Depremden Sonra Siyaset
Kesin tespitlerde bulunmak için henüz erken, ancak bütün yıkıcılığına rağmen “deprem iktidarı götürür” denebilecek bir siyasi atmosferin oluştuğunu söylemek mümkün değil. Bu durumda, muhalefetin makul, uyarlı, ikna edici bir deprem meselesi siyaseti kurması elzem görünüyor.
Yakınlarda bir zaman bir seçim yapılacak olmasaydı belki biraz bekleyebilirdi ama 2023 seçimleri şunun şurasında üç ay içinde yapılacağından, soru gelip karşımıza dikilmiş durumda: 6 Şubat depreminin siyasi sonuçları ne olur? Depremin önümüzdeki uzunca bir dönem Türkiye siyasetinin ana meselesi olması kaçınılmaz; ancak şimdi konuşulan, bugün merak edilen, depremin kısa vadedeki siyasi sonuçlarının, seçimler üzerindeki etkisinin ne olacağı. Depremin üzerinden henüz iki hafta kadar bir zaman geçti ancak görünen şu: Depremin seçimler üzerindeki etkisine, siyasi sonuçlarının ne olacağına dair ilk günlerdeki net öngörülerin yerini daha temkinli çıkarımlar alıyor.
Sebep olduğu yıkımın büyüklüğü ve iktidar sözcülerinin ilk günlerdeki panik ve saldırganlıkları, depremin siyasi etkisinin kesinkes iktidar aleyhine olacağı, seçimlerde iktidar değişikliğinin kaçınılmaz olduğu türünden öngörülere yol vermişti. 2002 seçimlerinde Körfez Depreminde iktidarda olan partilerin üçü birden seçim barajını geçemediğinden, 1999’dakinden de büyük yıkıma yol açan 6 Şubat depreminin bir iktidar değişikliğiyle sonuçlanacağı çıkarımı yapılır olmuştu. Ancak geride kalan iki haftanın ardından, iktidarın bir ara yoklanan seçim erteleme ihtimalinden vazgeçmesi ve Erdoğan’ın “bana bir yıl verin” güveniyle konuşmaya başlayıp siyasi gündemi ele geçirmesi, ilk elde yapılan net öngörülerin o kadar da güvenilir olmayabileceğine işaret ediyor. Nitekim, işin erbabı da şuna dikkat çekiyor: Depremler gibi büyük yıkımlar her zaman ve her yerde iktidar değişikliğiyle sonuçlanır diye bir kural yok. Seda Demiralp ve Tanju Tosun’un dikkat çektikleri üzere, afetlerin siyasi sonuçları tahmin edilenden daha karmaşık olabiliyor.
Deprem seçim sonuçlarını nasıl etkiler üzerine konuşmak için henüz çok erken ve bu kadar büyük bir yıkımdan sonra iktidarın meşruiyet tazelemesi çok zor, burası kesin. Ancak son birkaç gün içinde olup bitene, iktidarın ve muhalefetin deprem meselesi siyasetine baktığımda gördüğüm şu: Deprem büyük oy kaymalarına, iktidarın kesinkes değişmesine yol açmayabilir. İktidar ve muhalefetin deprem meselesi siyasetini, depremle ilgili geçmişe, bugüne ve geleceğe dair söyleyip yaptıkları üzerinden karşılaştırdığımda “Erdoğan gitti gider” türünden bir manzara görmüyorum. Gördüğüm şu: İktidar depremin bugününe ilişkin olarak ikna edici olmakta çok zorlanıyor ancak depremle ilgili geçmiş ve gelecek söz konusu olunca, en azından bugün itibarıyla, muhalefetten daha az ikna edici değil. Muhalefet derken daha çok CHP’yi ve onu temsilen Kılıçdaroğlu’nu kastettiğimi belirterek, demek istediklerimi açıklamaya çalışayım.
Geçmiş
Deprem olduktan sonra muhalefetin gündeme getirdiği ilk önemli mevzu depremin bu kadar yıkıcı olmasına yol açan geçmiş uygulamalardı. Depremin bunca yıkıcı olmasının ardında yapılmaması gereken yerlere bina yapılması, inşaat kurallarına uyulmaması, gerekli kontrollerin es geçilmesi, art arda imar affı çıkarılması ve inşaat sektörünü besleyen rant ekonomisi vardı. Bütün bunların ardında da iktidar. Muhalefete göre, 20 senedir hükümette olduğundan depremin bu kadar yıkıcı olmasına yol açan bütün bu uygulamalardan AK Parti ve Erdoğan sorumluydu. Muhalefet, hiç de temelsiz olmayan bütün bu tespitler ve anlaşılabilir bir muhakeme üzerinden, depremin geçmişine ilişkin olarak, “sorumlusu iktidar” imajı kurmaya çalıştı. Ne var ki, bugün geldiğimiz noktada muhalefetin söz konusu imajı kurmakta kesinkes başarılı olduğunu söylemek zor. Haddizatında, iktidar ve Erdoğan, geliştirdikleri karşı argümanlarla depremin geçmişine ilişkin olarak “sorumlusu iktidar” söylemini önemli oranda nötralize etmeyi başarabilmiş görünüyor. “Yıkımın bunca büyük olmasının sebebi iktidardır” fikri ortak vicdana kesinkes hâkim olmuş görünmüyor.
Bu ‘başarının’ ardında birden çok sebep var. Afetlerin yıkıcı sonuçlarını yöneticiler başta olmak üzere gerçek insanların tercihlerine ve kararlarına bağlamak alışkanlığımızın kuvvetli olmaması, hakkaniyetli bir bakışın yıkımın bu kadar büyük olmasına sebep olan idari ve siyasi tasarruflardan sadece son 20 senenin değil bütün iktidarlarının sorumlu olduğunu göstermesi, depremin gerçekten büyük ve art arda iki kez olduğu bilgisi vs. diyerek devam edilebilir. “TOKİ evlerinin yıkılmaması”, “kentsel dönüşüme muhalefetin karşı çıkması”, “esas sorumlu müteahhitler” gibi bizzat iktidarın dolaşıma soktuğu açıklamalar da bu ‘başarıya’ katkıda bulunmuş olabilir ama depremin geçmişine dair imajlar rekabetinden muhalefetin üstün çıkmamasının daha temel sebebi galiba şu: Daha ilk günden depremin yarattığı yıkımdan çok, yıkımın sorumlusunun tespitine odaklanmak ve bu sorumluluğu herkesin payını vererek üleştirmemek. Halbuki, depremin büyüklüğünü kabul edip ilk etapta sorumlularının tespitine değil de sonuçlarının idrakine ve nasıl giderileceğine odaklanılsa ve yıkımın sorumluluğu adil üleştirilse, muhalefet depremin geçmişine dair imajlar rekabetinden daha başarılı çıkabilirdi.
Bugün
Erdoğan, “depremin bunca yıkıcı olmasının sorumlusu (yalnızca) iktidardır” iddiasını nötralize etmeyi becermiş görünmekle beraber, aynı beceriyi depremin bugününü resmetme işinde tekrar edebilmiş değil. Bunun kabaca iki sebebi var: 1. Söz konusu olanın, geçmişe ya da geleceğe dair bir anlatı ya da imaj kurmak değil bugün, bu anda yapılanlarla ilgili olması, 2. Bugün, burada yapılanlarda gerçekten başarısız olunması.
Görünen şu: Büyük bir depremin büyük bir alanda gerçekleşmesi ve yıkımın tek sorumlusunun iktidar olamayacağı bilgisinden ötürü Erdoğan’ın geçmiş hikâyesi muhalefetin geçmiş hikâyesini nötralize edebilmişken, devletin depremden sonrasıyla ilgilenirken kelimenin gerçek anlamıyla çuvallaması iktidarın depremin bugününe dair ikna edici bir hikâye kurabilmesine imkân vermiyor. Depremzedelerin enkazdan çıkarılması ve ilk ihtiyaçlarının karşılanması işlerinde oluşan korkunç dağınıklık ve iş bilmezlik, el vermek isteyen inisiyatiflerin engellenmesi, acılar tazeyken tutturulan höt zöt dili vs. iktidara “depremin bugünüyle ilgilenirken gerekeni yaptım” deme imkânı vermiyor.
Buradaki başarısızlık fark edildiğinde geri adım atılıp ‘aksaklıklar’ ikrar edildi ve höt zöt dili az da olsa yumuşatıldı ancak hem olan olduğundan hem de oluşan feci manzaranın liyakatsizlikle ve tek adam rejiminin kofluğuyla bağlantısı teşhis edildiğinden, iktidarın depremin bugününe dair canlı gerçeği istediği türden bir imajla değiştirmesi zor. Görünen şu: İktidar buradaki gerçeği değiştirebildiği kadar değiştirip, değiştiremediğinin bilgisinin yaygınlaşmasını engelleyerek çuvalladığını örtmeye çalışacak.
Gelecek
Henüz muhalefetin ne diyeceğini, deprem sonrasına dair nasıl bir plan program açıklayacağını bilmiyoruz. Lakin, bugün görünen şu: Erdoğan’ın “bana bir yıl verin” çağrısına, seçmen “hadi oradan” demeyebilir. Memlekete egemen kültür göz önünde bulundurulduğunda, epey bir kısım seçmenin, özellikle de iktidarın değişmesi için Erdoğan’ı terk edip muhalefete meyletmesi beklenenlerin “olan oldu, ölen öldü, bu enkazdan bizi kim çıkaracak” sorusuna odaklanması ve bu soruyu da “yaparsa yine Erdoğan yapar” diye cevaplaması imkânsız değil. Memleketin hafızasızlığını ve hesap vermezlik kültürünü ve bütün muhafazakârlık iddiasına rağmen hep bir şimdi halinde yaşama eğilimini hesaba kattığımızda, iktidarın değişmesi için tutum değiştirmesi beklenenler “depremin geçmişine değil geleceğine bakalım” deyip, Erdoğan’ın “bana bir yıl verin” çağrısına ikna olabilirler. Erdoğan da TOKİ evleri, Elazığ ve Van depremleri sonrası yapılanları hatırlatarak bu nevi seçmendeki geleceğe bakalım eğilimini teşvik edip sonuç alabilir.
Henüz muhalefetin planını programını görmediğimizden depremin geleceğine dair imajın şekillendirilmesindeki rekabet nasıl seyreder belli değil. Ancak, hal buyken, muhalefet Erdoğan’ın “bana bir yıl verin” çağrısını cazip olmaktan çıkaracak bir deprem sonrası plan programla gelmek yerine, depremin geçmişine, “yıkımın sorumlusu Erdoğan” fikrine odaklanan bir deprem meselesi siyaseti yapmaya çekilirse depremin geleceğine dair imajın oluşturulmasındaki rekabette eli Erdoğan’a kaptırması işten bile olmaz. Muhalefet “depremde yıkılanı biz daha iyi inşa ederiz, yolu da şu” demek yerine, “yıkımın sorumlusu Erdoğan” demeyle sınırlı bir kampanyanın iş göreceğine inanırsa Erdoğan istediğini almış olur.
Özetle, kesin tespitlerde bulunmak için henüz erken, ancak bütün yıkıcılığına rağmen “deprem iktidarı götürür” denebilecek bir siyasi atmosferin oluştuğunu söylemek mümkün değil. Bu durumda, muhalefetin makul, uyarlı, ikna edici bir deprem meselesi siyaseti kurması elzem görünüyor. İlk etapta depremin yarattığı yıkımın sorumlusunu tespittense yıkımın kendisine odaklanan ve yaşanan kaybı ‘tanımayı’ esas alan, yıkımın bütün sorumlularını birlikte tanıyan, deprem sonrasında oluşan çuvallama halinin rejimin alameti farikası olan liyakatsizlik ve otoriterlikle ilişkisini teşhir eden ve “siz yıktınız” yerine “ehliyetle ve liyakatle biz yapacağız” motifini öne çıkaran bir deprem meselesi siyaseti… Makul, uyarlı, ikna edici derken kastettiğim bu.