Cenevre Görüşmeleri: Sudan’da Barış Mümkün mü?
Sudan savaşına çözüm bulmayı amaçlayan Cenevre görüşmeleri 14 Ağustos’ta başladı. Ancak duymazdan ve görmezden gelinen Sudan iç savaşının çözümü zor olduğu gibi insani krizin derinleşme olasılığı da yüksek. Soruna müdahale etmek için insani vasıflarını kaybetmemiş kararlı bir liderlik ve vicdanlı bir toplumsal yapıya ihtiyacı var.
On binlerce insanın öldürülmesine, 11 milyon insanın evlerinden olmasına, 25 milyondan fazla kişinin açlık sınırında yaşam mücadelesi vermesine, devletin çökmesine, ekonominin yüzde 60’tan fazla küçülmesine, tarımsal faaliyetlerin yüzde 70’ten fazlasının durmasına ve ülke kaynaklarının talan edilmesine neden olan Sudan savaşına çözüm bulmayı amaçlayan Cenevre görüşmeleri 14 Ağustos günü başladı. ABD ve Arabistan öncülüğünde başlatılan Cidde Forumu’nun devamı olarak planlanan görüşmeler, savaşan tarafların buluşturulması ve çözüm için yol bulunmasını amaçlıyor.
ABD Dışişleri Bakanı, 23 Temmuz’da yaptığı çağrı ile savaşan tarafları Cenevre’ye davet etmiş; Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) çağrıya olumlu cevap vermişti. Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin (SAF) olumsuz cevabı üzerine Blinken, General Burhan ile telefonla görüştü. Görüşmeden sonra ABD’li yetkililer ve SAF heyetiyle Cidde’de ön görüşme yaptı. Bu çabalara rağmen General Burhan Cenevre görüşmelerine katılmayacaklarını ilan etti. Bu süreçte RSF lideri General Dagalo’nun, “savaşın bitmesi ve barışın sağlanması amacıyla, yapılacak tüm çalışmalara katılacaklarını” ilan eden konuşması yayınlandı. Müzakereleri koordine eden ABD’li özel temsilci Tom Perriello, sivil güçler, kadınlar ve gençlerden oluşan kimi kesimlerin de Cenevre’ye geldiklerini açıkladı. Ayrıca ABD, Suudi Arabistan, BM, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Afrika Birliği de Cenevre’deki yerlerini aldılar.
Bugüne Nasıl Gelindi?
30 yıldan fazla bir süre ülkeyi yöneten Ömer Beşir iktidarına karşı başlayan gösterilerin artmasından ve generallerin tutum değiştirmesinden sonra Beşir, 11 Nisan 2019’da görevi bıraktığını açıkladı. Asker, ülke yönetimini ele geçirdi. Bununla birlikte, siyasal meşruiyetin sağlanması için askerlerden ve sivillerden oluşan “Egemenlik Konseyi” kuruldu. Gösterilere öncülük eden siviller ve askerler arasında varılan mutabakattan sonra “Anayasal Bildiri”, 17 Ağustos 2019’da imzalandı. Bu bildiriye göre, 39 ay süreceği öngörülen ‘geçiş dönemi’ başlamış oldu. General Burhan, Cumhurbaşkanı ve Egemenlik Konseyi Başkanı sıfatıyla, 21 Ağustos 2019 günü yemin ederek göreve başladı. Varılan anlaşma gereği General Burhan 21 ay görev yapacak ve kalan 18 ay ise sivil bir üye Egemenlik Konseyi’ne başkanlık edecekti. 21 Ağustos 2019 günü Abdullah Hamdok da başbakan olarak atandı ve 5 Eylül 2019’da Bakanlar Kurulu açıklandı.
Egemenlik Konseyi başkanlığının sivil bir üyeye devredilme tarihi geçmesine rağmen ordu etrafında oluşan koalisyon pozisyon değiştirdi. Taraflarca imzalanan Anayasal Bildiri’den ve yönetimi sivillere devretmekten vazgeçildi. 25 Ekim 2021 günü General Burhan’ın liderlik ettiği askeri darbe gerçekleşti, sivil hükümet devrildi ve kimi bakanlar gözaltına alındı. Başbakan Hamduk, darbeye destek vermeyeceğini ilan etti ve halkı direnişe çağırdı. Bunun üzerine, 26 Ekim günü Hamduk ev hapsine alındı. Aynı gün asker ve sivillerden oluşan Egemenlik Konseyi feshedildi, olağan üstü hal ilan edildi, Başbakan Hamduk ve bakanlar tutuklandı. Halbuki 17 Ağustos 2019’da imzalanan Anayasal Bildiri’ye göre, Mayıs 2021’de Egemenlik Konseyi başkanlığına sivil üye geçecek ve 18 ay sonra da ülkenin yönetimi sivillere geçecekti.
Kuruluşundan itibaren, büyük oranda, askeri darbelerle yönetilmiş olan Sudan’da kökleşmiş bu geleneğe rağmen ordunun meşruiyet arayışı devam etti. Meşruiyet krizini aşmak için 19 Nisan 2022 tarihinde asker ve sivillerden oluşan geniş katılımlı bir toplantı ile Geçiş Süreci Protokolü imzalandı. Protokolün ana maddeleri; siyasi tutukluların serbest bırakılması, demokratik siyasi iklimin oluşturulması, tüm tarafların karar alma süreçlerine katılması, Cuba Anlaşması hükümlerine bağlı kalınması, sivil başbakanın atanması, Sudan’daki tüm eyaletlerin temsil edildiği bakanlar kurulunun (20 bakan) kurulması, yeni bir anayasanın hazırlanması, RSF’in orduya dahil edilmesi, demokrasi-sivil yönetim-federalizm-geçiş adaletinin sağlanması ve geçiş sürecinin Mayıs 2024’de yapılacak seçimlerle son bulması gibi başlıkları içeriyordu. Ancak geçmişte imzalanan tüm metinlerde olduğu gibi bu metin de uygulanmadı.
Bitmeyen Askeri Yönetim
2019 ile savaşın başladığı 15 Nisan 2023 tarihleri arasında, ülke yönetiminin sivillere geçeceğine ve seçimlerin yapılacağına ilişkin taraflarca imzalanmış iki metin var. Bu metinlere rağmen askerlerin yönetimi bırakmak istememesine ilişkin temel faktör, SAF yönetimi ve Beşir iktidarında görev almış örgütlü kesimler arasında kurulmuş olan ittifakın/koalisyonun devam ettirilme çabası. Bahsettiğimiz koalisyon, Beşir iktidarı döneminde ve sonrasında ortaya çıkan gerilimlerin devamıdır. Bunu, merkezi yönetim ile çevre arasındaki temsiliyet sorunu ve yönetim elitleri ile halk arasındaki uçurum olarak tanımlamak mümkün. Zaten Beşir iktidarı, gösterilerin sonucundan ziyade bahsettiğimiz koalisyonun yönetimi farklı bir formatta sürdürmek için bulunan çıkış yolunun sonucu olarak devrildi. Gösterilerin önüne geçmek için yapılan sivil entegrasyonu ise Ekim 2021’de sona erdi. Olan biten, askerlerin ulusal güvenlikten ziyade siyasete ve ekonomiye odaklanmama ve imtiyazları kaybetmeme arzusudur.
SAF’in Cenevre Görüşmelerine Katılmaması
Cenevre görüşmelerinin açılışında, ABD’nin Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello, “RSF’in görüşmelere koşulsuz katılmayı kabul ettiğini, Sudan ordusunun ise katılmayı reddettiğini” açıkladı. SAF’in görüşmelere katılmamasına ilişkin farklı gerekçeler dile getirilse de bu tutumda belirleyici olan dört faktörden bahsetmek mümkün.
- SAF yönetiminde görev alan generaller (Burhan, Ata, Kebbasi, Mufaddal, Cabir) arası çekişmenin etkisi. Bu konu kısa bir süre önce kamuoyuna dahi yansımış ve General Burhan’ın görevi bırakacağı gündeme gelmişti. Generaller arası ortak bir iradenin olmaması, Cenevre sürecine ilişkin kararda etkili oldu.
- Beşir dönemi aktörler, ‘siyasetçiler’, ‘iş adamları’ ve generaller koalisyonunun, ülke yönetimini bırakmama arzusu. Koalisyonun içindeki kimi kesimlerin ülke yönetimini bırakmamak için ordudaki orta düzey komutanlar üzerinden üst yönetimdeki generalleri zorladığına ilişkin değerlendirmeler var. Bu da Cenevre kararında belirleyici oldu.
- SAF’in görüşmelere ‘Sudan hükümeti’ ismini kullanarak katılma isteği. Ancak RSF ve sivil aktörler, SAF’i Sudan hükümeti olarak kabul etmiyor. Ordunun devlet yönetimini ele geçirme biçimine/darbeye vurgu yapıyorlar.
- SAF, İran ve Rusya ile kurduğu ilişkilerin ve elde edeceği askeri ekipmanların savaş alanında güçlü bir pozisyon elde etmesine katkı sağlayacağını değerlendiriyor. Bu tür bir sonucu elde edinceye kadar masaya oturmak istemiyor.
SAF’in İran ve Rusya İlişkileri
İran ile ordu arasında gelişmekte olan işbirliğini izlemekte yarar var. İran, SAF aracılığıyla kendisini Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz jeopolitiğinde konumlandırmak istiyor. Bu durum Kızıldeniz ve uluslararası ticaret yollarının güvenliği açısından önemli bir mesele olmanın yanı sıra bölgesel istikrar için de ciddiye alınması gereken bir sorun. Akdeniz’de gücü olmayan İran, Lübnan’da Hizbullah üzerinden kendine alan açtı. Ordu ve Sudan üzerinden de Kızıldeniz’de benzer bir genişleme imkânına kavuşmak istiyor. Sorun üretme olasılığı yüksek olan bu konu bölge ülkeleri tarafından değerlendirilmeli. Burada asıl sorun; İran’ın, Lübnan, Yemen, Irak, Suriye gibi nüfuz kurduğu ülkelerde ‘vekil güçler’ çıkarma politikası ve bunlar aracılığıyla da güç üsleri oluşturma stratejisidir. Bu ilişki devam ederse Sudan, İran etkisindeki devletler listesine eklenecek ve hem Sudan’ın parçalanma riski artacak hem de ülkenin Lübnan, Suriye ve Yemen’e dönmesinin yolu açılacak.
Benzer şekilde, Sudan’ın Rusya’nın güç projeksiyonu için yeni bir platforma dönüşmesi de farklı bir sorun alanı. Moskova, Sudan’ı, Batı ile stratejik rekabetinde yeni bir cephe olarak kullanmaya çalışacak. Rusya’nın Suriye, Libya, Mali’de olduğu gibi dayanak noktası elde ettiği her ülkede, askeri üsler, deniz üsleri kurduğu ve paralı askerler üzerinden pozisyonunu tahkim ettiği açık. Ayrıca Rusya bu tür konumlanmaları, Batılı güçlerle süregelen rekabetinde kaldıraç olarak kullanıyor. Ordunun Rusya ile bağlarını derinleştirmesi ve bunun karşılığında Rusya’ya Sudan’da stratejik erişim ve üsler verilmesinin, Sudan ve bölge ülkeleri için üreteceği riskleri değerlendirmek lazım.
İran ve Rus nüfuzunun Sudan’daki birleşik varlığını ciddiye almak lazım. İran ve Rusya’nın Sudan, Kızıldeniz ve daha geniş anlamda Afrika Boynuzu jeopolitiğindeki eşzamanlı varlığının, Sudan’ın istikrarı, bölgesel güvenlik ve uluslararası ticaret gibi alanlarda üreteceği olası tehditleri önemsemek gerekir. Ordunun, İran ve Rusya’nın Sudan’daki nüfuzunun ‘vekili’ olması durumunun ortaya çıkaracağı sonuçları görmek için ilgili ülkelere bakılmalı.
Büyük Sorun; İnsan Hakları İhlalleri
Çatışmanın olduğu yerlerde çok ciddi insan hakları ihlalleri yaşandığı izleniyor. Elbette bu kabul edilemez ve çatışan tarafların sorumluluğudur. Hiçbir gerekçe sivilleri hedef almayı, öldürmeyi, tacizi, tecavüzü, gaspı, ülke kaynaklarının yağmalanmasını mazur gösteremez. Dolayısıyla RSF’in ve SAF’in, tarafı oldukları insan hakları ihlalleri konusundaki suçlamalara cevap vermeleri, ihlallerin önüne geçmek için tedbir almaları ve sorumlular hakkında işlem yapmaları gerekir. Sudan’da birçok ihlalden bahsetmek mümkün. Ancak en temel olanı, yaşam hakkı ihlalidir. Sivil insanların yaşadığı bölgelerin bombalanması kabul edilemez ve insanların evlerinin basılıp öldürülmeleri büyük bir suçtur. İnsani yardımların engellenmesi nedeniyle aç kalma, hastanelere saldırılması nedeniyle sağlık sistemine ulaşamama, eğitim alamama gibi birçok dolaylı hak ihaleleri de var. Dolaylı veya doğrudan yaşanan tüm ihalelerden doğal olarak SAF ve RSF sorumludur. İhalelere kayıtsız kalmak kabul edilemez ve ciddi bir meşruiyet sorunu oluşturur. Bu konuda ortaya çıkan sorunları merak edenler, MAZLUMDER tarafından hazırlanan rapora buradan ulaşabilirler.
Cenevre’den Ne Çıkabilir?
ABD heyeti ve Özel Temsilci Perriello, SAF’in Cenevre’deki görüşmelere katılmaması durumunda, “teknik görüşmelere” devam edileceğini ifade etmişti. Burada en önemli avantaj, savaşan tarafların destekçileri olduğu vurgulanan Mısır ve BAE’nin de görüşmelere katılıyor olmasıdır. Bu katılım, görüşme içeriğinin ve pozisyonların ilgili taraflarla paylaşılması açısından kıymetli. Buradan hareketle tarafları barışa ikna etmek mümkün olabilir. Bu iki ülkeyi ortak bir noktaya getirmek mümkün olursa, savaşan tarafları bu zemin üzerinden barışa doğru zorlama imkânı da doğabilir. Cidde Formu kapsamında, kimi noktalarda anlaşma imkânı doğmasına rağmen savaş devam etti. Hatta SAF ve RSF’in ikinci komutanları arasında, Körfez ülkelerinin birinde, yüz yüze görüşmenin yapıldığı dahi kamuoyuna yansıdı. Bunların tümü birlikte değerlendirildiğinde umut var olmak mümkün. Ancak, sahadaki pozisyonlar ve SAF’e nüfuz eden aktörlerin siyasal öncelikleri nedeniyle olumlu şeyler söylemek zor.
Sudan Halkının Çilesi
Sudan halkı hem savaş nedeniyle göç etmek zorunda hem açlıkla mücadele etmek mecburiyetinde hem de insani yardımların ulaşmasını engelleme girişimlerine rağmen hayatlarını sürdürmekle mükellef. 26 Haziran 2024 tarihli New York Times’ta yayımlanan makalede, “15 aydır iç savaş yaşayan Sudan’ın, yakında dünyanın en kötü kıtlıklarından biriyle karşı karşıya kalabileceğini” ifade ediliyor. Bunun en önemli nedeni olarak, “SAF’in BM yardım konvoylarının geçişine izin vermeyi reddetmesi” gösteriliyor. Uzmanlar, “bu konuda bir adım atılmazsa ve SAF insani yardımları engellemeye devam ederse, Sudan’da yaşanacak kıtlığın ve açlığın 1980’lerde Etiyopya’da ve 2011’de Somali’de yaşanan açlıktan çok daha ağır olacağını” belirtiyor.
Cenevre müzakerelerinin başlamasından sonra, SAF’in üç aylık bir süre için insani yardımların girişine izin vereceği açıklandı. Bu olumlu bir gelişme olmakla birlikte, Sudan’da yaşanan insani krizin aşılması için iki temel yol var. İlki; ateşkes ilan edilmesi, savaşın son bulması ve insani yardımların koşulsuz olarak mağdurlara ulaştırılmasıdır. İkincisi; BM Güvenlik Konseyi’nin, daha önce Suriye’ye yönelik yardımda olduğu gibi, BM kamyonlarının herhangi bir izne tabi olmadan mağdurlara ulaştırılmasına ilişkin karar çıkarmasıdır. Ancak ordu ile Rusya arasında gelişen ilişkiler nedeniyle Rusya’nın bu kararı veto etme olasılığını da düşünmek lazım.
Açlık krizin derinleşmemesi için bu iki olasılıktan birine umut bağlamaktan başka bir çıkış yok. Buna rağmen insani yardımın havadan iletilmesi olasılığı da gündemde. Bu ise hava kuvvetlerini kontrol eden ordunun tutumuyla doğrudan ilgili. Port Sudan’a gelen insani yardımları kabul eden SAF’in, Çad ve Darfur çöllerinde yaşamak zorunda kalan Sudanlılara reva gördüğü bu tutumu kabul etmek mümkün değil. Sivil insanları güç mücadelesinin aracı olarak ölüme mahkûm etmek insanlık suçudur.
Kısacası, duymazdan ve görmezden gelinen Sudan iç savaşının çözümü zor olduğu gibi insani krizin derinleşme olasılığı da yüksek. Soruna müdahale etmek için insani vasıflarını kaybetmemiş kararlı bir liderlik ve vicdanlı bir toplumsal yapıya ihtiyacı var.
ADNAN BOYNUKARA