Finlandiya Modeli ve Suça Sürüklenen Çocuklar

Türkiye’nin çocuk adalet sisteminde atacağı her adım, yalnızca bir çocuğun hayatını değiştirmekle kalmayacak; aynı zamanda toplumsal uyum ve güvenliğe de stratejik bir yatırım olacak. Erken müdahale, eğitim ve meslek edindirme programları, ailelere yönelik destek mekanizmaları ve çocuklara “başka bir çocukluğun mümkün olduğu” fikrini aşılayan sosyal politikalar, Türkiye’de çocuk adaletini dönüştürmenin anahtarı olabilir.

suça sürüklenen çocuklar

Rio’nun gettolarında, daha bıyığı terlememiş çocukların ellerinde parlayan silahlar… City of God’ın (Tanrıkent) o unutulmaz sahnelerinde, çocukların hem kurban hem fail olduğu gerçeği tokat gibi çarpar yüzümüze. Aslında bu, yalnızca Brezilya’ya özgü bir hikâye değil: Çocukluğun şiddetle, öfkeyle, açlıkla kuşatıldığı her coğrafyada karşımıza çıkabilecek bir durum…

 

Yıllardır adliyelerin kalabalık ve soğuk koridorlarında yankılanan çocuk ayak sesleri, bir yandan mağdur çocukların ve ailelerinin acısını yüreğimizde hissederken, bizi hep aynı soruya götürüyor: Bu çocuğun hayata tutunması ve suça sürüklenecek noktaya gelmemesi için neler yapılabilirdi? Ve şimdi gaspçı olarak girdikleri hapishanelerden tetikçi olarak çıkmamaları için neler yapılabilir? Kısaca, çocuk suçluluğunu önlemek üzere adalet sisteminde hangi önleyici tedbirler alınmalı? 

 

Avrupa’nın modern çocuk adalet anlayışı, bu soruya cesur bir yanıt veriyor: Çocukları cezalandırmak yerine topluma yeniden kazandırmak ve çocuğun suçla ilişkilenmesinden önce yerel ve merkezi düzeyde sağlıktan kolluk güçlerine dek ilgili tüm kurumlarıyla elinden geleni yapmak. Birçok iyi uygulama örneğine makro ölçekten bakıldığında bu yaklaşımın başarılı olduğu da Avrupa çapında test edildi, onaylandı. 

 

Ceza Yerine Önleme ve Yönlendirme

 

Finlandiya’daki “Anchor” (Çıpa) modeli bunun en tipik örneği: Yerel düzeyde polis, sosyal hizmet uzmanı, hemşire ve gençlik çalışanı aynı masada oturuyor; çocuğun suça sürüklenmesinden önce devreye giriyorlar. Zira suça sürüklenen bir çocuğun ve gencin içinde bulunduğu kısır döngüyü kırmak ve ona ihtiyaç duyduğu desteği sağlamak için kamu otoritelerinin zamanında ve kapsamlı bir değerlendirme yapması, yerelde çok aktörlü bir işbirliğiyle mümkün.

 

Finlandiya Yerel ve Bölgesel Yönetimler Birliği’nin hazırladığı bir rapor, özellikle farklı türde destek ve hizmetlere ihtiyaç duyan çocuklar ve gençler söz konusu olduğunda, en etkili yolun bu hizmetleri daha eşgüdümlü biçimde birbirine bağlamak olduğunu ortaya koyuyor.

 

Yerel düzeyde yapılacak işbirliğinin anahtarı, katılımcıların bir araya getirildiği bir ağ kurmak ve süreçleri, ortakları, sorumlulukları ve iş bölümlerini netleştirmekten geçiyor. Çünkü bir çocuğun içinde bulunduğu sosyolojik dinamikleri en iyi bilen, yine yerelde ona en yakın olan birimler ve aktörlerdir. 

 

Böylece suça sürüklenme riski olan çocukların ve gençlerin gereksinim duydukları yardıma doğru kanallardan, etkin ve denetimli şekilde yönlendirilmeleri mümkün oluyor. Önleyici çalışma ve erken destek sağlamak, krizin büyüyüp sosyal ve mekânsal dışlanma sürecine dönüşmesini ve toplumda bir yara açmasını bekledikten sonra müdahale etmekten çok daha düşük maliyetli ve akılcı…

 

“Anchor Modeli” tam da bu noktada devreye giriyor. Çocukların ve gençlerin suça sürüklenmesini erken aşamada önlemeyi amaçlayan bu modelde taraflar en kısa sürede ilgili destek hizmetlerine yönlendiriliyor. Yalnızca suç önleme değil, radikalleşen gençlere destek olma ya da kriz bölgelerinden Finlandiya’ya dönenlerin topluma entegrasyonu da bu modelin parçası. 

 

Modelin temelleri 2004-2006 yıllarında Hämeenlinna bölgesinde atılmış. Kamu otoritelerinin girişimiyle oluşturulan multi-disipliner ekipler, suça sürüklenen veya sürüklenme riski olan çocuk ve gençlere yönelik müdahalelerin hızını ve etkisini artırmayı hedefliyormuş. Başarı sağlanınca model kalıcı hale gelmiş ve 2009-2012 yılları arasında Finlandiya’nın diğer bölgelerine, Forssa ve Riihimäki’ye de yayılmış. Her bölge, kendi hizmet ihtiyaçlarına göre ekiplerini şekillendirmiş: Forssa’da polis, sosyal hizmet uzmanı ve yarı zamanlı bir psikiyatri hemşiresi; Hämeenlinna ve Riihimäki’de bunlara ek olarak gençlik çalışanları ekiplerde yer almış. 

 

Finlandiya’nın 2011-2015 yılları arasını kapsayan Ulusal Güvenlik Programı, Anchor modelinin 2014 itibarıyla ülke çapında yaygınlaştırılmasını öngördü. Hükümet, şiddet içeren aşırılıkların önlenmesine daha çok odaklanmak amacıyla ek kaynak da ayırdı. 2012’de Ulusal Suç Önleme Konseyi, Anchor’u Avrupa Suç Önleme Ödülü’ne (ECPA) Finlandiya’nın adayı olarak gösterdi ve bu model mansiyon ödülü aldı.

 

Anchor’un temel amacı, çocuklarda ve gençlerde suç davranışına erken müdahale etmek, hayat koşullarını bütüncül bir bakışla değerlendirmek ve uygun destek mekanizmalarına yönlendirmek. Hedef kitle; 15-20 yaş aralığındaki suçlular, kriminal davranış işaretleri verenler, uyuşturucu kullananlar, aile içi şiddet mağduru ya da şiddete maruz kalma riski taşıyan gençler, radikalleşmiş gençler ve aynı zamanda aile içi şiddetin yetişkin failleri ile mağdurları.

 

Anchor’un merkezinde çok kurumlu işbirliği yatıyor. Polis merkezlerinde görev yapan ekipler bir polis memuru, sosyal hizmet uzmanı, psikiyatri hemşiresi ve gençlik çalışanından oluşuyor. Bu profesyoneller, her biri kendi kurumunun uzmanlığını masaya getirerek gençlerin hem bireysel hem de aile durumlarını bütüncül şekilde ele alıyor. Böylece gençler, “tek duraklı hizmet” yaklaşımıyla kapsamlı destek alabiliyor. Özellikle birden fazla sorunla boğuşan gençler için bu bütüncül yaklaşım çok değerli.

 

Suça sürüklenen çocuklarla ilgili kriminal süreçlerde “Anchor” ekibi, soruşturma sürecine aktif şekilde katılıyor; fail ile mağdur arasında onarıcı-arabulucu sürecin eşgüdümünde yer alıyor; savcıya bu süreçte destek veriyor; soruşturma bulgularını değerlendirmede müdahil oluyor. 

 

Duruşmalar sırasında ise “Anchor” ekibinin değerlendirmeleri, çocuğun üstün yararını gözeten bir karar verilmesi ve uygun cezaların belirlenmesinde hâkimlere yol gösteriyor. Zira böylesi çok-meslekli bir ekibin varlığı çok kıymetli: Bir yandan suça dair delillerin soruşturmasını yürüten polis memurunun, diğer yandan suça sürüklenen çocuğun içinde yaşadığı sosyal ortamı değerlendirip gerektiğinde çocuğun refahını artıracak tedbirleri devreye sokan sosyal çalışmacının, çocuğun zihinsel sağlığını değerlendirip gerekli tedavileri başlatan psikiyatri hemşiresinin, becerilerini geliştirerek suça sürüklenmelerini önlemek üzere riskli bölgelerdeki okullarda çalışmalar yürüten gençlik çalışmacısının işbirliği ve ortak aklından söz ediyoruz. 

 

Zira Finlandiya özelinde yapılan bir çalışmaya göre, bir çocuğun veya gencin bir yıl boyunca hapis tutulmasının kamuya maliyeti 68 bin euroya kadar çıkıyor. Dolayısıyla önleyici çalışmaların finansal faydası ve topluma geri dönüşü yüksek. 

 

Ekipler ayrıca, suça sürüklenme riski olan çocuklar, gençler ve aileleriyle görüşmeler yoluyla durum analizi yapıyorlar. Böylelikle, gerekli mesleki müdahalenin biçimleri ve ihtiyaçlar belirleniyor. Takip toplantılarının bazen 10 kez yapıldığı bile oluyor. Sürece aile terapistleri, arabulucular, çocuk hakları uzmanları dahil ediliyor. Sosyal inceleme raporları hazırlanıyor. Toplum-temelli destek mekanizmaları devreye giriyor. 

 

Aynı suça karışmış veya davranış sorunu sergileyen gençler ve aileleri bir araya getiriliyor; hem polis hem de sosyal hizmet uzmanları kendileriyle ortak mülakatlar yapıyor. 18 yaş altı gençlere yönelik sokak devriyeleriyle, gençlerin kendi ortamlarında, yani sosyoekonomik gerçeklikleri ve ahlaki değerlerinin kök saldığı ortamlarda, temas kuruluyor; alkol, asayiş ve suç önleme amaçlı bilgilendirme yapılıyor.

 

Anchor ekipleri, ayrıca gençlerle çalışan tüm paydaşların ayda bir buluştuğu “Anchor kahveleri” gibi yaratıcı yöntemler de kullanıyor; akran sosyalleşmesi ve deneyim aktarımı yoluyla suça meyilli olduğu tespit edilmiş ergenlerin belirli bir ekosistem içerisinde onarıcı bir süreçten geçmesi sağlanıyor. 

 

Modelin sahadaki uygulanmasına dair izleme çalışmalarında, hızlı müdahaleler sayesinde çocuk ve gençler arasında şiddet ve tekrar suç işleme riskinin azaldığı, sosyal dışlanmanın önüne geçildiği görülüyor. Maliyet-etkinliği de dikkat çekici; dışlanma maliyetleriyle kıyaslandığında toplumsal fayda sağlanıyor. Model, bugün Finlandiya’nın pek çok bölgesinde uygulanıyor.

 

Almanya’dan Belçika’ya, Avusturya’ya, İngiltere’ye, İrlanda’ya, Hollanda’ya, İskoçya’ya, İspanya’ya dek çocuk adalet sisteminin eğitim ve toplumsal hizmet programlarıyla beraber, ceza yerine onarımla yürütülmesi konularında çok ciddi iyi uygulama örnekleri var. Ve bu yaklaşımlar, orta ve uzun vadede, cezadan çok daha derin ve kalıcı bir dönüşüm yaratıyor. 

 

Tüm bu modellerde çocuklar suç faili dahi olsalar, adli süreçlerde önleyici ve onarıcı yaklaşımlara konu oluyorlar; toplumdan dışlanmak yerine topluma yeniden ve yapıcı bir şekilde kazandırılmaya çalışıyorlar. Çocuklar suçla ilişkilendirilmelerine yol açan ortamlardan uzaklaştırılırken, bu ortamlar da multi-disipliner ekipler eliyle dönüştürülüyor. 

 

Bu tür nitelikli sosyal hizmetler, çocuk dostu kurumlar ve güvenli bir sosyal çevre yaratılarak, erken uyarı ve destek mekanizmaları güçlendirilerek, suç oranlarında azalma ve yeniden suça sürüklenme eğilimlerinde düşüş kaydediliyor.

 

Türkiye’deki Durum

 

Bütün bu örnekler, Türkiye’de hak-temelli, onarıcı, bütüncül ve koruyucu bir çocuk adalet sistemi adına yapılabilecekleri işaret ediyor. 

 

Türkiye’de suça sürüklenen çocuk sayısı 2012’de 100 bin iken, geçen sene 202 bini geçti. Çocuklara isnat edilen suç türlerinde yaralamalar ve uyuşturucu satışı halen ağırlıkta. Bu tablo alarm zillerinin çalması için yeter de artar bile. 

 

Sokak köpeklerinin toplatılmasına indirgenmiş olsa da süregiden devasa bir asayiş sorunumuz var. “17’sinde 20 suç kaydıyla, metamfetamin etkisiyle sokaklarda saldırgan tavırlarla dolaşan öfkeli ergenler” gibi risklerle karşı karşıya yürüyoruz artık yaşadığımız mahallelerde. Öte yandan, özellikle son yıllarda tanıklık ettiğimiz ve faili çocuk olan suçlar, artık cezaların artırılmasının çocuk suçluluğunu azaltmada tek başına yeterli bir yöntem olmadığını gösteriyor. 

 

Hiçbir suç elbette cezasız kalmamalı. Çocukları suçla tanışmadan önce yakalayacak, Rakel Dink’in o haklı uyarısında olduğu gibi “bebekten katil yaratan karanlığı” önceden sorgulayıp “erken uyarı-erken destek” mekanizmalarının kurulması, riskli mahallelerin ve henüz “çete”ye dönüşmemiş arkadaşlık ağlarının yerel düzeyde belirlenmesi, sosyal hizmet uzmanlarının, terapistlerin düzenli, multi-disipliner ve sistematik biçimde bu alanlarda varlık göstermesi, kritik bir başlangıç noktası olabilir. Yani aklın katili olan öfkenin değil, aklın yolunun izlenmesi gerekiyor. 

 

Bir diğer deyişle, toplumsal uyum sorunları yaşadığı gerek öğretmenler gerek aileler ve komşular gerekse yerel yöneticiler tarafından fark edilen, suça eğilimli ortamlarda büyüyen ve yaşayan çocuk ve gençlerin aileleri ve/veya bakım verenleriyle birlikte çalışılması, tıpkı Finlandiya örneğinde olduğu gibi soruna bireysel ve etkin bir çözüm bulunmasını sağlar; temel gereksinimlerine uygun olarak kişiye destek olunmasına ortam hazırlar. Bir kez daha tekrarlamak gerekir ki, bu süreçte kolluk kuvvetleri tek başına değil; eğitimciler, psikologlar, gençlik çalışanları ve sivil toplum da aynı masada yer almalı.

 

Ayrıca son yıllarda neredeyse her yazımda bir şekilde dikkat çektiğim gibi, ücretsiz okul yemeği ve nitelikli kamusal eğitim gibi uygulamalar da, çocukların suça sürüklenmesini önlemede kritik bir rol üstleniyor; zira okul ekosistemini daha cazip hale getirerek, çeteleşmelerin önünü eşitlikçi bir eğitim anlayışıyla kesiyor; çocukların eğitim, sağlık ve korunma gibi temel haklarından faydalanmaları, okul çatısı altında belirli bir düzen içerisinde yönetilmiş oluyor; gelir eşitsizliği ve eğitime erişimdeki adaletsizlikler sonucu çocuklar arasında yaşanan kalıcı eşitsizliklerin devamlılığı bir ölçüde kırılıyor. Bu da çocuk adaleti sisteminin aslında sahada ne kadar çok katmanlı bir soruna karşılık geldiğinin ve buna uygun bir şekilde bütünlüklü yaklaşım gerektirdiğinin bir diğer kanıtı. 

 

Türkiye’nin çocuk adalet sisteminde atacağı her adım, yalnızca bir çocuğun hayatını değiştirmekle kalmayacak; aynı zamanda toplumsal uyum ve güvenliğe de stratejik bir yatırım olacak. Çünkü gettolaşmış mahallesinde suça sürüklenen her çocuk, elinden tutulmadığı ve erken müdahalede bulunulmadığı için kaybedilen bir potansiyelin, yeteneğin, hayalin adı aslında… 

 

Avrupa’daki iyi örneklerin gösterdiği gibi, cezalandırma odaklı bir yaklaşım yerine önleyici, onarıcı ve kapsayıcı bir sistem kurmak mümkün. Erken müdahale, eğitim ve meslek edindirme programları, ailelere yönelik destek mekanizmaları ve çocuklara “başka bir çocukluğun mümkün olduğu” fikrini aşılayan sosyal politikalar, Türkiye’de çocuk adaletini dönüştürmenin anahtarı olabilir. Zira bu zamana dek söylenen ve yapılanlar eksik ve hatalı ki bugün halen suça sürüklenen çocuk sayısının artışından söz ediyoruz. Demek ki yeni bir şeyler söylemek ve uygulamak gerek cancağızım… Ve söylenecek bu yeni sözün de daha fazla cezadan değil onarıcı ve önleyici bir çocuk koruma ortamından geçtiğini, dünyadaki iyi uygulamalardan görmek oldukça kolay. 

 

Asıl mesele, yalnızca çocukların suça sürüklenmesini önlemek değil; onların güvenle büyüyebilecekleri, hata yaptıklarında ikinci bir şans bulabilecekleri, kendilerini yeniden inşa edebilecekleri, gettoların karanlıklarında bebeklerden katil doğurmayan bir toplumsal düzen inşa etmekle ilgili. Hayal bu ya…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.