapsamlı “Akran Zorbalığını Önleme İncelemesi”nin ardından, federal hükûmet okullarda zorbalık şikâyetlerine en geç iki iş günü içinde müdahale edilmesini zorunlu kılan yeni bir ulusal plan açıkladı. Yani bir çocuğun hayatına dokunmak için “kritik saatleri” kurtarma çabası artık bir yasal çerçeveye kavuştu.
Söz konusu inceleme raporu, masa başında, teknik terimlerle ve sahadaki gerçeklikten uzak şekilde hazırlanmadı. Bir klinik psikolog ile intihar önleme alanında uzman bir araştırmacının öncülüğünde, ebeveynler, öğrenciler ve öğretmenlerden 1700’ün üzerinde bildirimin sonunda çok kapsamlı ve ayakları yere basan bir rapor ortaya çıktı.
Bir Krizin Anatomisi
Bu ulusal plan girişimi elbette bir anda ortaya çıkmadı ve ne yazık ki bir dizi trajedinin ardından olgunlaştı. Avustralya’da genç intiharları ile okul zorbalığı arasındaki bağ bir süredir tartışma konusuydu. Medyaya en çok yansıyan haberlerden birini anımsarsınız: 12 yaşındaki Charlotte O’Brien, sosyal medya üzerinden uğradığı akran zorbalığı sonucu intihar etmişti.
Ülkede çocukların erişimine sunulan Çocuk Yardım Hattı’na (Kids Helpline) başvurup akran zorbalığı sebebiyle intihar edeceği bildiriminde bulunan çocuk ve gençlerin sayısı giderek artıyor.
Kamuoyuna açıklanan bu son inceleme raporundaki rakamlar da hayli sarsıcı: Gençlerin yarısından fazlası siber zorbalığa maruz kaldığını söylüyor. 4. ila 9. sınıflar arasındaki öğrencilerin dörtte biri birkaç haftada bir zorbalığa uğruyor.
Geçtiğimiz günlerde Sidney’de bir lisede kız öğrencilerin görüntülerinin dijital olarak manipüle edilip internette dolaşıma sokulduğuna dair haberler, konunun “derin sahte” (deepfake) boyutunu da gündeme getirdi. Konu hakkında soruşturma devam ediyor ve iddialar polis ve okul tarafından oldukça ciddiye alınıyor; zira bu konu yüzünden yıllardır Avustralya’da birçok çocuk intiharı yaşandı.
Devletlerin bu yeni risk alanını görmesi ve çocukları korumak için hukuki refleksler geliştirmesi kaçınılmaz. Avustralya bu konuda sadece söz söylemekle kalmıyor, hukuki zemini de hızla güçlendiriyor. Örneğin geçtiğimiz ay Yeni Güney Galler (NSW) Eyalet Parlamentosu, yapay zekâ kullanılarak kişilerin yüzlerinin rızaları dışında müstehcen içeriklere monte edilmesini -yani “deepfake” üretimini- suç kapsamına aldı. Yasa değişikliğine göre gerçek ve tanımlanabilir bir kişinin rızası olmadan cinsel içerikli derin sahte üretmenin cezası artık üç yıla kadar hapis…
Kısacası Avustralya, “dijital çağda güvenlik” başlığını ciddiye alıyor, akran zorbalığına dair cezasızlık algısını da dönüştürüyor. Ayrıca Avustralya’da 16 yaş altı çocuklara yönelik olarak 10 Aralık’ta başlatılacak olan sosyal medya yasağına, kısa süre önce popüler forum sitesi Reddit ve canlı yayın platformu Kick de dahil edildi. Bu, dünyanın en kapsamlı sosyal medya yasağı.
Okulları birinci dereceden ilgilendiren yeni ulusal plan ise okullara çok net bir sorumluluk yüklüyor: “Şikâyet geldiyse iki gün içinde harekete geçilecek.” Bu sadece bir hız meselesi de değil. Aynı zamanda kayıt tutma, kanıt toplama ve sürecin şeffaf ilerlemesini garanti etme çabası. Çünkü böylece “duyduk, icabına bakacağız” dönemi kapanıyor. Bir okul olayı kayıt altına almak, taraflarla görüşmek ve planı başlatmak zorunda kalıyor.
Eğitim Bakanı Jason Clare’in dediği gibi: “Bu işi kökten çözmek istiyorsak, erken müdahale ve doğru araçlar şart.”
Avustralya bu nedenle 10 milyon dolarlık bir bütçeyle öğretmenler, öğrenciler ve aileler için ulusal bir farkındalık kampanyası başlatıyor. Ayrıca öğretmenlere “travmaya duyarlı yaklaşım” eğitimi verilmesi, siber zorbalığa karşı özel kaynaklar hazırlanması da planın içinde. Öğretmenler bu eğitimi alıyorlar çünkü çocuğun içine kapanmasını, ani davranış değişikliklerini, başarısızlıklarını veya okula gelmemeye başlamasını sadece “yaramazlık”, “ergenlik” ya da “kötü not korkusu” diye okumamaları, ardında yatan sesi duymaları gerekiyor.
Bir öğretmen, sınıfta beslenme saatinde yemek kutusu boş olduğu için tuvalete gidip orada zamanın geçmesini bekleyen veya yeni bir çift ayakkabısı olmadığı için okula altı delik çizmeyle gelmek zorunda kalan bir çocuğun yaşadığı veya yaşayabileceği zorbalık türlerini öngörüp ona göre adımlar atabilmeli. Bu da ancak duyarlı ve bilimsel temellere dayanan bir meslek-içi eğitimle mümkün. Öğretmenlere, ebeveynlere ve çocuklara verilecek eğitime 5’er milyon, ulusal düzeyde farkındalık kampanyasına da beşer milyon dolar kaynak ayrılması da, bu sürecin finansal anlamda ne kadar ciddiye alındığının göstergesi.
Peki Öğretmenler Ne Diyor?
Avustralya’da öğretmen sendikaları güçlü bir destekle birlikte, uyarı da yapıyor: “Öğretmenler ön safta. Bu yükü tek başına taşıyamazlar.” Çünkü bir öğretmene dosya vermek yetmiyor, arkada güçlü bir insan kaynağı, eğitim, psikolojik destek ve makul iş yükü de gerekiyor. Eğer bu sağlanmazsa, en iyi politika bile sınıfta havada kalabiliyor.
Bu gelişmeler sadece Avustralya için değil, hepimiz için uyarı niteliğinde. Teknolojinin sınır tanımayan niteliği sebebiyle zorbalık amacıyla internette üretilen sahte görüntüler, bugün Sidney’deki bir okuldaysa yarın başka bir ülkede başka bir lisede kendini gösterebiliyor. Avustralya’da siber zorbalık vakaları 2019–2024 yılları arasında % 450’den fazla arttı. Yani, her bir vakaya karşılık dört yeni vaka eklenmiş. Bu rekor artış, gençlerin maruz kaldığı dijital şiddetin ulaştığı çarpıcı boyutu gözler önüne seriyor ve okul-aile-devlet işbirliğini zorunlu kılıyor.
Avustralya Eğitim Bakanı, yapay zekâ sohbet robotlarının artık çocuklara hakaret ettiğini, hatta intihara teşvik eden mesajlar üretebildiğini söyledi. Üstelik çocukların bunu ayırt etme kapasitesi yetişkinler kadar güçlü değil.
Danimarka da bu hafta itibariyle, 15 yaş altı çocuklara sosyal medya yasağı getirme kararı aldı. Dijital İşler Bakanı Caroline Stage, “Danimarka, sosyal medya için yaş sınırı getirerek, çocuklar ve gençlerin dijital refahını güçlendirmek için ortak bir çabayla Avrupa’da öncülük edecek,” dedi. Başka ülkeler de bu konularda örnek adımlar atıyor. Kısa süre önce Güney Kore’de 45 öğrenci, akademik başarılarına rağmen akran zorbalığı sicilleri nedeniyle başvurdukları üniversitelere alınmadı. Gelecek yıldan itibaren Güney Kore’deki tüm üniversitelerde, okul şiddeti geçmişi bulunan adaylara zorunlu puan kesintisi uygulaması yapılması bekleniyor.
Türkiye İçin Mesaj
Okullar, tüm öğrenciler için öğrenmeye, sosyalleşmeye, toplumla bağ kurmaya elverişli, kucaklayıcı, güvenli ve kapsayıcı bir refah alanı olmalı. Ancak UNESCO verilerine göre neredeyse her üç öğrenciden biri okul yılı boyunca en az bir kez zorbalığa uğruyor. UNESCO, beş yıldan beri kasım ayının ilk perşembe gününün siber zorbalık da dâhil olmak üzere Okulda Şiddet ve Zorbalığa Karşı Uluslararası Günü olarak kutlanmasını tavsiye ediyor.
Avustralya’nın attığı bu yeni adım, bize de önemli bir yol haritası sunuyor. Çocukların güvenliği için hızlı müdahale, kayıt tutma, aile-okul iletişimi, öğretmen eğitimi, rehberlik hizmetlerinin ağır yükü karşısında personel sayısının artırılması ve dijital güvenlik bu sürecin olmazsa olmaz bileşenleri… Hepsini bir arada ele almak için de bu konuya odaklanan ve kaynaklarını birleştiren güçlü bir kamu politikası gerekiyor.
Bu hepimizin yeni sınavı. Zaten okul dediğimiz şey de daha geniş bir toplulukta yaşadıklarımızın bir mikrokozmosu aslında… Bugün Avustralya, bu konuda cesur bir adım attı ve kısaca “48 saat” kuralı getirdi. Müdahalenin süresi netleşti, sürecin kayıt altına alınma zorunluluğu getirildi. Öğretmenler açısından travma temelli yaklaşım, her okulda standart hale getirildi.
Ancak şu gerçekliği de ıskalamamak gerekiyor: Bugün Canberra’da uygulaması başlatılan bir düzenleme, yarın İstanbul’daki bir öğrencinin hayatını değiştirecek küresel bir dönüşümün başlangıcı olabilir.
Umarım tüm bu önlemler, yalnızca bir iyi uygulama örneği olarak tekil biçimde kalmaz ve benzer koşullardan geçen birçok ülke de bu modeli kendine uyarlamak için proaktif önlemler alır. Çünkü çocuklar nerede yaşarsa yaşasın, aynı şey için okula gidiyorlar: Öğrenmek ve büyümek. Ve okulları çocuklar için cazip bir eğitim ekosistemine dönüştürmek için akran zorbalığından arındırmak şart. Sadece ceza değil; ilişkileri onaran, çocuğu güçlendiren, çocuk-öğretmen-aile arasındaki bağları daha sağlıklı temellere yerleştiren uygulamalar yaygınlaşmalı. Veri ve kayıt tutulmalı ki politika geliştirilebilsin. Ve bu hedefi gerçekleştirirken de doğru zamanda doğru adımları atmalı. Ötelemeden, geçiştirmeden, kayıtsız kalmadan…
Bugün koridorda yalnız bırakılan veya hakkında derin sahte görüntüler üretilerek alay konusu haline getirilen çocuğun yarası, o çocuğun bozulan sosyal ilişkileri, belki okul terki, belki psikolojik sorunları ve topluma öfkesi gibi şekillerde yarın başka biçimlerde karşımıza çıkar.
Avustralya’nın yaptığı hatasız bir model değil ama önemli bir şey söylüyor: “Bu mesele ertelenemez.” Bizim de anlamamız gereken tam olarak bu. Çocukların güvenli bir eğitim ortamında, kendini değerli hissederek ve sosyal ilişkilerini sağlıklı bir düzeyde sürdürerek büyümesi bir lüks değil; temel bir haktır. Onları korumak için devletin, okulun, velinin ve hepimizin sorumluluğu var.
MENEKŞE TOKYAY