Dijital Çağda Hakikat Krizi

Artık herkes hem bilgi üreticisi hem de potansiyel bir manipülatör. Bilgiye erişimin artışı, paradoksal biçimde hakikate ulaşmayı güçleştirdi. Sosyal medya algoritmaları, “dikkat çekici ve duygusal içerikleri” öne çıkararak gerçeği görünmez kılarken, bireyler yankı odalarında kendi inançlarının esiri hâline geliyor.

dijital çağ

“Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve bunu sürekli tekrarlarsanız, insanlar sonunda buna inanmaya başlar.” 

 

Joseph Goebbels Goebbels’in bu sözü, tarihsel bağlamda propaganda mekanizmalarının gücünü anlatırken, günümüz dijital çağında çok daha geniş bir anlam kazandı. Eskiden yalnızca devletlerin elinde bulunan dezenformasyon araçları, bugün sıradan bireylerin de erişimine açık durumda. Dijital teknolojilerin yaygınlaşması, bilgi üretimini ve dolaşımını demokratikleştirirken aynı zamanda hakikatle kurulan ilişkiyi de temelden dönüştürdü. Artık herkes hem bilgi üreticisi hem de potansiyel bir manipülatör hâline geldi. Dijital çağın gelişimi ile bilgiye erişim olanaklarının artışı, paradoksal bir biçimde hakikate ulaşmayı güçleştirdi. 

 

Bu süreçte, geçmişi çok da eskiye dayanmayan “vatandaş gazeteciliği” olgusu da önemli bir dönüşüm yaşadı. Özellikle sosyal medya platformlarında içerik akışını belirleyen algoritmalar, dezenformasyonun yayılımını hızlandırarak bilgi ekosistemini derinden etkiledi. Bu durum yalnızca bilgiye bireysel erişimi değil, aynı zamanda toplumsal algı ve karar mekanizmalarını da şekillendiren bir hakikat krizine yol açtı. 

 

Vatandaş Gazeteciliğinden Dezenformasyon Çağına 

 

2000’li yılların başında sosyal medya ve mobil teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte “vatandaş gazeteciliği” kavramı, demokratikleşmenin bir aracı olarak görüldü. Profesyonel gazeteciliğe alternatif olarak ortaya çıkan bu model, bireylerin tanıklık ettiği olayları hızlıca kamuoyuna duyurmalarını mümkün kıldı. Sosyolog Manuel Castells’in bilgi toplumuna dair analizinde belirttiği gibi birey böylece yalnızca bilgi tüketicisine değil, aynı zamanda üreticisine dönüştü. Ancak bu dönüşüm, haberin demokratikleşmesi olarak tanımlanırken, doğrulama mekanizmalarının zayıflaması ve bilgi kirliliğinin yayılması gibi önemli sorunları da beraberinde getirdi. Nitekim MIT Media Lab’in bir araştırmasına göre, sahte haberler doğru haberlerden altı kat daha hızlı yayılmaya başladı. 

 

Sosyal medya platformlarında, kullanıcı etkileşimine dayalı algoritmalar mevcut. Algoritmaların, dikkat çekici ve duygusal içerikleri öne çıkarma eğiliminde olması provokatif ve manipülatif bilgilerin daha görünür hâle gelmesine ve kamusal algının ciddi biçimde şekillenmesine yol açıyor. Türkiye’de 2021 yılında mültecilere yönelik sahte videoların yayılmasıyla başlayan toplumsal gerginlikler, bu etkiyi somut biçimde ortaya koyan örneklerden sadece biri. Benzer şekilde, 2025 yılında İstanbul Marmaray’da yaşanan bir olayda “mavi gömlekli genç” olarak bilinen kişinin sosyal medyada hızla linç edilmesi, dijital mecralardaki bilgi manipülasyonunun bireysel hayatları nasıl etkileyebileceğini gözler önüne seriyor.

 

Gerçeğe Olan Alerji: Onaylama Önyargısı ve Kolektif Duyarsızlık 

 

Toplumda gerçeklik algısının zayıflaması, bireylerin bilgiye değil, kendi inançlarına hizmet eden görüşlere yönelmesine yol açıyor. Bu durumu Daniel Kahneman’ın “confirmation bias” (onaylama önyargısı) kavramıyla bireylerin yalnızca kendi dünya görüşünü destekleyen içeriklere inanma eğilimi üzerinden anlamlandırılabilir. Reuters Institute‘un 2023 tarihli raporuna göre, Avrupa’da göçmenlerle ilgili içeriklerin yüzde 42’si doğrulanmamış bilgiye dayanıyor. Benzer şekilde Craig Silverman’ın 2016 ABD seçimlerine dair analizinde, en çok etkileşim alan 20 haberden 17’sinin yanlış ya da yanıltıcı olduğu tespit edildi. Bu durum, bilgiye erişimin artmasına rağmen hakikate erişim kapasitesinin düştüğünü göstergesi niteliğinde. 

 

Dezenformasyon yalnızca bireysel bilgi kirliliği yaratmakla kalmıyor; kolektif bilinç üzerinde de derin etkiler yaratıyor. Cass Sunstein, sosyal medyanın bireyleri “yankı odalarına” sürüklediğini ve kutuplaşmayı artırdığını ifade ediyor. “Cancel culture” (iptal kültürü) adı verilen dijital linç pratikleri yaygınlaşmasıyla bireyler, yalnızca tek bir paylaşım üzerinden toplumsal dışlanmaya maruz kalıyor. Nefret söylemleri, etnik ayrımcılık ve göçmen karşıtlığı, sosyal medyada hızla yayılması toplumsal barışı tehdit eden unsurların başında geliyor. 

 

Hakikat Sonrası Çağda Medya Okuryazarlığı 

 

2016 yılında “post-truth” kavramı Oxford Sözlüğü tarafından yılın kelimesi ilan edildi. Bu kavram, duyguların ve kişisel inançların objektif gerçeklerden daha etkili hâle geldiği bir döneme işaret ediyor. Tam bu noktada medya okuryazarlığı bireylerin dijital içerikleri sorgulama, kaynak doğrulama ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeyi amaçlamalı. Çünkü bu becerilerin yaygınlaştırılması, dijital çağda bireylerin dezenformasyonla başa çıkma kapasitesini artırmak için hayati önem taşıyor.

 

Dezenformasyonun toplumsal etkilerini anlamada sinema ve televizyon dizileri önemli bir referans çerçevesi sunuyor. 

 

Bu bağlamda bir kaç örnekten bahsetmek gerekirse; 

 

The Social Dilemma (2020): Sosyal medya algoritmalarının manipülasyon gücünü gözler önüne seriyor. 

 

Don’t Look Up (2021): Bilimsel gerçeklerin medya tarafından nasıl görmezden gelindiğini hicvediyor. 

 

En etkileyici bulduğum The Hater (2020): Sosyal medya üzerinden yürütülen algı operasyonlarını ve bireyin manipülasyon gücünü detaylı biçimde analiz ediyor. 

 

Chernobyl (2019): Devlet destekli bilgi saklama pratiklerini dramatize ediyor. 

 

Black Mirror (özellikle “Hated in the Nation” ve “Fifteen Million Merits” bölümleri): Dijital çağda birey-toplum-devlet ilişkilerini distopik bir zeminde işliyor. 

 

Bu yapımlar, yalnızca eğlence değil, medya okuryazarlığına katkı sağlayan pedagojik materyaller olarak da değerlendirilebilir. Başta da bahsettiğimiz gibi dijital çağda bilgiye erişim kolaylaşırken, hakikate erişim daha karmaşıklaştı. Goebbels’in tarihsel olarak otoriter rejimlere dair söylediği söz, bugün sıradan bireylerin gerçeği haline geldi. 

 

Dezenformasyonun hem üreticisi hem de taşıyıcısı olan bireyler, dijital ortamda gerçekliği çarpıtan birer aktöre dönüştü. Bu nedenle, dijital çağın gerekliliklerine uygun medya okuryazarlığı politikalarının hayata geçirilmesi, algoritmaların etik düzenlemelerle kontrol altına alınması ve doğrulama mekanizmalarının güçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Ancak bu yollarla, hakikatin yeniden görünür hâle gelmesi mümkün olabilir. 

 

Son sözü Mark Twain söylesin; “Gerçek, ayakkabılarını giymeye çalışırken, yalan dünyayı dolaşmış olur.”

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.