Çocuklar İçin Adalet: Slogan Değil Sistem Meselesi
Çocukların adalet sistemiyle teması yoğun. Mağdur ya da suça sürüklenen çocukların temsil ve koruyucu mekanizmalara erişiminde yapısal sorunlar var. Oysa çocuk adalet sistemiyle nerede karşılaşırsa karşılaşsın, önce onun üstün yararını gözetmek zorundayız.
Çocukların adalet sistemiyle temas ettiği her an, özünde bir kırılganlık anı… İster mağdur, ister tanık, ister suça sürüklenen çocuk olsun.
Son dönemde çocuk ve adalet kelimeleri yan yana geldiğinde konuştuğumuz ilk konu “çocuk çeteleri”, ardından “uyuşturucu ağları” oluyor. Çoğu zaman bu alandaki mağduriyetler ve trajik kayıplar, kalıcı çözümler için fikir alışverişini imkânsızlaştırıyor. Oysa Türkiye’de her yıl yarım milyondan fazla çocuk kâh mağdur, kâh tanık kâh suça sürüklenen çocuk olarak adalet sistemiyle temas ediyor.
Çocuk adalet sistemi, bir ülkenin çocuk haklarına verdiği değeri gösteren turnusol kağıtlarından biri. Bu konuda yakın dönemde iki yasal gelişme oldu.
Çocukların suça sürüklenmesine yol açan nedenlerin tüm boyutlarıyla incelenmesi amacıyla 20 Kasım’da kurulan meclis araştırma komisyonunu üç ay boyunca yoğun bir gündem bekliyor.
Çocuk adaletine dair önemli bir çalışma ise geçtiğimiz günlerde İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi tarafından yayımlandı.
Odağımızda Çocuk Değil Sistem Olmalı
“Kalıcı bir çözüm istiyorsak, odağımıza çocuğu değil sistemi koymak; sorunu çocuğun üzerinde değil, sistemdeki eksikliklerde aramak gerekiyor. Çocuk dostu adalet hâlâ uzak bir hedef değil; güçlendirilmesi gereken bir yükümlülük.”
Bunu ben söylemiyorum, İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Avukat Kardelen Ateşçi söylüyor. Ama tüm kalbim ve aklımla hak veriyorum. Baronun 2020–2025 yılları arasını kapsayan dönemde mağdur ve suça sürüklenen çocuklar için yapılan tüm zorunlu avukat görevlendirmelerini mercek altına alan raporu, çocukların adalete erişimindeki yapısal kırılganlıkları inceliyor.
İstanbul’da çocukların adalet sistemiyle teması hâlâ çok yoğun. Hem mağdur olan hem de suça sürüklenen çocukların temsil, yönlendirme ve koruyucu mekanizmalara erişiminde ciddi yapısal sorunlar devam ediyor. Çocuk adli sisteme girdikten sonra uygulanan tedbirler yeterince etkin değil; akabinde bu sürecin takibi gereğince yapılamıyor. Oysa bir çocuk adalet sistemiyle nerede karşılaşırsa karşılaşsın, önce onun üstün yararını gözetmek zorundayız.
Neden?
Çünkü suça sürüklenen çocuk aslında çocukluğu korunamamış çocuktur.
Aile, okul, devlet için “görünmez” kılınan çocuktur.
Hayatını olumsuz yönde etkileyen risk faktörleri dikkate alınmamış, es geçilmiş çocuktur.
Okuldan koparılıp işçi olmaya itilen, aile içi şiddet gören, toplumdan dışlanan, istismara uğrayan, bakım verenleri tarafından ihmal edilen, açlıkla ve susuzlukla savaşan, nitelikli kamusal eğitimden faydalanamamış çocuktur.
Gelişim döneminde olduğu için bilişsel, duygusal ve fiziksel olarak olgunlaşamamış, iradesi henüz beklenen yetkinliğe erişememiş, yol gösterilmemiş, itilip kakılmış çocuktur.
Bunun için de ikincil mağduriyetleri önlemek, erken müdahaleyi güçlendirmek ve koruyucu hizmetleri yaygınlaştırmak artık tercihten öte bir zorunluluk haline geldi. Çünkü hak temelli ve bütüncül bir yaklaşım olmadan çocuk adaletinde kalıcı bir iyileşme sağlanamıyor.
“Çocuk dostu bir adalet sistemi için güçlendirilmiş, erişilebilir ve gerçekten koruyucu bir yapı artık ertelenemez,” diyor İstanbul Barosu. Raporda, kurumlar arası dağınık koordinasyona, eklektik şekilde ilerleyen müdahale sürecine dikkat çekiliyor. Ülke genelinde suça sürüklenen çocuklara dair hiçbir risk değerlendirme haritası yok.
Çocuklara Yönelik Cinsel Suçlar: Adalet Sisteminin En Ağır Yükü
Raporun en çarpıcı bulgularından biri şu: 2020–2025 yılları arasında yapılan tüm avukat görevlendirmelerinin dörtte biri, çocuğun cinsel istismarı suçunda gerçekleştirildi.
Bu, çok çarpıcı bir oran.
Bu alandaki suçların adli sisteme yüksek oranda yansıması, çocuklara yönelik cinsel şiddet alanında erken tanının, bildirimin ve doğru adreslere yönlendirme mekanizmalarının güçlendirilmesinin artık kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
111 bini aşkın karakol başvurusunun yarısının kız çocukları için yapılmış olması ise mağduriyetin cinsiyete indirgenemeyeceğini kanıtlıyor. Hem kız hem de oğlan çocukları, adli sistemde korunma ihtiyacı içinde. Bu nedenle çocuk adaletini konuşurken, cinsiyete dayalı genellemeler yerine tüm çocukları gözeten bir bakış geliştirmemiz şart.
Raporun bir başka önemli bulgusu, pandemi yıllarının çocuk koruma sisteminde yarattığı kırılma. 2022’de mağdur çocuklar için yapılan avukat görevlendirmeleri bir önceki yıllara göre %52 oranında artmış. Okulların kapalı olması, sosyal hizmetlere erişimin kesintiye uğraması ve izleme mekanizmalarının zayıflaması, pandemi döneminde çocuk adaletine dair verilerin geç bildirilmesine yol açtı. Normalleşme başladığında ise ertelenmiş vakalar bir sel misali adli sisteme yöneldi.
12–15 Yaş Grubu Alarm Veriyor
Rapora göre, mağdur çocuklarda en yoğun temsil 12–15, suça sürüklenen çocuklarda ise 15-18 yaş grubunda. Bu yaş aralıkları, savrulmaya en açık, yönlendirmeye en ihtiyaç duyan dönem. Bu yoğunluk, erken müdahalenin, okula devamın, sosyal destek mekanizmalarının önemini daha da görünür kılıyor.
Ayrıca çocuklar, adli sistemle temas ettikleri her aşamada, karakoldan savcılığa, mahkemeden uzmanlık süreçlerine kadar, yalnızca hukuki temsil değil, travmayı azaltan, çocuğun üstün yararını gözeten bir destek sistemine ihtiyaç duyuyor. Adalet sadece karar aşamasında değil, bütün süreç boyunca çocuk dostu olmalı.
Hırsızlık ve yaralama suçlarının da avukat atamalarında ağırlık taşıması bize şunu söylüyor: Çocuğu suça iten şey, çoğu zaman çocuğun kendisi değil; yoksulluğun, denetimsizliğin, eğitimsizliğin ve şiddetin iç içe geçtiği bir çevresel yapı. Bu nedenle rapor, suçla ilişkilendirilen çocuklara yalnızca hukuki değil, sosyal ve koruyucu desteklerin de eşlik etmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Kulağa “çok idealist” bir öneri gibi gelebilir ama aralarında doğrudan bir korelasyon var: Eğer okulları bir refah alanına dönüştürebilirsek, çocuklara her gün bir öğün ücretsiz yemek ve temiz suya erişim hakkı verirsek, okul terklerinin de önemli oranda önüne geçilecek ve çocukları suça sürükleyen dinamiklerden biri -ve bence en önemlisi olan- adaletsizlik duygusu azalacak. Çocuk “birileri beni görüyor ve açlığımı önemsiyor” diyebilecek. O çocuğun okula devamı, topluma görece sağlıklı bir birey olarak katılmasını sağlayacak; ona hayata tutunmak için ikinci bir dal uzatacak; toplumun huzuru ve güvenliği dolaylı bir şekilde korunmuş olacak.
Bu Rapor Neden Önemli?
Bu rapor çok önemli. Öncelikle ciddi ve titiz bir emeğin ürünü. Ayrıca bu rapor önemli, çünkü veriye dayalı bir çocuk adalet haritası sunuyor. Hangi yaşta, hangi suç tipinde, hangi aşamada yoğunluk olduğunu görünür kılıyor. Pandemi sonrası gerçek tabloyu netleştiriyor. Hak kaybı risklerini belirliyor. Çözüm için disiplinler arası bir yaklaşım gerektiğini hatırlatıyor. Ve en önemlisi, her bir sayının ardında bir çocuğun adalet arayışı ve kendine özgü kırılganlığı olduğunu gösteriyor.
Çocuk adaleti konusunda sadece cezalandırmayı öncelersek, koruyucu ve onarıcı adaleti ıskalamış oluruz.
Çocuğun gereksinimlerini, haklarını güçlendirmemiş oluruz.
Çocukların suça sürüklenmesinin aslında okullarda psikolojik danışmanların niceliği ve niteliğiyle, çocuk işçiliğine yönelik etkin denetimlerle, çocukların açlığının önüne geçecek sosyal politikaların ve bütçelendirmelerin öncelenmesiyle ilintili olduğunu artık görmeliyiz.
Etkili bir soruşturma, çocuğun dünyasını, psikolojisini ve ihtiyaçlarını derinlemesine kavramayı gerektiriyor. Bir avukatın, savcının, polisin veya hâkimin, karşısındaki çocuğu “bilgi alınacak bir dosya” değil, travmalarla yüklü bir “birey” olarak görebilmesi tam da bu yüzden gerekli. Çünkü çocukları gerçekten anlayabildiğimiz ölçüde onların adalet arayışına eşlik edebilir, seslerini duyurabilir ve haklarını güvence altına alabiliriz. Kamu güvenliği ancak bu aşamaların çok boyutlu ve çok disiplinli bir şekilde kurgulanmasıyla güçlenir.
Artık “çocuk dostu” uygulamalardan söz etmek yetmiyor; gerçekten çocuğu merkeze alan, onun ihtiyaçlarını, kırılganlığını ve haklarını sistemin her adımına yerleştiren, onu gören bir adalet ve buna eşlik edecek şekilde de nitelikli bir kamusal eğitim anlayışına geçmemiz gerekiyor.
Örneğin, Türkiye’de çocuk dostu adaletin güçlendirilmesine yönelik yeni bir girişim geçen gün Ankara’da başlatıldı: Adalet Bakanlığı ve UNICEF ortaklığında, AB ve UNICEF eş-finansmanında Çocukların Yargı Süreçlerinde Koruyucu ve Onarıcı Yaklaşımlar Projesi.
Üç yıllık proje kapsamında suça sürüklenen çocuklar için onarıcı ve yönlendirici tedbirler teşvik edilecek; özgürlük kısıtlanması içeren uygulamalara alternatif modeller önerilecek; hakimler, savcılar ve sosyal hizmet uzmanları için eğitim materyalleri güncellenecek. Ayrıca Türkiye’de ilk kez Çocuk Adaleti Ulusal Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanacak.
Giderek artan çocuk çeteleri ve bu çocukların karıştığı kriminal ağlar, Türkiye’de çocuk politikalarının nasıl yıllardır ihmal edildiğini acı bir şekilde yüzümüze çarpıyor. Çocukların fiziksel güvenliğini koruyacak, onları topluma sağlıklı ve eğitimli bireyler olarak kazandıracak mekanizmalar giderek daha sınıfsal bir hal alıyor; örgütlü suç ağları kendilerini “geride bırakılmış” hisseden çocukları hızla içine çekiyor ve onlardan katil yaratıyor.
Oysa çocukların suça sürüklenmesi, basit bir “münferit kötülük hikâyesi” değil. Yoksulluk, eşitsizlik, sokak şiddeti, eğitime ve sosyal hizmetlere erişememe, örgütlü suç ağlarının genişleyen kontrol alanları, güvencesiz ve denetimsiz çalışma koşulları… Tüm bunlar çocukları suçla temas ettiren yapısal gerçeklikler… Bu nedenleri çözmeden cezaları artırmak ise sistemi değil, çocuğu hedef alıyor. Yani en savunmasız halkayı…
Çocukları koruyan yeni bir sistem, yeni bir söylem kurmak zorundayız. Bu mücadele yalnızca ailelerin değil; karar vericilerin, kurumların, uzmanların, yani sistemin içinde olan hepimizin, tüm halkaların ortak sorumluluğu. Tüm çocuklar için güvenli, adil ve destekleyici bir yaşam ancak böyle mümkün olacak.
Bu alandaki güncel tartışmaları takip eden, iyi uygulamaları kendi modellerimize aktarmak için çaba sarf eden, çocuğun üstün yararını hayata geçiren; çocuğu sayfanın bir dipnotu değil, tüm yapının ana unsuru haline getiren bir sistem gerekiyor.
Tüm bunları konuşmalıyız çünkü suça yol açan unsurlar bizzat sistemin kendi noksanlarından besleniyor. Sadece cezaları artırmak veya intikamcı bir yaklaşımla cezai sorumluluk yaşını düşürmek ise, dünya çapındaki denemelerde gördüğümüz gibi, hiçbir işe yaramıyor.
Rakel Dink’in “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” sözü, günbegün daha çok anlam kazanıyor.
MENEKŞE TOKYAY